Haberler

“Şeytan da Güzel Olabilir”

Tarih: 19 Nisan 2006 Kaynak: Spiegel Çeviren: Derya Karadağ
Spiegel, Hollandalı Mimar Rem Koolhaas ile Prada ve politika, diktatörlük ve çirkinliğin cazibesi ile ilgili bir söyleşi yaptı.

Spiegel: Bay Koolhaas, politikaya bir sosyalist olarak girmeyi planlıyorsunuz. Zirvede mimar olarak yer almak sizin için yeterli olmadı mı?

Rem Koolhaas: Klasik anlamda politikayla ilgili değilim, fakat yapılabilecek doğru bir şeyler var ise neden yapmayayım? Sallantıda kalan pek çok problem var ve bence politikacılar bunlarla mücadelede başarısız oluyorlar. Bu konuda tek başıma çalışmayı planlamıyorum, bunun yerine tüm ofisim OMA ve düşünce depom AMO ile birlikte yardımcı olabileceğimi düşünüyorum.

S: Moda Evi Prada ve onun lüks dünyası için tasarımlar yapan bir sosyalist olmak nasıl bir şey?

RK: Açıkça atıfta bulunduğunuz eski sosyalistler hala yaşıyorlar mı? Günümüz kültürünü ileriye götüren Prada’nın müşterim olmasından memnunum. Modayı, pahallı olsa da olmasa da seviyorum, çünkü az sayıda anlam ile görece ulvi bir his yaratıyor.

S: Mimarlığı politikaya bağlayan nedir?

RK: Geçtiğimiz yüzyılda bütün önemli mimarlar politik sistemlerden etkilenmişlerdir. Konstrüktivizm ve Stalinizm’i ile Sovyet Sistemi’ne bakın ya da Musolini’ye ve tabii ki Hitler’e ve Albert Speer’in dev yapılarına.

S: Peki ya günümüzden bahsedecek olursak...

RK: Günümüz mimarlığı piyasa ve onun kurallarına boyun eğiyor. Piyasa, sürekli rekabeti barındırıyor ve mimarlık acayip bir davranış biçimine dönüştü. Kendini paketlemeli ve daha önemsiz bir işaret olmalı.

S: Bu gibi beyanlar ile kendinizi de eleştiriyorsunuz. Pekin’de Çin Merkez Televizyonu için tasarladığınız CCTV Kulesi, şehri değiştirecek ve şehre yeni bir soluk getirecek.

RK: Bunun gibi büyük yapılarda, tasarımcı işaret karakteri taşıyan bir projeden kaçınmak konusunda zorlanıyor.

S: Günümüz mimarlığında hala ulusal özellikler rol oynuyor mu?

RK: Temelde iki durum var. Birinci durumda, ortalama bir mimar her bölgede aynı işi yapabiliyor. Diğerinde ise, bölgenin özelliklerinden ilham alarak projeye yaklaşılıyor. Biz her zaman ikinci yaklaşımı tercih ediyoruz. Tahminimce Çin’deki CCTV projemiz başka bir bölgede düşünülemez ve tekrarlanamaz.

S: Çağdaşlarınızdan Frank Gehry’nin ihtişamlı metal tasarımlarını ve Pürist İ.M. Pei’nin ciddi tavrını sürekli olarak eleştiriyorsunuz. Bunun nedenini açıklayabilir misiniz?

RK: Eleştirmiyorum. Sadece onlarla arama koyabildiğim kadar mesafe koymaya çalışıyorum. Yaklaşımlarını yetersiz buluyorum. Bütün tutkuların, çelik, cam ve beton ile ifade bulması gerektiğine inanmıyorum.

S: Sözünü ettiğimiz mimarlar da oldukça başarılı.

RK: Bu iyi. Fakat Gehry’ye yakından bakacak olursanız, asla politik düşünceleri ile ilgili sorular ile karşılaşmıyor. Diğer taraftan şirketimiz AMO, Brüksel’deki Avrupa Birliği için çalıştı. AB’nin politik mesajının daha anlaşılır ve çekici olması için çalıştık.

S: Sizce mimarların toplumsal ve politik düşüncelerinin olması mı gerekir?

RK: Bunun herhangi bir yararı yok aslında fakat gerekli olduğunu düşünüyorum.

S: Sosyalistler, Fransız banliyö bölgelerinde başarısız olmuş mimari konseptlere karşı bir takım hareketlerin sorumlusu oldular. Onlara hak veriyor musunuz?

RK: Mimari kendi kendine başarısız olmuş değildir. İşin içinde daha da önemli bir faktör, esasında diğer bölgelerden ayrı tutulması gereken bu bölgeler için ihmal edilmiş yaklaşımlar söz konusu.

S: Genellikle yoksulluğun portresini çizen Berlin’li ressam Heinrich Zille, bir apartmanın insanı, kılıç kadar etkili bir şekilde öldürebileceğini söylüyor.

RK: İnsan bir yapının içinde mutlu ya da mutsuz olabilir. Bununla birlikte bazı yapılar kişiyi depresyona bile sürükleyebilir.

S: Bauhaus hareketinin bir amacı da kasvetli kiralık evlere panzehir bulmaktı. “Form işlevi takip eder.” sloganı günümüz için de geçerli mi?

RK: Evet, bu genellikle bir program olmaktan çok slogandır. Artık buna inanan birileri olduğunu sanmıyorum. Günümüz tasarımlarında bir sürü gereksiz şey görüyorum. Belki de sarkaç geri salınım yapacak ve yalın estetik birgün geri dönecektir.

S: Siz aynı zamanda yazarsınız. Mimarlık, öykü, roman ya da şiir ile karşılaştırılabilir mi?

RK: Russ Meyer için senaryo yazmıştım. Bir senaryoda, iyi bir kurgu ile bölümleri ilişkilendirmeli ve gerilim yaratmalısınız. Bu kesinlikle mimarlık için de geçerli. Mimar, sonuca ulaşmak için uzamsal bölümleri kurgulamalıdır.

S: Russ Meyer için yazmış olduğunuz “Hollywood Tower” hakkında neler söyleyebilirsiniz?

RK: 1974 yılında Rene Daaler ile birlikte yazmıştık. Üç ayrı bölümden oluşuyordu. Birinci bölüm, Hollywood film arşivini satın alan varlıklı Araplar ile ilgiliydi. İkinci bölümde, işsiz kalmış aktörlerin yeniden filmlerde oynamasını sağlayan Nixon yöneticileri yer alıyordu. Son bölüm ise porno film çekmiş olan Russ Meyer ile ilgiliydi.

S: Potansiyel şaheserler asla bitmedi.

RK: Fassbinder ve diğer yönetmenler, etkisi altında kaldığımız isimlerdi. Ne yazık ki, Meyer bunun bizim için doğru malzeme olduğunu düşünmüyordu.

S: Bu durumda mimarlık daha kolay görünüyor.

RK: Böyle mi düşünüorsunuz. Mimarlıkta da buna benzer engeller ile karşılaşılabiliyor.

S: Bununla ilgili örnek verebilir misiniz?

RK: Paris’teki EuroDisney buna örnek olabilir. 90’lı yılların başında, Peter Eisenmann ve Jean Novel gibi başlıca mimarlık ofislerinin davet edildiği bir yarışma açıldı. Yarışma, yaratıcılık ve günümüz mimarlığı adına trajik bir deneyime dönüştü. Dinlenmek için ara verdiğimiz bir gün, Disney’in başkanı Micheal Eisner ile buluşmak üzere George V Oteli’ne çağrıldık. Buluşma, programlı bir şekilde, birçok farklı mimarı biraraya getirdi. Acayip bir durumdu. Öncelikle, bizler tekliflerimizi sunduk. Eisner, Amerikalı iki mimarı ile gizli bir görüşe yaptı. Uzun bir düşünce süresinden sonra, iki mimar patronlarına; “Micheal, Avrupalıların Disney görüşüne zarar verdiklerine inanıyoruz.” dediler. Hepimiz derhal işten atıldık. Bu kapitalizmin getirdiği birşey.

S: Çin ve Dubai gibi demokrasi ile değil despot rejim ile yönetilen yerlerde çalışmak sizin için sorun olmadı mı?

RK: Tartışılır. Alternatifi nedir? Hastane ya da anaokulu yaptığınızda sorun yok. Fakat Çin televizyonu için bir bina tasarlamak kötü birşey midir? Buna farklı bir açıdan bakıyorum. Eğer böyle bir ülke ile bağınız var ise önemsiz işler yerine önemli işler ile bağ kurulmalı. Her zaman projeyi almadan önce, ülkenin içinde bulunduğu duruma yeniden bakarız. Harvard’daki bir profesör gibi Çin’in gelişimi üzerinde dikkatli bir şekilde 10 seneden fazla çalıştım. Bunu olumlu etkileri olacağına inanıyorum.

S: Bu gibi ülkelerde çalışmak, sıkı bürokrasiye sahip demokratik ülkelerde çalışmaktan daha mı kolay?

RK: Başlangıçta ben de böyle düşünüyordum. Aslında tam tersi bir durum söz konusu. Bu ülkelerde işler oldukça yavaş ve kitabına uygun işliyor.

S: Almanya’da halen sürmekte olan başlıca tartışma, Berlin’in planlanmasında, yeniden inşa etmek mi yoksa başlangıç çizgisine dönmek mi gerektiği üzerine. Cumhuriyet Sarayı’nın yıkılması doğru birşey mi? 1950’de Doğu Almanya’nın otoriteleri tarafından tahrip edilmiş olan Hohenzollen Sarayı’nın restitüsyonunun yapılması doğru mu?

RK: Bence bir sarayın yıkılması, basitçe ele aldığımızda, geçmiş politik sistemlere ait tanıtıcı eserler olması açısından suç teşkil eder. Benim görüşüme göre, üst üste gelen rejimlerin kolleksiyonu olması dışında Berlin hiçbirşeydir. Tarihi bilinç açısından düşünülecek olursa, bu karakteristik binanın yok edilmesi sağlıksız bir durumdur.

S: Fakat yapı oldukça çirkin.

RK: Çirkinliğin de varolmaya hakkı vardır. Toplumumuz buna pek tahammül edemiyor. Bunu arabalar ve kadınlarda da görebilirsiniz. Fakat cidden, çirkin olduğu derecede önemli birşey var ise ortada, korunmalıdır.

S: Ve eğer önemli olduğu kadar güzel olmalıysa? Mimarlar, güzelliğin elçiliğini yapmak zorunda değil midir?

RK: Güzellik, benim başlıca ilgilendiğim konular arasında değil. Uygunluk benim için daha önemli.

S: Dünyanın en güzel yapısı olduğunu düşündüğünüz bir eser var mı?

RK: Oldukça geleneksel olacak ama Roma’daki Panteon. Olağanüstü değil mi? Güzellikten bahsederken oldukça sıkıcı cevaplar alabilirsiniz, bununla birlikte çirkinlikten bahsederken herşey daha ilgi çekici olmaya başlar.

S: Sizce en büyük mimarlık suçları nelerdir?

RK: Şeytanın pek çok yüzü vardır. Kabiliyetsizlikten ya da kasti niyetler ile ortaya çıkabilir.
S: Şeytan ve çirkinliğin aynı şeyler olduğunu mu söylüyorsunuz?

RK: Hayır. Şeytan da güzel olabilir. Roma’daki Coliseum, korkunç geçmişine rağmen mükemmel bir strüktüre sahip. Sadece kanlı gladyatörlerin orada dövüştüğünü düşünün.

S: 1944 yılında, Almanlar’ın neredeyse tamamını tahrip ettiği Rotterdam’da doğdunuz.

RK: Sadece şehir merkezini. Bizler şanslıydık, banliyöde modern cam bir binada yaşıyorduk. 1944/45 kışı inanılmaz soğukmuş, fakat güneşliymiş. Ailem, hayatımı devam ettirebilmem için beni balkona koymuşlar. Bence Rotterdam, Avrupa mimarisinin başkentlerinden birisi, bunda tahrip edilmiş olmasının payı var. Yıkım, bu konuda oldukça teşvik edici bir durum.

S: Mimar olmayı ilk ne zaman düşündünüz?

RK: Bu konuda hiçbir zaman düşünmedim ve hayal kurmadım. Fakat 24 yaşındayken birgün yolda yürüyordum ve mimar olmam gerektiği ile ilgili bir görüşe kapıldım.

S: Bazı insanlar, mimarların tasarladıkları yapılarda yaşama zorunluluğu olsa şehirlerin çok daha çekici olabileceğini düşünüyorlar.

RK: Bu çok saçma bir görüş.

S: Nerede yaşıyorsunuz?

RK: Bu önemsiz. Mimariden çok maliye ile ilgili.

S: Soruyu cevaplamaktan kaçıyorsunuz. Nerede yaşıyorsunuz?

RK: Tamam, Londra’da Viktoryan bir apartmanda yaşıyorum.

S: Ve Berlinliler’in Cumhuriyet Sarayı ile ilgili görüşlerini eleştiriyorsunuz?

RK: Bizim kuşağımız, profesyonel yaşamda küreselleşme ile çatışan ilk kuşaktı. Herşeyi küreselleşme bağlamında görmeye alışkındık. Bu Berlin’deki sarayın ortadan kaldırılmasının kötü bir fikir olması ile ilgili düşüncelerimin başka bir nedeni.

S: Berlin’de öncelikli başka bir tartışma da tarihi şehir merkezinin canlandırılması gerektiği ile ilgili. Şehirler gelecekte neye benzeyecekler? Böyle şehir merkezlerine ihtiyacımız olacak mı?

RK: Banliyö ile şehir merkezi arasındaki karşıtlık günümüzde anlamını yitirdi.

S: Bir saniye, yeni trend banliyöden ayrılıp şehir merkezine taşınmak değil mi?

RK: Evet, şimdilik öyle. Bundaki ironi nedir, biliyor musunuz? Banliyöden taşınan insanlar, o bölgelerin temizlik, kurallara uygunluk ve güvenlik gibi kısaca durgunluk diyebileceğimiz değerlerini de getiriyorlar. Sonuçta, şehir merkezleri oyuluyor. New York’taki Times Meydanı’na bakın. Artık, evsizler, uyuşturucu satıcıları ve seks dükkanları yok. bölge inanılmaz temiz ve durgun.

S: Siyasetçiler, dünya nüfusunun 2050’e kadar artacağını ve daha sonra azalmaya başlayacağını öngörüyorlar. Bu ne anlama geliyor?

RK: Mimar Oswald Mathias Ungers ile, yeni yapıların inşası kadar şehirlerin gelecekteki durumlarının da planlanması gerektiği konusunda hemfikiriz. Berlin’e bakın. Birçok değişik türde yapı var ve bunların birçoğu boş.

S: Bunlardan neler öğrendiniz?

RK: Halen, 2014 yılında bitmesi olanlanan, St Petersburg’daki Hermitage Müzesi’nin genişletilmesi projesinde çalışıyorum. Bu örnekte, varolan eski yapıları kullanıyoruz. Yeni bir konstrüksiyon yer almayacak. Bu bir mimar için olağanüstü bir deneyim.

S: Hala gerçekleştirmek istediğiniz bir projeniz var mı?

RK: Hayır. Mesleğimin en güzel yanı rastgele ve sürprizli olması. Projelerimizi seçebildiğimizi mi düşünüyorsunuz? Bana önerilen binayı inşa etmek zorundayım.

S: Bay Koolhaas söyleşi için teşekkürler.

Söyleşi, Matthias Matussek ve Joachim Kronbein tarafından yapılmıştır.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.