Haberler

“Osmanlı'yı Kötüleyerek Bir Yere Varamayız”

Tarih: 13 Temmuz 2007 Yazan: Gökçe Aras


2004 yılında Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Valiliği ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleri ile başlatılan “İstanbul Müze – Kent” çalışmaları devam ediyor. “Müze - Kent” projesi kapsamında, ”Tarihi Yarımada”da özellikle Osmanlı mimarisinin örneklerini ve diğer tarihi yapıları yenileyerek çeşitli faaliyet alanları olarak yeniden topluma kazandırmak için de çalışmalara başlandı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama Merkezi tarafından yapılan çalışmalar pilot bölge seçilen Süleymaniye ve Zeyrek ile tüm Tarihi Yarımada’da devam ediyor. Proje koordinatörü Prof.Dr. Cengiz Eruzun “Müze Kent”in çalışmayan bir platform olduğunu ve kendilerine ihale edilmiş bir işi yaptıklarını vurguluyor. “Müze Kent” projesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama Merkezi’nin çalışmaları ile ilgili Prof.Dr. Cengiz Eruzun ve Nergiz Başkaya ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Gökçe Aras: Süleymaniye projesinden söz eder misiniz? Ne zaman başladı? Hangi aşamaya gelindi?

Cengiz Eruzun:
“Müze Kent” çalışmayan bir platform aslında. Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü’nün BİMTAŞ’a ihale ettiği %50’si İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olan bir çalışma. “Müze Kent” Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul Valiliği ve İstanbul Belediye Başkanlığı’nın ortaklaşa oluşturdukları bir kuruluş. Sekreterlik ve danışma kurulu var fakat parası ve statüsü yok. “Müze Kent” dediğimiz zaman saygı duyuluyor fakat aslında hiçbir şey yapmayan bir platform. Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına bir çalışma yapıyoruz. Fakat yaptığımız çalışma sanki Müze Kent’in çalışmasıymış gibi gösteriliyor. Dolayısıyla eleştirenler de “Müze Kent” adına şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar diyorlar. Fakat bunların hepsi yanlış. Biz ihale edilmiş bir işi yapıyoruz. Yanlışımız da yok bize göre. Şu anda “Müze Kent”in ürettiği bir şey yok. “Müze Kent” ismi olan ama varolmayan bir platform.

GA: Burada çalışanlar Süleymaniye Projesi için mi çalışıyorlar? Birimin adı öyle geçiyor da?

CE: Hayır, Tarihi Yarımada’nın bütünü için çalışıyoruz. Bütün Tarihi Yarımada’nın; tarihi, ekonomik, sosyolojik, şehircilik, koruma, mimari ve altyapı analizlerini yapıyoruz. Varolan olumsuzlukların nedenlerini araştırıyoruz. Şu anda % 70 - 80 oranında tamamlandı. Yerinde gözlemler, insanlarla dialoglar ve anketler vasıtasıyla bu araştırmalar yapılıyor. Dolayısıyla insanların eğilimlerini de ölçebiliyoruz.

Şimdi geldiğimiz aşama kentsel tasarım ürünlerine doğru kaymakta. Tarama çalışmalarını uzman yabancı bir firmaya verdik. Bu işi, bilen bir firmaya ihale edersek daha ucuz ve daha kısa zamanda olacağını düşündük. Şimdi hemen hemen bütün Tarihi Yarımada tarandı. Bu makineler bir minübüse bağlı olarak sokaktan geçiyor. Tabi bu arada sokaklar boş olmalı. Bu şekilde taranmış röleveler elde ediliyor. Bu rölövelerin hata payı yok. Sadece kültür varlıkları değil mevcut binalar da taranıyor. Daha sonra taramalar çizgiye dönüştürülüyor. Bu da İstanbul’un genel silüetini kontrol altına alabilmemizi kolaylaştırıyor.

GA: Kentsel tasarım çalışmalarını da siz mi yürütüyorsunuz?

CE: 5366 sayılı yenileme yasası, kültür varlıklarını yenileme ve kullanarak koruma amacını taşıyor. Yasayı yararlı buluyorduk ancak sonuna bir madde konulmuş. Bu maddede, “uluslararası hükümlülükler hariç tutulmak kaydıyla bu yasaya ters düşen hüküm taşıyan yasalar hükümsüzdür” deniyor. Bu yasa böylece çok zararlı hale geldi. Mantıksız işler yapılıyor ve bu bizi rahatsız ediyor. Malesef bunlarla mücadele görevi de bize düşüyor. Şehir ve Bölge Planlamacılar ve Mimarlar Odası da bu yasaya karşı tavır almıyorlar. Bu yasanın yararlı olabilmesi için adı geçen maddenin kaldırılması ya da 2863 sayılı Koruma Yasası hükümlerinin geçerli olduğunun ifade edilmesi gerekiyor. Biz elimizde çeşitli fotoğrafları, belgeleri olan binaları yapmaya çalışıyoruz. Çünkü korumanın o olduğunu düşünüyoruz. Tabi ki ayakta kalabilmiş binalar yıkılmadan onarılacak. Belgelerine ulaşabildiğimiz ama bugün yerinde olmayan kültür varlıkları ise aynı malzeme, aynı plan şeması ve aynı gabarilerle yenilenerek korunacak.

GA: Eleştirilme sebebiniz modern çalışmalar yapmamanız mı?

CE: Modern çalışmalar da yapıyoruz. Fındıkzade’de, Sulukule’de, Ayvansaray’da modern çalışmalar yapılıyor. Bunlar bizim hoşumuza gidiyor. Bazı mecburiyetler var. Örneğin saçak, cumba gibi bölümler olduğu zaman bunlar Osmanlı tarzı olarak görülüyor. Oysa bunlar binanın modern olmasına engel değil. Bunlar taklit anlamına gelmiyor. Örneğin postmodernizmde bir Yunan sütununu uyguladığınızda bu taklit olmuyor ancak kendi mimari öğelerinizi kullandığınızda buna taklit deniliyor. Tarz meselesi en son konuşulması gereken meselelerden biri bence. İstanbul’un tarzı zaten bozuk. Kimse özgün binalar yapmıyor. Korunması gereken bir bina eğer yenilenecekse o binaya yepyeni birşey yapacağıma ve bunu yaparken dergilerden taklit edeceğime karakterini hiç bozmadan binayı aynen yenilemeyi tercih ederim.

GA: KİPTAŞ ve TOKİ ile işbirliği içinde misiniz?

CE: İşbirliği içinde değiliz. Biz ne dersek onu yapıyorlar. KİPTAŞ 8 katlı bina yapmak istiyor, fakat bölgede 3 katın yukarısına çıkılamıyor. Ahşap yapılacaksa ahşap yapılıyor. Tescilsiz binalar ya ahşap yapılıyor ya da çelik yapılıyor, betonarme kullanılmıyor. Betonarme buranın karakterini veren bir malzeme değil. Betonarmeyi spekülatörler işlerine öyle geldiği için işin içine soktular. Biz de bilimsel çalıştığımız için depreme dayanıksız, 60 seneden fazla ömrü olmayan, hatalarla dolu olan binalar yapamayız. Ancak çelik kalıpla yapıldığı zaman betonarmenin hataları engellenebilir. Teknolojide ahşap hala dünyanın en iyi malzemesi olarak görünüyor. Ülkemizde her yer ahşap dolu ama yeterince kullanılmıyor. Ahşap yapı Almanya’da ve İngiltere’de yedi kata kadar serbest. Büyük açıklıklar da ahşapla geçiliyor. Eskiden %80’lerde olan ahşap kullanımı şimdi %3’lere düştü. Çünkü %95’lere varan bir beton kullanımı söz konusu.

Bütün bu tartışmalar İstanbul’un binde üçü kadar olan Tarihi Yarımada için. Tarihi Yarımada’yı yani İstanbul’un binde üçünü yaşatamadığınız zaman, ona yepyeni bir kimlik kazandırdığınız zaman o artık Tarihi Yarımada ve Tarihi İstanbul kimliğinde olamaz. Venedikli, Romalı ne yapıyorsa biz de onu yapacağız. Onlar binanın sıvasının dökülmesine bile engel oluyorlar. Ve bina kullanılacaksa da görünüşüne dokunmadan kullanılıyor. Kullanılmayacaksa da müze yapılıyor. Binaların içinin de değiştirilmesi 1999 yılına kadar yapılabiliyordu. Bir yıllığına ben Ankara’da yüksek kurul üyesi oldum. O süre içinde bütün ilke kararlarını tekrar gözden geçirdik. Kültür varlığı binaların bütün plan şemasının da korunması gerektiğine dair bir karar ekledik.

GA: İMÇ’nin yıkılıp yerine Prestij Konutları adı altında Osmanlı mimarisi ile 50 adet villa yapılması düşünülüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

CE: Burası eskiden konut alanıydı. Çünkü eskiden Eminönü - Fatih ayrımı yoktu. Burada yol da yoktu, arazi yumuşak bir eğimle Haliç’e doğru iniyordu. Tamamen eski haline getirmek mümkün değil. Atatürk Bulvarı’nı şimdiki haliyle ama yayalaştırarak korumak istiyoruz. Henüz yapabilmiş değiliz ama araçları alttan tünelle geçirmeyi amaçlıyoruz. Buraya Prestij Konutları değil de; içinde çarşılar, hizmet yapıları, kültür ve sanat yapıları içeren çok fonksiyonlu bir işlev vermek istiyoruz. Çünkü büyük yaya platformlarını ancak bunlar besleyebiliyorlar. Benim gördüklerim içinde bu konuda en beğendiğim örnek Münih’teki Marianplatz. Burası da çok geniş bir ana cadde. Burada da Marmara Denizi’ni Haliç’e bağlayan hoş bir yaya yolu olmalıdır. Hala üzerinde çalışıyoruz.

Ancak bu 5366 sayılı yasa çıktığı için bizim söylediklerimiz pek de dikkate alınmayabilir. İstanbul, Osmanlı’nın yanı sıra Roma ve Bizans kültürlerinin oluşturduğu bir kimliğe sahip. Roma ve Bizans’ın çoğu toprak altında olan çok sayıda eseri var. Ayasofya ve Aya İrini gibi birçok kilise korunuyor. Kiliselerin karakterleri bozulmadan camiye çevrilmiş. Oysa bizim Balkanlar’da, Bulgaristan’da, Yugoslavya’da bizim camilerimiz yıkılmış. Kiliseye çevirme yöntemine bile gidilmeden ortadan kaldırılmışlar. Kimse bizim yanlış yaptığımızı söyleyemez. Osmanlı’da var olan yerler yıkılmaz. Bizde devlet zihniyeti vardır. Şu anda problemler yaşanmasına rağmen kurumsallık yönünden çok daha ilerideyiz. Bu sorunlar aşılırsa ülkenin sırtı yere gelmez. Saygı duyulmasaydı surlarımız dahil hiçbir şey kalmadığı için tartışılamazdı da. Tarihi eserlere bizde toprak altında bile saygı gösteriliyor. Örneğin aşağıda Bizans varsa onun üzerine bina yapmamak lazım. Ya hiç bina yapılmıyor ya da Osmanlı’da yapıldığı gibi burada ahşap hafif olduğu için temelsiz bina yapılabiliniyor. Böylelikle temel kazıp alt tarafı tahrip etme durumu olmuyor. Ahşabı bu kadar çok kullanma sebeplerimizden biri de bu. Ahşap ayrıca depreme de çok dayanıklı.

Biz hakiki ahşap binalar yaptırıyoruz. Süleymaniye ve Zeyrek gibi ahşabın ağırlıklı olduğu bölgelerde beton olan binaları da ahşaba dönüştüreceğiz. Madem yenileme yapılıyor, doğru yönde olmalı. Yenileme özgün malzemeyle yapılır. Plan şeması da değiştirilmemeli. Mimari sadece cephe değildir. Mimari iç mekanların birbirleriyle ilişkisi demektir. Bunlar yok edildiği zaman koruma yapılmış olmaz. Benim koruma anlayışım bu. Bizim yaptıklarımız uluslararası ilke kararlarına da uygun. İstanbul’un kültür varlığı yapıları çoğunlukla Osmanlı izleri taşınıyor çünkü üst kimlik odur.

Nergiz Başkaya: Ben binalarda modern ya da eski denilerek ayrım yapılmasının mantığını çözemiyorum. Bina fonksiyoneldir ya da değildir diye bir ayrım yapılabilir ama eski – yeni tartışmasını çok gereksiz buluyorum. Bina fonksiyonlarını bugün hala yerine getirebiliyorsa o kullanılmaya devam edilir. Binanın dış görünüşü eski veya çağdaş denilerek konuşuluyor. Bu tartışmanın kökü bile saçma. Bugün beton neden bu kadar tercih ediliyor? Sağlam mıdır, uzun ömürlü müdür, insan sağlığına daha faydalı mıdır? Beton sadece uygulanışı açısından herkesin bildiği ve kullanabildiği bir malzemedir.

İnsanlara belli şeyler empoze ediliyor. Bence gençler düşüncelerini özgür kılmalı. Çağdaş, çağdışı gibi öğretilen tanımlara göre değil de olaylara tarafsız bakmalılar. Eğer Tarihi Yarımada’nın özgün dokusu konut dokusuysa bu düşünülmelidir. Genel geçer kalıplara bağlı kalınmamalıdır. Örneğin bugün Tarihi Yarımada’ya kıyasla Maslak’ta olup bitenler daha ilgi çekici.

CE: Osmanlıyı kötüleyerek biz bir yere varamayız. Çünkü gitmiş Avrupa’nın ortasında 500 yıl kalabilmiş. Daha İstanbul alınmadan Mostar Köprüsü’nü yapmış oralarda. Ve oralarda kalırken gaddarca bir uygulama yapmamış. İnsan ölçüsü dediğimiz zaman Osmanlı mükemmeldir.

GA: Yaptığınız şeyleri pek de paylaşmadığınız için bu kadar eleştiri geliyor herhalde.

CE: Paylaştık biz bunları Mimarlar Odası ile kimse bir şey demiyor. Daha önce İstanbul için bunlar düşünülseydi böyle bir büroya ihtiyaç olmayacaktı. Yabancılar bile, “Dünya’nın hiç bir yerinde bu kadar büyük bir büro yok” diyorlar. İstanbul’un sorunları o kadar birikmiş ki. Ama sürekli planlar yapılmış ve itilmiş. O kadar çok plan yapılmış ki İstanbul’da. Hiçbiri de uygulanmamış ama. Arada da çok doğru raporlar var. Mesela Martin Vagner diyor ki: “İstanbul çevre planı ile kurtulmaz çevresiyle birlikte bölge planı ile kurtulur.” Ve en doğru rapor da oydu. Ama onu da hemen yollamışlar. Le Corbusier 1911’de daha genç bir mimar iken şöyle diyor: “Türkler yeşil kent kurma başarısını göstermişler. Karşılaştırılırsa İstanbul bir yeryüzü cenneti New York ise bir kıyamettir.”

“İstanbul’a çağrıldınızda neden gitmediniz?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “O zaman İstanbul o kadar güzel o kadar doğaldı ki ona hiç dokunmamak gerektiğini düşünüyordum. Ama yaptığım hata şuydu; bir imparatorluğu yıkan ve yeni bir cumhuriyet kuran bir liderin dinamizmini hesaplayamadım. Tabi ki o, şehri değiştirmek istiyordu. Çok yanlış yaptığımı düşünüyorum. Çünkü belki onun o dinamizmini dengelerdim ve güzel şeyler yapabilirdim.” Bruno Taut ise bir kitabında şöyle diyor: “Ayasofya bir mühendislik eseri olarak yapılmıştır. Ona asıl estetiği veren Sinan’dır.”

Biz çalışmalarımızı yaparken Bizanstı Osmanlıydı diye ayırt etmiyoruz. Bizans’ı da aynı şekilde koruyoruz. Onun da az müdahele ile korunması gerektiğini söylüyoruz.

NB: Bir yerin ören yeri olupta insanların gezip göreceği bir yer olması da korunmuş olduğu anlamına gelmiyor. Korunabilmesi için o bağlantıların yapılmış olması gerekiyor. Dolayısıyla toprak aslında en iyi koruyuculardan bir tanesi.



 CE: Her şeyi ortaya çıkarmaya çalışırsak yanlış da yapabiliriz. Bırakalım gelecek nesil nasıl istiyorsa öyle olsun. Zaten 46’dan sonra 50’ler geliyor ve bozulma dönemi başlıyor. Onları da canlandırmadık. Mesela Ayasofya’nın önünde kocaman bir mahkeme binası var onu koymadık. Silüeti perdeliyordu iyi ki yıkmışlar dedik ve canlandırmadık.

Bizim yaptığımız plana göre bölgeden 100.000 kişi çıkmak zorunda. Meğer 100.000 değilmiş çünkü binaların üstünü kestiğimiz gibi arkalarını da kesiyoruz. Mesela 30 metre ise 15 metrede kesiyoruz. Oradaki yoğunluğu da hesaplayınca ve deprem ile ilgili çalışmalar da göz önüne alındığında 200.000 kişi çıkarmamız gerekiyor.

NB: Aslında Eminönü bölgesindeki konut alanları ticaret alanı haline geldiği için Eminönü’nde yer alan konut alanlarının eski haline dönmesi söz konusu olsa böyle bir oynama olmaz. Ama bunu yapamıyorsun yani Eminönü’nde yine ticaret alanları büyük yoğunlukta kalıyor.

CE: Tarihi korumayı yönetmeliklerle yasalarla değil de projelerle geliştirmek lazım. Koruma planlarında kentsel tasarım ölçeği olmadan uygulama yapılmaması gerekir. Birinci ve ikinci derece kentsel sit alanlarında kentsel tasarım projesi olmadan uygulama yapılamaz. Onun için bu büro koruldu. Burada yaptığımız çalışmalar esnek. Mimar onun uygulama projesini yapacak. Biz burada sokağın eski karakterini belirleyen uygun bir takım sembolik diyebileceğimiz çözümler getiriyoruz. Onu %20 - %30 oranında değiştirme hakları var. Tescilli binalar da aynen olacak.

Biz Tarihi Yarımada’da yükseklikleri kısıtlayarak ahşap, taş, tuğla ve çelik kullanıyoruz. 0 – 40 kot arası en fazla 5 kat, 40 – 50 kot arasında en fazla 4 kat, 50 kotunun üstünde ise en fazla 3 kat yapılabiliyor. Böylece tepeler daha doğal haliyle kalmış olacak ve tarihi silüet biraz daha ortaya çıkacak.

Fonksiyonlarda ise tarihi fonksiyonların aynısı olacak. Yapılan araştırmalar da onu gösterdi. Sadece Eminönü’nde konut kullanımını arttırmaya çalışıyoruz. Ama turizm açısından yaklaştığımız zaman da şunu söylüyoruz; turist buraya uyumaya değil yaşamaya gelsin. Dolayısıyla burada büyük otellere yer yok. Ancak butik oteller veya pansiyonlar olabilir. Onun dışında güçlü bir hizmet sunacağız, yeme, içme, eğlence, vs... Bu zaten bizim insanımız için de ihtiyaç. Herkesin kullanabileceği mekanlar yapıyoruz. İstanbul sürekli yaşayan bir şehir. Dünyada böyle şehirler de kalmadı.

NB: Yapı adalarını eski büyük hallerine kavuşturmak mümkün olsa keşke örneğin yeşilin içindeki konak yapılarını. Çok geç dönemde korumaya başlamışız. Tabir-i caizse artık gecekondulaşmaya başlandığı zamanda tescillenmiş yapıları koruyoruz şu anda. Onun öncesindeki yapılar da çok hoş. Korumanın şehircilik açısından algısı bilinmiyor. Batıda olduğu gibi hep tek yapı bazlı korumalar düşünülüyor.
Konuyla İlgili Linkler
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.