Haberler

İstanbul'u satıp Anadolu'yu kurutmak

Tarih: 5 Haziran 2007 Kaynak: Birgün Yazan: Mustafa Sönmez
Nüfusu 12 milyonu geçen İstanbul'un bu nüfusuna her yıl 350 bin kişi katılıyor. Bu, her gün İstanbul'a 958 kişinin daha katılması, her saatte de İstanbul nüfusunun 40 kişi çoğalması demek. Bu nüfus artış hızıyla, gelecekte yıllık artışlar önce 400 binler, sonra 450-500 binlerle ifade edilecek.

Oysa İstanbul'un nüfusunun 1 milyonu gördüğü yıl 56 yıl önce, yani 1941 idi. İstanbul, 37 yıl sonra ise 2007'de 13 milyonluk bir megapol. 37 yılda 10 milyon artış! Binde 18 olan Türkiye ortalama yıllık nüfus artış ortalamasının çok üstünde, binde 30 nüfus artış hızına sahip İstanbul, bu hızı azaltamazsa, 2023'te 21 milyonluk, 2050'de ise 49 milyonluk megapol olacak. Bugün, Türkiye nüfusunun yüzde 17'sini barındıran İstanbul, 2050'de Türkiye nüfusunun yarısının yığıldığı bir "bölge" olacak. Düşünmesi bile ürkütücü!

Nüfusun çoğalmasında üçte iki pay göçlerin, üçte bir pay da doğal nüfus artışının. Göçün önünü kesmeden İstanbul'un aşırı nüfus yığılmasından kaynaklanan bir dizi kent sorununa, sosyal, ekonomik, politik sorununa da çözüm üretmek imkânsız.

Yaklaşan felaket bu kadar ortada iken, ülkeyi yönetenler bu tehlikeyi görmezler mi? Sorunun farkındalar ama çözüm olarak düşündükleri, genele dair yaklaşımlarıyla uyumsuz olduğu için uygulanması mümkün olmayan palyatif önlemler olarak kalıyor. Aslında yıllardır çözüm olarak ifade edilen şu: İstanbul'da aşırı nüfus birikimini, dolayısıyla iktisadi, çevresel, mekânsal yığılmayı yavaşlatmanın, mümkünse geriletmenin yolu, İstanbul'un dışında Anadolu'da yeni çekim merkezleri oluşturmak, nüfusun o bölgelere yönelmesini sağlamak, hatta her 4 kişiden birinin göçmen olduğu bu ülkede insanları yerlerinden yurtlarından hoşnut kılarak mekânlarında yaşamlarını sürdürmelerini kolaylaştırmak. Bölgeler arası dengesizliklere müdahale edecek bir kamu otoritesini, teşvik sistemini, kamu yatırımcılığını, tarıma korumayı, desteği içeren bir "sosyal devlet" pratiğini gerektiriyor.

Gelin görün ki, küreselleşme rüzgârı, sosyal devlet nosyonunu fırlatıp attığından, bölgelera-rası denge, bölge planlaması kavramı da buharlaştı. Küreselleşmenin ezberlettiği cümlelerden "mekân"a ait olanı şöyle buyuruyordu: Ulusal, bütüncül plan terkedilmeli, kentler arası rekabet teşvik edilmeli, hatta büyük metropoller, dünya kentleri liginde yarışmalı.

Böyle olunca, bir "ülke vizyonu" geliştirip onun çerçevesinde bölge, kent vizyonlarını üretmek yerine, İstanbul vizyonu geliştirip, Anadolu'nun kaderini de o vizyonun kuyruğuna, belirleyiciliğine takmak yoluna gidildi. Her kente de rekabet gücünü artırması tavsiye edildi. Bu amaçla ne işe yarayacağı belli olmayan kalkınma ajansları oluşturuldu.

1980 sonrasında İstanbul'a ilişkin misyon, kısaca "İstanbul'u satmak" olarak sloganlaştırıldı. 1980 öncesine kadar iç pazara dönük sanayinin kurulup geliştirildiği, sermaye birikiminin esas olarak bu sanayi üstünden sağlandığı İstanbul'un 1980'lerde, özellikle de "duvarın yıkıldığı 1990" sonrasında, sektörel öncelikleri, buna bağlı arazi kullanımı esasları yeniden tarif edildi. Sanayi, İstanbul'dan iyice desantralize edilecek, boşalan arsalara da büyük plazalar, villa siteleri,alışveriş merkezleri, eğlence merkezleri, turizm, kültür endüstrisi yatırımları yapılacaktı. Bu yatırımlar, daha çok küresel sermayeye hizmet verecek, küresel sermaye, Akdeniz, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya'yı İstanbul'daki üslerinden kontrol edecekti. İstanbul ise bu küresel sermayeye gayrimenkulleri, üst düzey hizmet sunumları, turizm ve kültür endüstrisi ürünleriyle hizmet verecek, artık 1980 öncesi sanayiden sağlanan birikim, yeni dönemde hizmet üretiminden elde edilecekti. Bu, İstanbul'un taşı toprağının daha çok önem kazanmaya başlaması, kent arsasının rantının daha yükselmesi demekti.

Bu durumdan, rantı yüksek kesimlerde geniş arsa stokları olanlar avantaj yakalamışlardı. Hatta, 1980 öncesinin gecekondu sahipleri bile.. Ama, 1980 öncesi gecekonduya, barınma, ücretliyi işyerine yakın tutan mesken gözüyle bakılırken, artık gecekondu, arsası için ele geçirilmesi gereken hedef olmaya başlayacak, İstanbul'un en güzel doğal alanları, Boğaziçi kıyıları, orman arazileri, su havzaları bir anda ele geçirilip üstüne yapılar dikilecek yerler haline gelecekti.

İstanbul rantına hücum süreci 1980'lerin başında Özal'ın ANAP iktidarında başlatıldı. Önce, Boğaziçi öngörünüm bölgelerine, Anayasa Mah-kemesi'nin iptal kararına rağmen villa siteleri yapılarak Boğaziçi taşlaştırıldı. Taksim'e Park Otel ve Gökkafes gibi iki ucube dikildi ve Merkezi İş Alanı Beşiktaş'tan Levent'e, oradan Mas-lak'a uzandı, bu aks üstünde gökdelenler yığıldı. Ofis-rezi-dans amaçlı bu yapıları, ormanlara ve su havzalarına yakın özel güvenlikli villa siteleri izledi.

2000'lerde hızlanan bu vahşi yapılaşma, büyük sermayenin "benden sonrası tufan" adam-sendeciliği, doğallıkla kamu otoritelerine "sürdürülebilirlik" ilkesini anımsatacak ve harekete geçirecekti. Bu kadar yağmalanır gibi tüketilen İstanbul'a bir "plan" ile müdahale etmek, "İstanbul'u satmayı" planlı yapmak gerekirdi! İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı "İstanbul Çevre Düzeni Planı" (Özet Ra-porTemmuz 2006) adıyla 2006'da hazırlanan planda yağmanın itirafı, Başkan Kadir Topbaş'in Önsöz'ünün ilk paragrafında şöyle yer alıyordu: (Özet Rapor, Temmuz 2006)

"Ayrıcalıklı coğrafyanın sağladığı doğal güzellikler ve tarihsel zenginliklerle bezenmiş İstanbul'un maruz kaldığı plansız girişimler sonucu anılan değerlerinin kısmen maskelenmiş, kısmen de yitirilmiş olduğu üzüntüyle gözleniyor. İstanbul'a hak ettiği tarihsel ve çağdaş konumunu planlı yaklaşımlarla kazandırmak kuşağımız siyasilerinin, bilim insanlarının ve uzmanlarının erteleyemeyeceği bir görev oluyor."

Plan, geç de olsa, gidişattaki vehameti görmüş gibi: "Tarihi Yarımada'dan başlamak üzere, Büyükdere aksı boyunca Maslak'a kadar uzanan ve üst düzey hizmetlerin yoğunlaşma eğilimi yüksek tek merkezli çekim noktası olarak gelişen MİA, kentin doğal alanlarını tehdit eden kuzey gelişiminin temelini oluşturduğu gibi, iki kıta arası kentsel trafiğin yoğunluğunu artırıyor." Plan, bu tesbitten sonra yönelimini de şöyle ifade edecekti: "MİA'nın Maslak aksından kuzeye doğru ilerlemesi sürdürülebilirlik ilkesiyle ters düşüyor. Bu çerçevede, bu merkezin rahatlatılması, merkezi kentsel dokulardaki fonksiyonların yer seçim süreçlerinin yeniden tanımlanması ve köprü geçişlerinin azaltılması politikası benimseniyor. Bu nedenle, Maslak aksında daha fazla gelişmeye izin verilmemesi ve mevcut yüksek yoğunluklu yapısının rehabilite edilmesi öngörülüyor. Planda MİA gelişimi ve bağlantılı yol ağı, tarihi merkezden daha batıya, coğrafi merkeze ve yoğunluk merkezine doğru çekiliyor. Bu karar ormanların korunması yönünde temel bir araç olduğu gibi, MİA'nın rahatlatılması, Tarihi Yarımada ile Boğaziçi üzerindeki baskının azaltılması ve tarihi dokunun korunması hedefini de destekliyor." (s.93)

Önemli olan, Plan'ın stratejik hedefinin değişmediği, aynı stratejik hedef doğrultusunda mekâna bazı müdahalelerin yapılmak istenmesi. Hedef ise Plan'da şu cümlelerle özetleniyor:

"İstanbul için öngörülen, küresel üst bölgenin yönetim hizmeüerine de talip olması ve üst bölge ekonomisinden daha fazla pay almasıdır. Bu üst bölge Avrupa, Balkanlar, Karadeniz havzası, Kafkaslar ve Türki Cumhuriyeder, Ortadoğu ve Akdeniz havzasını kapsıyor. Dolayısıyla, İstanbul'un anılan üst bölgeyle ekonomik, sosyal, tarihi, kültürel, diplomatik, iletişim ve ulaşım bağlantılarının güçlendirilmesi öngörülüyor ve uluslararası bölgesel merkez olarak hizmet vermesi hedefleniyor."

Küresel metropollerin, sanayi üretiminde yoğunlaşmayı bırakıp, bilgi ve teknoloji üretimine ağırlık vererek, üst düzey hizmeder, fınans ve bilişim sektörlerinde küresel pazarın en rekabetçi öğelerini geliştirdiklerini ifade eden Plan, İstanbul'u hizmet sektörü eksenli, hem de oldukça nitelikli işgücü istihdam eden üst düzey hizmet üreticisi olarak tarif ediyor.

Planın yapısal dönüşüm hedefi doğrultusundaki önemli bir politikası ise tek merkezli yapıdan çok merkezli bir yapıya geçerek, Anadolu ve Avrupa yakasında çekim merkezleri ve gelişme alanları oluşturmak. Avrupa Yakası'nda Çekme-ce'nin Batı'sında, Anadolu Yakası'nda ise Sabiha Gökçen Havalimanı'nın Doğu'sunda kalan alanlar, yeni çekim merkezleri ve gelişme alanları olarak tanımlanıyor, İstanbul'un, güneyine lineer olarak yayılan bir mekansal dönüşüm öngörülüyor. Marmaray'ın da dahil olduğu raylı sistem ve deniz taşımacılığı ulaşım projelerinin de bu mekansal dönüşümü destekleyen tamamlayıcı projeler olarak düşünüldüğü anlaşılıyor.

Plan, kilit paragrafı şöyle kurmaktadır:

"Vizyon Bileşeni I:
• Güçlü ve rekabetçi bir ekonomik büyüme sürecini yakalamak, kentin rekabetçi üstünlüklerini ön plana çıkarmak,

• İstanbul'un tarihsel olarak 'Doğu-Batı Arasında Bir Ana Geçiş Kapısı' olma üstünlüğüne dayanan imajını çağdaş yorumlara konu etmek

• İstanbul'da rekabet üstünlüğü taşıyan ueya taşıyabilecek sektörleri desteklemek

• İstanbul'u, sürekli etkinliklerin yer aldırı bir Kültür Turizmi ve Kültürlerarası Diyalog Merkezi olarak ön plana çıkarmak

• İstanbul'un Batı'dan Docju'ya doğru açılan geniş bir coğrajyanın Üst Düzey Hizmetler ve Yönetim Merkezi olma potansiyelini vurgulamak

• İstanbul'u uluslararası ulaşım ilişkilerinde bir Yolcu ve Yük Transfer Merkezi yapmak.." (s.122)

Vizyon Buysa
Bu, yeni bir "vizyon" değil; 1980'lerde kırık dökük tarif edilen, 1990'larda vandalizm örnekleriyle uygulanan sürecin 2000'lerin ortalarında "plan" kılıfı giydirilmiş versiyonudur. İstanbul vizyonu bu olacaksa ve bu harita ile yol alınacak-sa, bakın nelere gebedir gelecek:

1- İstanbul'un coğrafyasını, arsa rantını paraya tahvil etmeyi asli iş edinen bu yaklaşım, dünyanın en adaletsiz metropollerinden biri olan İstanbul'da gelirin-servetin hâkimi bir azınlığın gücüne güç katmaya hizmet edecek. İstanbul,

Türkiye gelirinden yüzde 30'a yakın pay alıyor, İstanbul'un nüfusunun yüzde ı'lik süper azınlığı ise, bu gelirin yüzde 30'una tek başına el koyuyor. Yüzde ı'lik azınlığın İstanbul pastasından aldığıyla , İstanbul nüfusunun yüzde 76'sınm aldığı pay aynı.
Bu kadar gelir-servet eşitsizliğinin üstüne, arsa rantının kazandırdığı vergilendirilmedi-ği için hem İstanbul içi hem de ülke içi gelir uçurumu açılıyor. Buradan yaratılacak yeni uçurumlar, kutuplaşmalar, İstanbul'daki yüksek gerilimi daha artıracaktır.

2- İstanbul'u küresel kent yapma hevesi, özel sektör yatırımlarının İstanbul toprağına yoğunlaşmasına neden oldu ve olacak. Sanayiden uzaklaşarak İstanbul yatırımlarına yönelen özel sermayenin bu tercihi, kamu yatırımcılığı da rafa kaldırıldığına göre, olası yatırımlardan mahrum kalacak Anadolu'yu iyice çoraklaştıracak. Göçler artacak. İstanbul nüfusunu 2010'larda 16 milyonda bloklamak ve nüfus artışını sıfırlamak hedefi lafta kalacak. Anadolu'ya dair vizyonu olmayan bu yaklaşım, umduğu İstanbul'u yaratamayacağı gibi, göçle başedemeyecek.

3- Bir ülke vizyonu olmadan, salt İstanbul'u satma, sözde dünya kenti yapma ezberi, Anadolu'daki irili ufaklı sermayenin artan oranlarda İstanbul'a göçünü hızlandıracak, dahası, Plan'da da hedeflendiği gibi, nitelikli işgücünü daha çok İstanbul'a çekecek ve bu işgücü İstanbul'a yöneldikçe Anadolu, gelişme için gereksinim duyduğu nitelikli insan kaynağı yönünden de yoksullaşacak, kuruyacaktır.

4- İstanbul'u hizmet sektöründe, hem de nitelikli işgücüyle yapılacak üst düzey hizmet üretiminde uzmanlaştırmak hedefi, hemen şu soruyu sorduruyor: Niteliksiz işgücü, sayıları şimdiden 1 milyonu aşan işsizler, kayıtsız işgücü, kentin çevresine tutunmaya çalışan milyonlarca yığın ne olacak, ne iş tutacak, nerelerde barınacak? Aslında, "Planlı satış" senaryosunda sorunun cevabı zımnen var: Varlıklılara, Boğaziçi, Beşiktaş-Levent-Maslak- Ormanlar, su havzaları aksı ayrılırken, dışarıda kalanlara kentin güneyinin iki uçları, Siîivri-Geb-ze arası uygun görülüyor, Marmaray ve metroyla bu kesimin neredeyse yeraltında yaşayıp gitmeleri öngörülüyor. Bunun nasıl ikili bir yapı yaratacağı, kutuplaşmaları, mekânsal bölünmüşlükleri, cemaatlaşmaları nasıl tırmandıracağı bilmem düşünülmüş mü?

5- İstanbul'u satma saplantısı, İstanbul'un kamusal varlıklarının haraç-mezat satımını da kamçılıyor. Özelleştirmelerİe KİT'lerin kökünü kazıyan iktidarlar, şimdi satılacak mülk olarak İstanbul'un kamu arsalarına, varlıklarına göz dikti. Galata, Haydarpaşa projelerinde henüz amaçlarına ulaşamayan AKP iktidarı, Karayolları binası ve İETT garajı satışlarının ardından bir dizi kamu mülkünü daha satış listesine koydu. Ama bununla bitmiyor: Belediye Planı, bir dizi Hazine arazisi, vakıf arazisi, askeri alanın da kendilerine devredilmesini ve düşündükleri "mekânsal dönüşüm" için bu arsa stokundan tasarruf hakkının kendilerine devrini istiyor. Düzenleme için kontrol altına alınacak bu kamu arazilerinin, büyük rant-servet aktarma fırsatı yaratacağı, eşitsizlikleri artıracağı, özellikle iktidardaki partiye yakın sermaye grupları için kullanılacak kayırmacılık fırsatları yaratacağı açık.

6- Belediye'nin Planı'nın, Levent-Maslak ak-

sında oluşan tek merkezi, altbölgeler yaratarak çok merkeze dönüştürme niyeti gerçekleşecek gibi görünmüyor. Birincisi, bölgede arsası olan birçokları "kazanılmış hakları"ndan vazgeçmeyerek plazalaşmayı sürdürecek. Bölgenin arkasında Gültepe'den Çeliktepe'ye, Ayazağa'ya uzanan "dönüştürülmemiş" kullanılmak istenilen bir arsa stoku var. Dolayısıyla, Plan'ın hedefleriyle "para"nın hedefleri sürekli didişecek ve yoğunlaşma, üçüncü köprüyü de dayatarak, sürecek gibi görünüyor. Bu da kuzeye hücumla, İstanbul'un akciğeri ormanların, su havzalarının yağmalanmasının devamı demek.

7- Küresel kent olma saplantısı ve bugüne kadar gerçekleşen yıkıcılığı tamir çabası, kıt-laşan kamu yatırımlarının da İstanbul için kullanılmasını dayatıyor. Ülke genelinde öncelikle eğitime, sağlığa ayrılması gereken kamusal kaynaklar, büyük plazaların yol açtığı trafik keşmekeşine kavşak, altyol-üstyol, tünel vb inşası için harcanıyor, bu anlamda da gelir-kaynak dağılımındaki eşitsizlik kamu harcamaları üstünden derinleşiyor.

Olması Gereken
Türkiye vizyonu olmadan, İstanbul vizyonu yaratmaya çalışmak, Türkiye bütününü ve dengelerini gözetmeden İstanbul'u ayrı bir ülke gibi, dünya kentleriyle yarışa sokup, eldeki kaynakları salt bu alana teksif etmek, ancak sermaye sahibi büyük grupların çıkarına bir yöneliş olur, ülke genelinde ise gelir eşitsizliklerini, bölgesel uçurumları derinleştiren, kutuplaşmaları, gerilimleri artıran sonuçlar yaratır. Olması gereken şudur: Küreselleşmeci zihniyetin demode saydığı şeyi, ülke vizyonunu, İstanbul vizyonunun önüne çekmek, önce Türkiye'nin bütününe ilişkin bir vizyon üretip bunun içinde de İstanbul-Anadolu dengesini kurarak İstanbul'u rahatlatacak, Anadolu'yu da çölleştirmeyecek bileşenleri bulup çıkarmak.

Elbette ki, İstanbul, artık bir hizmet metropolü olmalı, elbette sanayiden, özellikle de kirletici sanayiden arındırılmalı, turizmde, kültürde, bilişimde, fınanstaki avantajları iyi değerlendirilmeli. Elbette ki, İstanbul'un konum rantından en iyi şekilde yararlanılmalı. Ama bu, önce Türkiye'nin tümünde sürdürülebilir gelişmenin, kalkınmanın yol haritası çıkarılarak, yüksek katma değerli, istihdam yaratıcı sektör tercihleri, (bölgesel dengeler de dikkate alınarak), üretilmeli, bu bölgesel işbölümünde İstanbul'un misyonu da yeniden tanımlanmalı.

İstanbul'un Türkiye bütünü içindeki misyonu belirlendikten sonra da, küresel kent rekabeti sıtmasına, saplantısına tutulmadan, eşsiz doğası,çevresi ve bir dünya mirası olma zenginliklerinin duyarlılığı ile İstanbul'a misyon biçilmeli, sosyal adaleti birinci sıraya oturtan vizyon bileşenleri ile İstanbul'a yakla-şılmalı. Fahiş rant artışları vergilemelerle ka-mulaştırılmalı ve bu vergiler gelir uçurumlarını daraltan, sosyal dengeleri gözeten, daha adil bölüşümü, yerleşmeyi amaçlayan politikalar için harcanmalı.

Bunlar yapıldığı ölçüde, İstanbul'a göç dalgası yavaşlar, daha insancıl, daha barışçıl bir iklim hâkim olmaya başlar, İstanbulluluk üstkimliğini yaratmaya hizmet edecek yaklaşımlar ise daha kolay yeşerir.
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.