Haberler

Gezegenin Gecekondu Bölgesine Dönüşümü Üzerine

Tarih: 12 Temmuz 2006 Kaynak: TomDispatch Çeviren: Derya Karadağ, Semah Akdoğan

Mike Davis, Los Angeles üzerine yazdığı “City of Quartz” (Kuvars Şehri) kitabı ile çok okunanlar listesinde parlamasının ardından, artık en yenilikçi kent düşünürü olarak anılıyor. Yakın zamanda “Planet of Slums” (Gecekondu Gezegeni) kitabı yayınlanan Davis, kitapta küresel kent üzerine araştırma ve yazılarına yer vermiş. Güney Kaliforniya Mimarlık Enstitüsü’nde Kentsel Teori dersi veren yazar Mike Davis ile TomDispatch’in kent üzerine gerçekleştirdikleri söyleşiyi Arkitera.com’da yayınlıyoruz.

Kısa saçları ve bıyığı beyazlamaya başlamış fakat yıllar önce San Diego’nun banliyö bölgesi El Cajon’da kasap babasının yanında calışmış olmaktan gelen güçlü yapısı hala yerinde duruyor. Bir anda sizi dört tekerlekli aracına atıp San Diego’nun McMansion Banliyösü’ne ya da Meksika sınırına götürebilir. Rüyalarınızın rehberi, güney Kaliforniya’da farklı ve ilginç herşeyi bilen ayaklı bir ansiklopedidir aynı zamanda. Görünen hiçbir obje, yorumundan, kısa açıklamalarından ve analizinden kaçamaz.

İçinde kısa bir gezi yaptığımız mütevazi evi, San Diego’nun en fakir mahallelerinden birinin kıyısında yer alıyor. Ses kayıt cihazımı kurduğum küçük oturma odası, iki yaşındaki ikizleri James ve Cassandra’ya ait kocaman bir plastik oyun evinin hakimiyeti altında. Onunla bu evde yapılan bir röportaj, devrim tarihi ile çevriliydi. Devrime dair bir afişin olmadığı bir duvar, banyoda bile yoktu. (“Camarada! Trabaja y Lucha por la Revolution!”)

Oturma odasına geçici bir spot koyduk ve konuşmaya başladık. David, içinde kendi kendini yetiştiren eski hatta kaybolmuş bir Amerikan geleneği taşıyor. Herkesin bir gruba bağlı olduğu dünyada, kendisi herhangi bir grubun öyküsü olmayan birşeyler anlatıyor. Söyleşi, tam ortasında, evin bir yerinden gelen ağlama sesi ile kesildi. Cassandra, uykusundan uyanmıştı. Hemen izin isteyip dakikalar sonra yanında hala burnunu çekmekte olan pembe pantolonlu siyah saçlı küçük kız ile geldi. Bir süre sonra, küçük kızın neşesi yerine geldi ve babası kadar akıcı olmayan ama yine de akıcı bir dille konuşmaya başladı. Sonra hep birlikte, büyük plastik oyun evinin içinde, “büyük kötü kurt” oyunu oynadık. Yirmi dakika sonra röportaja döndüğümüzde, ben son cümlelerinin ne olduğunu kontrol ederken, tam da kesildiği yerden konuşmasına devam etti.

TomDispatch: Öncelikle kent ile ilgili konularda yazmaya nasıl başladığınızdan bahseder misiniz?
Mike Davis: Los Angeles’ı çalışırken kente en yerel yoldan geldim. 60’ların yeni solcularından birisi olmam ve Marksizm üzerinde uzun süre çalışmış olmam sonucu radikal sosyal teorilerin hiçbirşeyi açıklığa kavuşturamayacağını düşündüm. Los Angeles’ı anlamayı sağlayacak olan bu yüksek test beni vurdu.

Belki bunu söylememeliyim ama Los Angeles projem dışında kalan diğer kentler ile ilgili yazdıklarım gelişti. Örneğin, kentsel mekanda askeri eğilimleri ve Los Angeles’ın kamusal alanlarındaki yıkımları incelemek, küresel örüntüde benzer trendleri keşfetmeme neden oldu. Los Angeles’ın banliyöleri ile ilgilenmek, ülkedeki daha eski banliyölerin kaderleri ve buralarda aniden ortaya çıkan kararlar ile ilgili düşünmeme neden oldu. Sonuçta, bu oldukça yerel yol sayesinde, Los Angeles’tan yola çıkarak tüm dünya su yüzüne çıktı ve orjinal projemde 450 tek parçayı birleştirmiş oldum.

Açıklamama izin verin. 1950’lerde, refah seviyesi yüksek bir grubun, savaş gazilerinin mekanla ilgili hiçbir görüşü olmadan banliyölere taşınmasından endişelendiği sıralarda, kitapta, Los Angeles’taki küçük kasabaları, komşuluk birimlerini ve banliyöleri inceledim. (Şimdi, 500 tane olduğunu düşünüyorum.) Los Angeles’ı yazarken izlediğim yol tamamen yereldi, fakat bütünü kapsıyordu. Tam olarak inandığım şu ki, uzun yıllar boyunca bu kitapta bahsettiğim yerler hakkında hikayeler anlatabilirim ve bu benim yöntemim. Bu yöntem yüzünden, kendimi kentçi olarak görüyorum çünkü öyle anılmaya başladım. Esasen kendimi hiçbir zaman, tarihçi, sosyolog, politik ekonomist ya da kent teorisyeni olarak görmedim.

TD: Peki kendinizi ne olarak tanımlarsınız?
MD: Yeni Sol’un bazı diğer hayatta kalanları gibi, kendimi, politik analizler yapan bir organizatör olarak görüyorum. Neredeyse yazdığım ya da düşündüğüm herşey, zorunlu olarak stratejik ya da tedbirli görünüyor.

Tüm bunlar, “City of Quartz” kitabımda belirttiğim stratejik puzzle’ın bir parçası. LA, tarihinde kritik bir zirve. Küreselleşme, LA ekonomisini yeniden etkileyici bir biçimde organize etti. Şehir, daha iyi şeyler için çok yönlü bir potansiyele, ilerleyen politikalara ve şaşırtıcı bir harekeliliğe sahipti ve hala da öyle. Şimdi, yeni kuşak eylemcilere hitap edecek olan bir kitap yazmak ve Los Angeles gibi oluşumunda kendiliğinden gelişme potansiyeli taşıyan bir yere nasıl bakılacağını araştırmak istiyorum. Bu, kendi görüntülerini yaşayan bir şehir.

TD: Ve 1992 başkaldırısı tekrar gündeme geldi, değil mi?
MD: Ve ben onları, küreselleşme yönteminin doğrudan sonucu olarak anlamaya çalıştım. Bazı insanlar kazanandır, bazıları ise kaybeden. Şu da bir gerçek ki, küreselleşme eninde sonunda LA’ın güneydeki merkezine, milletlerarası ilaç endüstrisi biçiminde gelecek. Bu, o sokaklara hiç para koymayan küreselleşmenin tek şekli.

Tamamen tesadüfi olarak, bazı elebaşlarına eriştim. Örneğin, bir kamyon sürücüsünü öldürmeye teşebbüs etmekle suçlanarak hapse atılmış bir gencin annesini biliyorum. Ayrıca, Watts’ta çete anlaşmalarının kışkırtıcısı Dewayne Holmes ailesi ile arkadaşlık kurdum.

Bu öyküleri, aynı anda polisin haklı öfkesi, postmodern ekmek kavgası ve de Asyalı dükkan sahiplerinin katledilmesi olayları ile örüp artan ayaklanmanın şiddetini anlatmaya çalıştım. Benim tutkum iki cephede de çarpıştı. Hiçbir zaman bu insanların öykülerini anlatmak üzere hayatlarına bu derece girip talan etmiş olmaktan hoşlanmadım. Bu projeyi duygusal açıdan oldukça eziyet verici buldum. Dostlarımın ve tanıdıklarımın hayatları çok fazla acı, zorluk ve hayal kırıklığı barındırıyordu.

Neyse ki doğal afetler projeme katıldı ve başkaldırı kitabı “korku ekolojisi”ne dönüştü. Güney Kaliforniya’daki afet fetişizmi üzerine bir çalışma oldu. Bu bölgede doğaya ait terimlerin sosyal hayatta farklı ifadeler bulduğunu görmek mümkün. Dağ aslanı ya da çakal kelimeleri sokak gangsterlerini, “vahşi gençlik” sosyal problemleri ifade ediyor. “Korku ekolojisi”, Anglo-Amerikan uygarlığının, içinde yaşadığı hakiki Akdeniz dünyasının işleyişini tamamen anlayamamasından kaynaklanıyor.

Aslında, bilime geri döndüm ve biyografilerin mikro ölçeğinden, El Nino’nun büyük ölçeğine geçiş yaptım. Bilim benim ilk aşkım ve kitabı bu nedenle LA’da konu edindiğim kişilerin oturma odalarında değil, bir jeoloji kütüphanesinde bitirdim.

TD: 15 sene sonrasında yeni kitabınız “Planet of Slum”a (Gecekondu Gezegeni) gelirsek, sizin bu adımları atarken küresel bazı heyetlerin isteği ile hareket ettiğinizi düşünebilir miyiz? Gezegenimizin gecekondulaşması konusunu bize lanse edebilir misiniz?
MD: Klasik sosyal teori, Marx, Weber ve hatta soğuk savaş modernleşme teorisi, kente 30 ya da 40 yıldır neler olduğunu açıklayamaz. Bunların hiçbirisi, dünya ekonomisi ile kurallara uygun bir bağ kuramayan ve hatta kurma şansı olmayan, kentlerde yaşayan büyük genç nüfusun ortaya çıkışını da açıklayamaz. Bu yasadışı çalışan sınıf, Marx’ın eğitimsiz proleter sınıfı değil ve burası 20-30 yıl önce hayal edildiği gibi, yasal ekonomiyle sınıf atlamayı düşünen insanların yaşadığı “umutların gecekondusu” değil. Şehrin mezbele sınırlarında yaşayan, genellikle kentin geleneksel kültürü ile ilişkisi olmayan, bu yaşadışı küresel çalışan sınıfı, teoride görünmeyen emsalsiz bir kalkınmayı temsil ediyor.

TD: Gezegenin gecekondulaşmasına teşhir oluşturacak birkaç örnek verin.
MD:
Sadece birkaç yıl önce, kentleşmeyi küresel ölçekte görebilir miydik? Önceden, bilgi güvenilmezdi, fakat Birleşmiş Milletler, yeni bilgi kaynakları, hane halkı yoklamaları ve kentlerin geleceği için araştırmalar yaptı. Rapor, 3 yıl önce yayınlandı.

Raporun sıkı tutulan hesaplarına göre, günümüzde bir milyar insan gecekondularda yaşıyor ve bir milyardan fazlası resmi olmayan işlerde, hayatta kalabilmek için çalışıyor. Sokak satıcılarından gündelik işçilere, dadılardan kendi organını satan kişilere kadar geniş ve çeşitli iş alanlarında çalışıyorlar. 2050 ya da 2060 yıllarında insan nüfusu en yüksek rakama ulaşacak ve 10-10,5 milyar civarında olacak. Bazı tahminlere göre ise büyümenin %95’i güney kentlerinde meydana gelecek.

TD: Aslında, gecekondularda...
MD: Tüm bu büyüme kentlerde olacak ve yoksul kentleri boğacak, özellikle de gecekondu bölgelerini. Manchester, Chicago, Berlin ve Petersburg modellerinde görebileceğiniz klasik kentleşme, Çin ve bazı başka yerlerde gözlemlenebiliyor. Şunu belirtmekte fayda var ki Çindeki kentsel endüstrinin gelişimi benzer bölgelerdekine engel oluyor. Bütün üretim mallarını içine çekiyor ve diğer herşeyin artmasına neden oluyor. Çin ve yakınındaki ekonomilerde, kentin endüstriyel bir motor ile büyüdüğünü görebilirsiniz. Başka her yerde gelişme, şaşırtıcı bir biçimde endüstrileşmeden bağımsız olarak meydana geliyor. Ayrıca, güneyin büyük endüstri şehirleri, Johannesburg, Sao Paulo, Mumbai, Bello Horizonte, Buenos Aires gibi, son yirmi yıldır katı bir endüstriden kaçış dönemi yaşıyor.

Günümüzün büyük gecekondu bölgeleri 1970-1980’lerde meydana getirilmiş. 1960 öncesi, asıl soru, 3. Dünya Ülkeleri’nin neden yavaş geliştiğiydi. Büyük kurumsal engeller, bu yavaşlığın sebebiydi. Sömürge imparatorlukları kente girişi hala kısıtlıyordu. Aynı dönemde Çin ve diğer Stalin yanlısı ülkeler, iç göç ve sosyal hakları kontrol etmek için yerel pasaport uygulaması yapıyordu. 1960’larda sömürgeliğin son bulması ile büyük kentsel patlama gerçekleşti.

Ekonomik gelişme olmadan kentler nüfusun çoğalması ne şekilde sürebilir?

TD: Sizce 92 yılında çıkan ayaklanmalar bunun bir parçası mıydı?
MD:
LA 1. Dünya kenti olmasına rağmen 3. Dünya’nın tüm temel niteliklerini barındırıyor. Bu özellikleriyle küresel kargaşa modeline tam uyum sağlıyor. O dönemde LA’in politikacıları ve liderleri için görülmez olan, ama sokaklarda açıkça gözlenen, 1938 yılında Güney Kaliforniya’da yaşanan şiddetli geri çekilmenin etkileriydi. Uzay gemileri sanayisinin yarattığı etki çok büyük değildi, ancak kentin fakir ve göçmenlerin bulunduğu yerleşimleri etkilemeye yetti.

Kent merkezinde yaşadığım bir sene içerisinde boş tepeler evsizler, orta yaşlı zenciler ve genç latin Amerikan erkekleri tarafından istila edilmişti. Eğer olayların patladığı durumlar, Rodney King’in gaddarlığı ve genç zenciler için sunulan küresel iş imkanı kokain satıcılığı ise, daha karmaşık büyük ölçekli bir probleme dönüşüyor.

TD: Politikacılar ve liderler, kentte yaşananları global olarak nasıl değerlendiriyorlar?
MD:
1980 yılında Dünya Bankası’nın kuruluşu, ekonomik gelişmeler ve büyük STK’ların keşfi sonucu insanlar bir şekilde kafalarını sokacak bir delik buldular.

Fakir insanlara yol gösterilmeli ki kendi evlerini inşa etsinler ve kendi yerleşim bölgelerini düzenlesinler. Bu kentleşmenin yükselişini haklı çıkartabilir. Ancak bu, Dünya Bankası’nın elinde tamamen yeni bir paradigma haline geldi. Eyalet tamamdı. Eyalet için endişelenmenin gereği yoktu. Onlara göre, fakir insanlarda kentte kendilerine bir yer bulurlardı ve bunun için sadece küçük kredilere ihtiyaçları vardı.

TD: Ve bu küçük krediler...
MD:
Evet, bu doğru ve böylece bu fakir insanlar kendi kentsel dünyalarını ve kendi işlerini yaratabilecekler. Çöküntü bölgelerinden oluşan bir gezegen.

Planet of Slums projesi, küresel kentsel işsizlik krizi ve iklim değişiklikleriyle beraber gelecek ortak yaşantımızı tehdit eden unsurlar üzerine UN Challenge raporu ile beraber yürütülen bir çalışma. Kabul edildiği gibi kentsel yoksulluk ve yasadışı yerleşimler üzerine yapılmış geniş uzmanlık gösteren araştırmalarla beraber fakir şehirler üzerine yapılan kuramsal gezilerden iki önemli sonuç çıkıyor.

Birincisi, boş arazilere izinsiz yerleşim sona erdi. Günümüzde boş alana yerleşim yapacaksanız eğer, seçtiğiniz yer pazar payında değersiz ve insan hayatı için güvenli olmayan araziler olabilir. Örnek olarak Latin Amerika şehirlerinden biri olan Tijuana’ya bakalım. Tijuana’nın bir kaç mil güneyine gidildiğinde, gecekonducular tarafından işgal edilmiş bir alan görürsünüz. Burdaki bazı gecekondular kendi içlerinde bölünüp daha da genişleme gösteriyor. Tijuana’da yaşayan çok fakir insanlar nehir yataklarının ya da nehir kıyılarını tercih ediyor. Bu alanlardaki evler, Üçüncü Dünya Ülkelerin’de sıklıkla görüldüğü gibi birkaç yıl içinde yıkılacak.

Zaman içinde özelleşen izinsiz yerleşim, Latin Amerika’da artık “korsan kentsel” olarak anılıyor. 20 sene önce insanlar terk edilmiş alanları işgal ediyor, tahliyelere direniyor ve sonrasında da eyaletler tarafından işgal ettikleri bu alanlar onlara kabul görülüyordu. Fakat şimdi küçük arsalar için büyük paralar ödüyorlar, eğer bu paraları karşılayamazlarsa başka insanlardan kendilerine kiralık yerler buluyorlar. Eğer Güney Amerika’da bulunan Soweto yerleşkesine giderseniz, arka bahçelerinde bulunan kulübeleri kiraya veren insanlar göreceksiniz. Bazı gecekondu yerleşimlerinde ikamet edenlerin çoğu uzun seneler o yerleşimlerde yaşamış küçük mülkiyet sahiplerinden oluşuyor. Eğer mülk sahipleri değillerse kesinlikle kiracı olarak yerleşmiş fakir insanlardır.

İkinci önemli sonuç, yasal olmayan ekonomik kazançları içeriyor. Fakir insanların geçim kaynağı olarak sokak satıcılığı, gündelik işçilik, temizlik işleri gibi kayıtdışı ekonomik faaliyetlerine eğilimleri var. Kayıtdışı kazanç, insanların mülkiyet sahip olmasında izinsiz yerleşime oranla küçük çaplı girişimcilik olarak ele alınarak daha fazla gündeme getirildi. Sıkıştırılmış alanlara yerleştirilen insanların hayatları üzerine yapılan araştırmalara bakıldığında el arabalı sokak satıcıları, evlerinin bir kısmını alkol satışı için kullanan Afrikalı kadınlar ve işyerlerinin kapılarında bekleyen insan kuyrukları göze çarpıyor.

TD: Bir şekilde Eski Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin 300. sıradaki ülkeler olduğunu mu söylüyorsunuz?
MD:
Anlamak istediğim fakir şehirlerdeki yerleşim için olan iki mekanik konaklama ilkesi. Fakir şehirlerin, yüksek hızla gelişmesini büyük bir heyecanla bekliyoruz. Uğursuz fakat ortalıkta olan bir soru var: Sınırların arkasında ne yatıyor?

TD: Planet of Slum’dan bir alıntı: “Zengin ülkelere büyük ölçekteki göçleri önlemek amacıyla yapılmış yüksek teknoloji sınır uygulaması, sadece bu yüzyılda fazlalık olarak görülen insanların eşya deposu gibi kenar mahallelerde politikacıların elinde oy alabilme sorununa çözüm olarak duruyorlar.
MD:
Dublin ve Nepal günümüz modeline uyan iki önemli fakir 19 yüzyıl Avrupa şehirleri. Hiçkimsenin bu iki şehir için gelecek görememesinin sebebi Dublin ve Nepal oldukları için değil, Atlantik göçüne kapı rolü oynamalarıydı. Günümüzde ise güneyin çoğu kısmı göçün önlemebilmesi için kapandı. Yüksek kalite işçi sınıfının akın etmesi dışında Batı Avrupa’nın ve Avusturalya’nın sınır çocukları ihraç edilmek için eğitildi. Amaç, işçi alımının tamamen kapatılması değil sadece işçi kaynağını düzene sokmak.

Değiştirilemeyen etkenler insanları kırsal hayatlarından ayrılmaya zorluyor. Göç eden insan popülasyonu küresel ekonomiyle beraber kenar mahallelerde yığın olarak yerleşim gösteriyor.

Birleşmiş Milletler’de bu tür yerleşimcilere eski yerleşimciler diyebiliriz. Amerika şehirlerine bakıldığında çarpıklaşmanın en önemli kısmı eski yerleşimcilerin tasfiye edilmesi. Şehrin en tehlikeli kısımlarında yaşayan bu fakir insanlar her sene gitgide artan doğal afet vergisi adı altında devlete ödeme yapıyor ve su taşkınlarının sık görülebileceği, toksit atık döküm alanlarının yanında yaşıyorlar. Üçüncü dünya büyük şehirlerini gidip bakıldığında görülecektir ki, iletişim için banliyölerde çok farklı geçişler bulunuyor.

TD: Buna “Yeryüzünde varolan hiçlik” diyorsunuz.
MD:
Evet. İnsancıl olmayan kentleşme. Örrnek vermek gerekirse, bir radikal islam grubu birkaç yıl önce Casablanca’ya saldırıda bulunmuştu ve o şehirde yaşayan 20’ye yakın masum çocuk ölmüştü. Sınır kenarlarında doğan bu insanlar, düzenli işlere sahip olamadan köktendinci komşuları tarafından besleniyor ve hiçbir zaman kentle bütünleşemeyecek şekilde kırsal hayatlarından kovuluyorlar. Onların kenar mahalle yaşamlarında düzen, sadece camiler ya da İslam örgütleri tarafından sağlanıyor. Benim düşünceme göre saldırıda bulunan bu insanların çoğu daha önce şehir merkezi görmemiş kentsel çöplük alanlarına emanet edilmiş.

Hindistan’ın yeni yüksek teknoloji vitrini olan Haydarabad şehrine bakarsak 60.000 yazılım mühendisi ile Santa Clara Vadi’sindeki Kaliforniya tarzı insanların çoğaldığını görebiliyoruz. Haydarabad, milyonlarca insanları barındıran kenar mahallelerle çevrili bir kent. Yazılım mühendislerinden daha çok çöp toplayan insanlar bulunuyor. Çoğu yeni orta sınıf yaşamların yaratılması için kenar mahallelerden kovulmuş yüksek teknoloji ekonominin kırıntılarını toplayan kentliler.

Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.