Haberler

Defne'nin gözyaşları

Tarih: 17 Temmuz 2006 Kaynak: Milliyet Yazan: Nedim Gürsel

Bir adı da "çağlayanlar" olan Antakya'nın sayfiyesi Harbiye'deyim. Roma dönemindeki adıyla Defne'de. Defne'yi bilirsiniz. Bir zamanlar su perilerinin en güzeli, en alımlısı, kuşkusuz en safıydı. Güneş tanrısı Apollon onu görüp de peşine düşmeseydi, babası Zeus'a özenip bu çekici kadına sahip olmak istemeseydi, Defne hep böyle beyaz, endamlı, suda açan bir nilüfer kadar temiz kalacaktı.

Ne var ki, boş zamanlarında (yani hasat kalkıp sürüler ağıla döndükten sonra) kendini kitarasının eşliğinde niksar içmeye veren Apollon ilk görüşte sevdalandı Defne'ye. Bugün Asi adıyla anılan Orontos Irmağı'nın kıyısında peşine düştü. Artık bir satirden farkı kalmamıştı tanrının. Defne kaçtı, o kovaladı. Kovaladıkça şehvet duyguları kabardı.

Arzunun tutsağı olmuştu anlayacağınız. Gözü Defne'nin endamlı gövdesinden başka bir şey görmüyordu. Sık ormanlardan, güneşte göveren yemyeşil çayırlardan, toprak ananın bu yörede insanoğluna bağışladığı meyve bahçelerinden geçtiler. Sonunda Defne yoruldu, tam burada, Orontos'un kabarıp taştığı bu kayalık tepede teslim oldu Apollon'a. Ama son bir çabayla "Toprak ana", diye yalvardı, "ört beni, sakla beni, beni koru!"

Güzel perinin yalvarmalarına dayanamayan toprak ana bir ağaca dönüştürdü onu. Apollon'un hevesi kursağında kalmış, Defne'nin gövdesi odunlaşarak bir ağaca dönüşmüş, göğüsleri kabuk tutmuş, saçları yaprak olup rüzgarda hışırdamaya başlamıştı. Kolları da dal biçiminde uzamıştı, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine daldıkça.
Bir tek gözyaşları hâlâ güzel bir peri, çekici bir kadın olduğunun kanıtıydı. Onlar da zamanla şelaleye dönüştüler, çağlayarak akıp kentin ortasından geçen ırmağa karıştılar.

Zevksiz yapılaşmanın sonucu
Defne efsanesinin çıktığı Harbiye, Roma döneminde Antakya'nın su gereksinimini sağlayan bu serin ve gölgelik sayfiye şimdi köhne tesisleriyle bir kebap cennetini andırıyor. Gerçi zümrüt yeşili bir suyun kıyısında piknik yapmak da mümkün ama zevksizliğin doruğundaki yapılaşma çevreyi kuşatıp bozmuş, bu güzel doğa parçasını ele geçirmiş.
Dağdan gelen serin, saydam suyun kıyısındaki çam ormanı bile Harbiye'nin çirkinliğini, plastik masa ve sandalyeli kebapçılarının derme çatmalığını örtemiyor. Evet, kırmızıbiber ve zeytinyağına batırılmış lavaş ekmeğine bol maydanozlu, acılı tepsi kebabını katık edebilirsiniz burada ama çarpık yapılaşmanın yol açtığı bozulmayı göz ardı edemezsiniz.
Kebapçıların tabelalarındaki Arapça yazıları da, eğer eski alfabeyi biliyorsanız, okuyabilirsiniz. Esnafın büyük çoğunluğu Suriye kökenli. Yalnızca otel ve pansiyonlarda değil, Amik Ovası'na hakim tepelerdeki "nargile evleri"nde de Arapça konuşuluyor. Duyduğuma göre, Samandağı'nda bu oran, yani Arapça konuşanların oranı yüzde 90'ın üzerindeymiş.
1938'de Fransızlarla yapılan görüşmelerin ertesinde Türk askeri Hatay'a girdi, temmuzda yapılan seçimlerden bir ay sonra, 2 Eylül 1938'de Hatay devleti kuruldu. Devlet başkanlığına Tayfun Sökmen seçildi. 29 Haziran 1939'da bölgenin karmaşık etnik yapısını yansıtan temsilcilerin oylarıyla Hatay Meclisi "anavatana ilhak" kararı aldı.

İçler acısı durum
Bütün bunlar iyi güzel de, bu tarihi kararın alındığı güzelim taş yapı, Asi Irmağı'nın kıyısındaki eski meclis binası neden bir türlü müzeye dönüştürülemedi? Bir zamanlar porno filmlerin gösterildiği bu mekan neden hâlâ sinema olarak kullanılıyor?
Antakya etnik mozaiğini, yani Alevi, Sünni, Ortodoks ve Katoliklerden oluşan -buna sayıları çok az olmakla birlikte Museviler de dahil- halkının bir arada barış içinde yaşayabileceği ortamı koruyabilmiş ama yakın ya da uzak tarihsel geçmişine sahip çıkamamış. Bunun en somut örneği meclis binasının içler acısı durumu değil yalnızca, eski Roma köprüsünün hoyrat ellerce yıkılması. Evet, genişletmek bahanesiyle kentin en eski anıtını da yok etmiş yerel yönetim.
Yolu buraya da düşen Evliya Çelebi kentin kalesinden söz ederken şöyle diyor: "Antakya'nın kuruluşu İstanbul'dan öncedir. Büyük suru, beş dağın üstüne kurulmuştur. Kale yapısında kullanılan taşların her biri, fil azmanı büyüklüğündedir. Yapı ustası Ferhad, baltasıyla taşları birbirine öyle kaynaştırmış ki, tüm duvar yekpare taştanmış izlenimini verir."
Umarım belediye bu "fil azmanı" taşlara da el atıp tarihi Antakya Kalesi'ni yıkmaya kalkışmaz. Yoksa Defne'nin gözyaşlarında boğulur gideriz.

Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.