Haberler

Kisho Kurokawa ve Değişim

Tarih: 5 Nisan 2006 Yazan: Aydın Polatkan

Kisho Kurokawa, 29 Mart akşamında, Nurus-Tasarım Yayın Grubu’nun davetlisi olarak Harbiye Askeri Müze’nin oditoryumundaydı. Metabolismus & Symbiosis, Son Çalışmalar ve Projeler başlığı ile duyurulan konuşmasına Kurokawa kariyerinin başlangıcından ve retoriğine biçim veren dinamiklerden bahsederek başladı. Ardından Metabolizma hareketinin içinde ürettiklerinden ve son yıllarda gerçekleştirdiği, bazılarının inşası süren, bazıları ise tamamlanan yapıtlarını anlattı. Konuşmanın bütününe bakıldığında insan ister istemez kuramsal yanı iddialı ve güçlü, kendi çağının avangardı niteliğini taşıyan erken dönemine ait çıkış noktalarının son dönem yapıtlarını da şekillendirdiğini kanıtlamaya yönelik bir çabayı sezmekteydi. Oysa 60’lı yıllarda Metabolizma hareketi, Ekoloji, organik-doğal yapılardan devşirilen parametreler, basit bir organik tasarım eyleminden fazlasına işaret etmekte, karmaşık ve yüklü bir kuramsal temelin fütüristik vaadleri ile doluydu. Ve görünüşe göre Nakagin Kapsül Kulesi (1972) ve sonrasına tarihlenen bazı örneklerin bu hareketten aldığı referanslar, Kurokawa’nın 90’lı yıllar ve sonrasına tarihlenen diğer yapıtlarında görünmemekteydi.

Kurokawa konuşmasına doğduğu şehir olan Nagoya’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan uçaklarınca bombalanmış görünümünü göstererek başladı. Savaşın sadece Hiroşima’yı değil, Tokyo dahil olmak üzere imar stoğu geleneksel ahşap konutlardan oluşan Japon kentlerini nasıl yok ettiğinden bahsetti. Avrupa’dakinden farklı biçim ve sonuçlar doğuran bu yıkımı izlemek onda mimarlığın sürekliliği, kalıcılığı üzerine kuşkular doğurur, Kyoto Üniversitesi’nde okurken başlangıçta felsefeye yönelir. Symbiosis adını verdiği kavram, genel anlamda Budizm’i, 4.yy Hint felsefesini, Çin Budizm’ini incelediği bu dönemde şekillenmeye başlar. Symbiosis biyolojik bir ortaklık formundan öte, kültürel, toplumsal, davranışsal alanlara da yayılan bir ortak yaşam düşüncesidir; iyi-kötü, akıl-duygu, kültür-ekonomi, vs. gibi zıtlıklardan oluşan modern düalist yaşam gerçeğinin sorunlarını aşmaya yöneliktir. Kurokawa geçmişte Marinetti’nin metinleri, Sant’Elia’nın çizimlerinde ortaya çıkan Fütürizm’den, Rus avangardından etkilendiğini söyledi. 1965 tarihli olarak geliştirdiği ve 1966 yılında Hishino kenti için master plana dönüşen Metamorphosis adını verdiği kavramı taşıyan Çizgisel Kent (Linear City) önerisi, tıpkı beslenme kanallarına bağlı ilkel yaşam formları, dokular gibi servis\ulaşım arterlerine takılıp hücresel bir anlayışla büyüyen kent parçalarını (daha doğrusu küçük kentleri) gündeme getirir. Hishino’da alışveriş bölgeleri ve rekreatif alanlar, küçük topluluklar oluşturan kentsel strüktürlerin merkezinde değil periferisinde, yani bir anlamda ulaşım arterlerindedir. Metabolizma hareketinin ortaya çıkışı ile, o da örüntü (cluster) biçimindeki mimari birimlerin biyolojik modelde bir araya gelişinden oluşan anlayışa yönelir. Makine Çağı, erken 20.yy’ın özünü oluşturan bir kavramdır. Ancak Bauhaus da, Le Corbusier de, CIAM da 50’li yıllarda sona erer; yeni çağı taşıyan kavram ise Kurokawa’da Yaşam Çağı’dır; Symbiosis, Metabolizma, sürdürülebilirlik ve çevrenin göz önüne alınması anlamında yaşam…

Kurokawa 60’lı yıllarda başta Yamagata Hawaii Dreamland ve Tokyo Körfezi üzerinde planladığı yeni yerleşim önerisinde olmak üzere, belli bir merkezi çevreleyen yapılardan oluşmuşa benzese de, merkezde yer alan alanın tanımsız ve boş bırakıldığı, eğrisel konturların biçimlendirdiği asimetrik mekan kompozisyonlarına yönelir. 1957 yılında ilk kez okuyup, bilgilendiği, ve yaşamın temelini oluşturduğunu düşündüğü DNA sarmalından çok etkilenir. Bu biçim 1961’de göğe yükselen sarmallardan oluşan, kalıcı ulaşım ve altyapı strüktürüne bağlanmış temel yaşam birimlerinin değişitirilebilir, dönüştürülebilir kapsüllerden oluştuğu Helicoid Kent önerisinde görülür. Megastrüktür olarak adlndırdığı bu tasarımı, aynı yıl Yüzer Kent önerisi izler. Her iki yapıtta da eğrisel strüktürler aslında sokaklardır; ve kalıcı olan bu elemanlardır. Nakagin Kapsül Kulesi’nde prefabrik kapsüller kalıcı olan betonarme çekirdek\kovalara (shafts) eklenmiştir. Tesisatın tümü açıktadır; ulaşım ve bakım yönünden kolaylık sağlar. Ancak 24 yıl sonra bile Nakagin kapsülleri ile ilişkili olarak devam eden bir mülkiyet sorunu da söz konusudur. Nakagin’in kapsül şeması 1974 yılında kendi yazlık evinde, 1976 yılında Sony Kulesi’nde de tekrar eder. Kurokawa, 60’lı yıllara tarihlenen diğer tasarımları üzerinde fazla durmadı. Ancak 2000 yılına tarihlenen Osaka Cenvention Center’da metabolist özelliklere, normal kat yüksekliğinde olup tüm mekanik ve tesisatı barındıran, makas kirişlerden oluşan dev döşemeleri (super slabs) taşıyan 6 büyük çekirdek\kova dışında taşıyıcı olmamasına değindi. İşin ilginç yönü bu yapıda da Megastrüktür kavramı, sürdürebilirlik, kolay ve ekonomik bakım-onarım gibi ilkeler vardı.

Bu noktadan sonra Kurokawa katların asıldığı taşıyıcı çekirdek\kovalardan oluşan konstrüksiyon ve 3 yüksek asimetrik konstrüksiyondan oluşan kompozisyonu ile Singapur-Fusionpolis’in yüksek bloklarından bahsetti; dev döşemeler sayesinde üst katlarda bile büyük ağaçları içerebilen bahçelere bakan maisonette’lerini gösterdi. 1964 tarihli fabrikasındaki organik ilkelerle paralellik gösteren Kuala Lumpur Havaalanı’ndaki ters konik taşıyıcıların üzerine konumlanan, 8 eğrisel elemandan oluşmuş Hypobolic-Parabolic kabukların sürekli büyüyebilecek örüntü oluşturmasından söz etti. Birim kabuk örtü ve taşıyıcılardan oluşan mekan kurgusu işverenin İslam kültürüne referans vermek yönündeki arzusunu tatmin ettiği gibi, adeta kompleksin içine girmiş görünen bitki örtüsü, merkez avluda yaratılan minyatür yağmur ormanı ile eco-corridor (ekolojik koridor) adını verdiği bir başka kavram da Symbiosis’in gereksediği uzlaşma ve uyumun bir göstergesiydi. Kurokawa’nın kariyerine yön veren süreçte bu kavramın ne kadar farklı anlamlara geldiği çok çeşitli örneklerle ortaya kondu: Ehime Bilim Müzesi’nin kırık küpler, koni, küreden oluşan geometrik bütün, Fukui Sanat Müzesi’nin cephesindeki fraktal geometri, Hiroşima Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin çatı biçimindeki geleneksel unsur, ya da Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’ne yapılan ve bir kısmı yeraltına inşa edilen ek binanın çeşitli dönemlere tarihlenen eski binalarla kurduğu ilişki; örneğin iki farklı kütlenin atipik ilişkisinde, eğimli ve taş kaplı bir yüzeyden sürekli akan su ile üçüncü bir mecra oluşturulması…Bu unsurların hiçbirisi dışavurumcu bir motivasyonu içermemekte; aksine mevcutla çeşitli düzlemlerde kurulmak istenen bir uyum, ortak yaşam iradesinin ifadesi olmaya çalışmaktadırlar.

Kurokawa’nın kariyeri, hatta onun bu kariyeri özetleme ve ortaya koyma biçimi aslında avangardın özü ve günümüzde değişen tarihsel anlamı üzerine güzel sorular sordurtuyor. 1960 yılında Dünya Tasarım Kongresi’ne sunulan bir yayında, kuramcı N.Kawazoe, K.Tange ve K.Kikutake’nin yazılarında Metabolizma, canlı hayatın organik ve biyolojik örneğinde yeniden şekillenecek toplum, kent ve mimarlığı dünyaya ilan etmişti. “Metabolizma Japonya ve Sıfır Noktası’ndan söz etmişti; geleneksel mimarlık veya kalıtla ilgilenmemekteydi. Amaç yıkımın bile yaratıcı dinamiklere katkıda bulunabileceği bir düzen yaratmaktı”. Bununla beraber metabolistlerin bazıları Japon kültür mirası ile ilgili belgeleme ve koruma programlarına, faaliyetlerine aktif olarak katılmışlardı (1). Aslında bu olgu bile, peşin hüküm vermek, patolojik bir durumun ipuçlarını yakalamak yönünde bizi uyarır.

Kurokawa tarafından 60’lı yıllarda doğrudan kaleme alınan bazı metinlerde Metabolizma’nın bina veya kentle değil, insan topluluklarının bir araya geldiği hacmin bütünü ile ilgilendiği yazmıştı. Kapsüllerden oluşan birimlere doğrudan referans vermese de, neredeyse “bireylerin özerk yaşama alanlarının kalıcılığına, aile bireylerinin ilişki biçimlerine bile müdaheleden” söz etmişti. “Sokak mimarlığını, binadan söz edilmediğinden sibernetik ve teknolojinin geliştireceği iletişim örgüleri belirleyecek, araç yollarının oluşturduğu altyapı ile beslenen sistem doygunluğa erişince organik bir şekilde büyüyecek, yani metamorfoza geçilecekti (2)”. Aslında Metabolizma ve megastrüktürlerinin Avrupa’da Archigram gibi örneklerden etkilendiği, modern bir oyun olduğu (3), hatta doğrudan Megastrüktür olgusunun (adeta önerilerin ölçekleri ile kurulan birebir empatinin verdiği tedirginlikle) Modernizm’in kapitalist saldırganlık, tarihsizlik ve sömürü ile iç içe geçmiş kötücül emellerinin parçası olduğuna ilişkin yorumları burada anmaya pek de gerek yoktur. Zira görünüşe göre bu yorumların kendisi Modernizm’in tarihle kurduğu sorunlu ilişki, tarihsizlik duygusunun eseridir. Bununla beraber 50’li ve 60’lı yıllara damgasını vuran unsurların, Yeni Brütalizm’in, Archigram’ın, B.Fuller’ın, Team 10’in, hatta béton brute’ün dünyasının 2. Dünya Savaşı’nın benzersiz yıkımı ve Soğuk Savaş’ın devam ettirdiği kıyamet ortamının anksiyetesi ile ilişkisi bugün kavranması zor bir konudur (4). Ama Kurokawa bundan kaçmadı; kendi sunumuna Nagoya’nın bombardımanla dümdüz olmuş, enkaz niyetine birkaç duvardan fazlası görünmeyen bir hava fotoğrafı ile başladı.

Metabolist anksiyetenin zaman geçtikçe nasıl Symbiosis’e dönüştüğü, Ekoloji’ye, doğal yaşama, mevcut kalıta, kültür mirasına saygı ile ilişkilendirildiğini anlamak daha kolay. Hele hele “soyut geometrinin en eski çağlardan bu yana farklı kültürlerin kozmolojileri ile ilişkili olduğu, 20.yy avangardının formlarının Platon geometrisinin mirasçısı olduğu, soyutlamanın 20.yy’dan çıkarılacak ve unutulmayacak en önemli ders olduğuna” ilişkin Kurokawa yorumunun ardından, onun “20.yy soyutlaması, tarih ikonografisi ve kültür kozmolojisini çözmek için çabaladığını” okumak (5) onun kariyerini bir evrim olarak düşünmemizi de kolaylaştırıyor. Bütünleşmek isteyen, ama gitgide parçalanan bir dünyada, küresel anlamda uzlaşılmış kavramların yararının gitgide sorgulanır, ama ihtiyacının sürekli hissedildiği bir zamanda soyut sembolizmle Kurokawa’nın nereye varmaya çalıştığını anlamaya bizi yaklaştırıyor. Ancak anladığımızda bundan ikna olup olmayacağımız pek belli değil…Yerleşik değil ruhsal ve fiziksel olarak yerinden edilmiş bir topluma inşa edilen Nakagin Kulesi’nde mülkiyet sorunlarını anlamak çok kolay; ama Symbiosis’in ne kadar gerçek olduğunu tartışmak…İşte bu kapsamlı bir çalışmanın konusu olabilir.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1) Wendelken, C., 2000: Putting Metabolism Back in Place: The Making of a Radically Decontextualized Architecture in Japan, in (Goldhagen, S., W., Legault, R., ed.) Anxious Modernisms, Experimentation in Postwar Architectural Culture, MIT Pres, Cambridge, MA; s.292, 293.
2) Sözü geçen metinler ve Metabolizma’nın bazı dinamiklerini çağdaşı Avrupa’lı hareketlerle beraber psiko-patolojik bir düzlemde değerlendirme denemesi olarak bkz: Polatkan, A., H., 2006: Bir Anksiyete Ortamı Olarak Modern Mimarlıkta Brütalizm ve Brütalist Çevre Üzerine Sorular, Betonart, 9, Kış-2006; s.57-73.
3) Banham, R., 1976: Megastructure, Thames & Hudson, London; s.45-47.
4) Polatkan, a.g.e.
5) Kisho Kurokawa, Profesyonel Mimar, Ocak-Şubat 2001; s.19, 22, 27, 30.

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.