Haberler

Parti Programlarında İklim Değişikliği Meselesi

Tarih: 20 Temmuz 2007 Kaynak: Açık Radyo Yazan: Ömer Madra
Ömer Madra: Epey süreden beri partilerin ve kimi zaman da bağımsız adayların programlarında, seçim beyannamelerinde belli konulara nasıl yer verildiğini inceliyoruz. Artık seçim için son haftaya girilmişken, sizinle belki yine çevre konusuna, iklim değişikliği meselesine nasıl yaklaşıldığına bakabilir miyiz?

Semra Cerit Mazlum:
Tabii, bu önemli bir konu, özellikle bu seçimde kendiliğinden oluşan bir süreç sonucunda daha fazla öne çıktı, partilerin iradeleri ve istekleri dışında belki de. Sevindirici bir şey, toplumun beklentileri, özellikle bu beklentileri sahiplenen, dile getiren STK’lar tarafndan partilerin siyasi gündemlerine taşınmak zorunda kaldı, taşındı ister istemez. Medya desteği katkıda bulundu daha fazla görünür olabilmesi için bu sorunların. Buna benzer bir sorun da kadın sorunu.

Özellikle başlarda, siyasetsiz bir seçim tartışması atmosferinde bu iki konu kendiliğinden öne çıkmış oldu. Belki sorunların yakıcılığından, kaçınılmazlığından dolayı, fakat STK’lar önemli bir katkıda bulundular bu sürece. Bunu da gözden uzak tutmamak lazım herhalde. Fakat bu ilk başlardaki sevindirici gelişmelere karşın, partiler beklenen yanıtı veremediler bu beklentilere. Biçimsel bir yanıt vermenin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz, özellikle barajı geçeceği düşünülen, meclise gireceği düşünülen partilerin seçim bildirgelerinde, seçim beyannamelerinde bir çevre bölümü yer aldı. Önceki seçimlere göre, belki biraz daha geniş bir şekilde yer aldı, özellikle AKP açısından bunu söylemek mümkün, iktidar partisi açısından. Bir kaç cümle ile geçiştirilmiş bir çevre sorunları değinmesine göre geçen seçimlerde AKP daha geniş bir şekilde iktidarda yaptıklarını da anlatmak suretiyle çevre konusunu ele almış görünüyor.

Bağımsızlarda ve öteki partilerde de benzer bir eğilim görüyoruz. Çevre sorunları, özellikle küresel ısınma konusundaki açıklamaları, vaatleri var bu partilerin. Fakat şöyle bir genel tespitle başlamak lazım, partilere teker teker geçmeden önce; hiçbir partinin birbirinden özellikle ayırt edilebilecek bir şey söylemediğini görüyoruz seçim bildirgelerinde. Örtüşen, birbirine çok benzeyen, hatta cümleler itibariyle de birbirine benzeyen seçim açıklamaları, programları söz konusu çevre konusunda. Bunun nedenlerinden bir tanesi, belki de, uzun yıllardır, Türkiye’de siyaset gündemine girdiği 80’lerin ortalarından itibaren, çevrenin hep bir devlet politikası olarak sunulmuş olması. Meclis de bu tutumu benimsedi, hazırlanan raporlara bakıldığında, resmi değerlendirmelere bakıldığında, parti politikası konusu yapılmaması gerektiği, bunun bir devlet sorunu olduğu, devlet politikası, yani partiler üstü bir sorun gibi değerlendirilmesi gerektiği söyleniyor, öneriliyor. Dolayısıyla da partiler bu görüşü içtenlikle benimsemiş görünüyorlar. Bu da tabii parti programlarına, seçim beyannamelerine yansıyor partilerin. Bu, uzun yıllar böyle devam etti, belki bu seçimler ilk defa bir ayrışmanın görülebildiği bir seçim olacak. Fakat orada da bunun başarıyla yerine getirilemediğini görüyoruz. Bu sefer de, hazırlıksızlık, ilgisizlik, beceriksizlik herhalde bu benzeşmeye neden olan sebepler arasında yer alıyor. Programlara bakıldığında bir çoğunun çalakalem yazıldığı, özensiz olduğu, yalınkat olduğu görülüyor. Siyasilerin özellikle çevre örgütlerine yönelttikleri, çevre STK’larına yönelttikleri bir eleştiri var Türkiye’de.

Benzer bir eleştiriyi Küresel Isınma Komisyonu başkanı olan Adem Baştürk’ten de dinledim geçenlerde; STK’ların slogan ürettiği söyleniyor. Yani başka konularda olduğu gibi çevre konusunda da slogancı olduğu, çözüm önerileri üretemedikleri ya da çözüme katkıda bulunamadıkları söyleniyor. Fakat parti programlarına ve seçim bildirgelerine bakıldığında, partilerin kendilerinin de aynı tuzağa düştükleri görülüyor. Yani slogandan öteye gidemiyor söyledikleri, analitik değerlendirmeler yok, çevre sorununun nedenleri, sonuçları, toplumsal, ekonomik ve ekolojik sonuçlarının ayrıntılı bir değerlendirmesi yok. Yani bir siyasi programdan yoksun çevre Türkiye’de.

ÖM: Hatta küresel iklim değişikliğinden ya da Kyoto protokolünden bile bahseden pek yok.

SCM:
Adı yok Kyoto Protokolü’nün parti seçim bildirgelerinde, ama kimileri küresel ısınma, bazıları iklim değişikliği diyerek yer vermeden edememişler soruna.

ÖM: Ama çok da genel geçer şeyler söyleniyor anlayabildiğim kadarıyla.

SCM:
Şu anda ilk gözüme çarpan, MHP’nin programında yok, AKP’de, CHP’de ve Demokrat Parti’nin seçim bildirgelerinde söz ediliyor farklı bağlamlarda.

AKP’ye dönecek olursak, onlar yaptıklarını söylüyorlar daha fazla, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin imzalanması, ulusal bildirimin yollanması, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği kanunlarından söz ediyorlar ve uluslararası işbirliğine devam edeceklerini söylüyorlar.

CHP’nin de çok özel somut bir önerisi ya da vaadi olduğunu söyleyemeyiz. Onlar da bir ulusal enerji planından, politikasından bahsediyorlar. Aslında neredeyse bütün partilerin, çevre ve enerjiyle ilgili söylemlerine bir millilik vurgusu hakim. DP bundan bahsediyor, CHP bundan bahsediyor, MHP’ninki öyle, bu milliliğinin içinin nasıl doldurulduğu biraz fark ediyor partilere göre. CHP, hidrolik enerji ve linyit kaynaklarını ağırlıklı olarak öne çıkarmış. DP de yenilenebilir enerjiden bahsediyor, ilginç bir dil var DP’nin programında kullanılan, iklim değişikliğinin çözümlerinden birisi olarak enerji politikalarını gösteriyor, yenilenebilir enerjinin çare olduğunu söylüyor, fakat uzun bir sıfatlar listesi ekleniyor yenilenebilirliğe, yerli, temiz, sürdürülebilir, arka arkaya uzun nitelikler sıralanmış ve nükleer enerji var hem MHP’de hem DP’de. Nükleer enerjiye, nükleer teknolojiye geçişin sağlanacağı söyleniyor, öncelikler arasında yer aldığı söyleniyor nükleer enerjinin. Bu çok önemli. Fakat DP buna biraz da çevreci bir kimlik kazandırmış, insana ve çevreye zarar vermeyen nükleer enerji getireceğini söylüyor Türkiye’ye.

ÖM: Bu formülü dünyada bulan ilk parti herhalde.

SCM:
Dünyada bunun yapıldığını söylüyor, yapabileceklerini söylüyor teknolojik gelişmeler vasıtasıyla.

ÖM: Örnek vermiş mi buna?

SCM:
Örnek vermiyor tabii, teknolojik gelişmenin bu aşamaya geldiği iddia ediliyor. Nükleer enerjinin kendisinin çevre ve insana zarar vermediği gibi atıklarının da yine çevreye ve insana zarar vermeyecek şekilde bertaraf edileceği söyleniyor.

ÖM: Bunu Amerika ve AB ülkeleri, dünyada hiçbir ülke bulamadı ama belki DP bulmuş olabilir!

SCM:
Ya buldular ya da bulmak için çalışacaklar iktidara geldikleri takdirde. Çok geniş yer ayrılmış nükleer enerjiye, yeşil bir kisveye de büründürülmüş, aynı zamanda çevre dostu olduğu söyleniyor. Yine MHP’de de nükleer enerjinin ağırlıklı bir şekilde yer aldığını söylemiştik. Fakat bu millilik önemli bir unsur, ayrıca bütün parti programında baştan sona her konunun güvenlik ekseninde ele alındığını görüyoruz.

ÖM: CHP ve MHP’nin bir numaralı iç mesele olarak güvenliği ön planda tuttuklarını başka sebeplerle görmüştük. “Biri güvenlik, biri de terör” diyor, ikisi de aynı şey aslında.

SCM:
Fakat CHP bunu kentlere de getirmiş, yani kentlerde yaşanan daha sivil güvenlik kaygılarını dile getirmiş. Yerel yönetimlerle ilgili bölümlerde de benzer şeyler var. Örneğin ‘kent konseyleri’ kurulacağı söyleniyor, katılımcı bir yerel yönetim, yerinden yönetim anlayışının araçları ya da kurumsal mekanizması olarak. Kent konseylerine bile atfedilen birincil görev, kentlerdeki güvenlik sorunlarının görüşülmesi, yani kentdaşlar bir araya gelip yerel yönetimlere güvenlikle ilgili sorunlarını aktaracaklar, çözümlerini sunacaklar kent konseylerinde. Çevre de aynı şekilde nasibini almış durumda, partiler, CHP de, yine özellikle güvenlikle bağlantılandırıyorlar çevre sorunlarını. AKP de “sağlıklı ve güvenli bir çevre” diyor, güvenli bir çevreden ne anlamak gerektiğini bilmiyorum. Bu, terminolojik basitliğin yansımalarından bir tanesi olsa gerek. Çevre hakkından, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkından söz ederken bir de güvenli çevrede yaşamak hakkı ve fırsatından bahsediyor AKP.

Parti programlarındaki çok önemli eksiklerden bir tanesi, sorunların adı konulmadan Türkiye sınırları içinde ele alınmış olması, yani bunun yeterli görülmüş olması. İklim değişikliği konusunda bir ulusal yaklaşım, Türkiye’nin iklim değişikliği sorunlarına kendi çözümlerini bulması anlayışı da bunun içinde olmak üzere Türkiye’nin ekolojik bağlantıları yalıtılmış bir şekilde, içinde bulunduğu coğrafyanın üzerinde olduğu toprakların ekolojik devamlılıkları göz ardı edilerek ve uluslararası süreç, uluslararası politikalar, çözümler ve önlemler göz ardı edilerek, yalnızca Türkiye içine dönük bir ele alış biçimi hakim bütün partilere. Her sorunu bu şekilde değerlendiriyorlar. Küresel iklim değişikliğine gelince, belki AKP ve CHP’de yalnızca bir uluslar arası politikalara atıf görüyoruz. CHP, özellikle bilimsel araştırmalar konusunda, toplantılara Türkiye’den insanların katılması gerektiğini söylüyor. AKP de işbirliği yapılacağını söylüyor küresel ısınma konusunda. Fakat sorunun nedenlerinin ve çözümlerinin analizinde bu uluslararası boyutu göremiyoruz maalesef. Tabii bu bizi, baştan da sizin söylediğiniz gibi, Kyoto’nun hiç olmamasına, hiç söz edilmemesine götürüyor.

ÖM: Meseleyi çok garip bir şekilde, “milli iklim değişikliği” ya da “milli ısınma” şeklinde ele alıyorlar herhalde, yani ‘küresel’ lafı maalesef yer almıyor, bunun küresel bir sorun olduğu algılamalara pek nüfuz edebilmiş değil.

SCM:
Öyle. Partiler bu gerçeği kavrayamamış görünüyorlar, bir eksiklik, yetersizlik görülüyor burada. Bu toplumda uyanan bilincin de gerisinde kalmış durumda.

Partiler genellikle toplumun bilinçsizliğinden şikayet ederler, çevre bakanları da hep bundan söz ederler; toplum bilinçlense çevre sorunu kalmayacak neredeyse, öyle bir hava uyanıyor onların konuşmalarında. İlginç bir örnek var elimde, Pew Center’ın yaptığı bu seneye ilişkin küresel tutumlar araştırması, daha farklı boyutlarıyla Türkiye’de gündeme geldi, Türkiye’nin, Türk toplumunun Avrupa’ya, Amerika’ya bakışıyla ilgili veriler değerlendirildi basında. Fakat çevreyle de ilgili ilginç bulguları var araştırmanın bu sene. Türkiye’de görüşülen insanların (971 kişiyle görüşülmüş) %70’i küresel ısınmanın büyük bir küresel tehdit olduğu kanısında. Görüşmelerin yapıldığı öteki ülkelere bakıldığında çok yüksek bir oran.
ÖM: Öyle mi? Yani 2/3’ü aşkın bir oranın en temel sorun olarak ortaya koymakta olduğu söylenebilir anlaşılan?

SCM:
Evet. %18 “evet önemli bir tehdittir” diyor, yani birleştirdiğimizde %88 filan ediyor bu. Latin Amerika ülkelerinde Türkiye’ye göre biraz daha yüksek oranlar var insanların bunu tehdit ya da sorun olarak algılamaları açısından. İspanya ve bazı Avrupa ülkeleri de yine Türkiye’ye benzer bir tutum içindeler. Yine çevre ile ilgili olarak bakıldığında, 5 tane büyük küresel sorun sıralamışlar, görüşülenlere yöneltmişler, bunların içinde çevre yine %27 oranda bir ağırlık kazanmış. Çok yüksek değil başka ülkelere göre, ama 2002’de yapılan araştırmaya göre biraz artış var, 22’den 27’ye çıkmış. Yani halkın gündemine girmiş durumda.

ÖM: Evet. Onu ayrıca pratik yoldan da öğrenme fırsatı bulduk; oldukça, kısa sayılabilecek bir süre içinde, 168 bine yakın kişinin imzaladığı, “Türkiye hemen Kyoto Protokolü’ne taraf olmalıdır” şeklinde bir dilekçe meclise gönderildi.

SCM:
İmza kampanyası, çok önemli bir sivil girişim, siyaseti yönlendirme çabası. Onun da yeterince iyi kavranabildiğini görmek mümkün değil.

ÖM: Bence de ama tekrar üstünde duracağız herhalde.

SCM:
Yalnızca imza kampanyası değil, insanlar artık hayatlarında görüyorlar küresel ısınmanın somut sonuçlarını; tarımdan turizme pek çok sektörde insanlar bunu yaşıyorlar. Ege bölgesinde çiftçiler susuzluk sorunundan başka birşey konuşmuyorlar neredeyse.

ÖM: İç Anadolu’da da öyle tabii.

SCM:
Önümüzdeki yıldan kaygı duyuyorlar, hâlâ tarımsal üretim yapıp yapamayacaklarından endişeliler, çözüm bulunmasını istiyorlar. Nehirlerin yönü değiştiriliyor, akışı değiştirilyor, nehirlerin önüne kurulan barajlarla bir bölgenin suyu başka bir bölgeye aktarılıyor. Böyle bir çarpık çözüm bulma süreci de işliyor bir yandan. Günü kurtarma çözümleri bunlar aslında.

ÖM: Evet, Ankara için Kızılırmak, İstanbul için de Melen değil mi?

SCM:
İçme suyu projeleri de aynı yaklaşımı izliyor, tarımsal projelerde aynı şey yapılıyor. Göksu nehrinin suyunu Konya’ya getiriyorlar, Menderes nehrinin önüne kurulmuş barajlarla bir ovanın barajının suyu başka bir ovaya aktarılıyor, örneğin Söke ovasına aktarılıyor, oradaki ürünün bu sene sulanabilmesi için. Heryerde bu tür günü kurtarma çözümleri hakim, kimisi büyük projelerle yapılıyor, kimisi daha küçük.

ÖM: Şöyle bir gözlem vardı bilmem katılır mısınız? Oxford Üniversitesi’nden iklim bilim profesörü Mark Maslin’in, Global Warming, Very Short Introduction diye bir kitabının başında, “iki temel problemimiz var, bir tanesi, küresel iklim değişikliği meselesine günü kurtarma peşinde çok kısa vadeli bakılıyor, bir tanesi de çok dar ulusal çıkarlar çevresinde bakılıyor” diyor. Her ikisinin de Türkiye açısından geçerli olduğu sizin sözlerinizden de anlaşılıyor.

SCM:
İklim değişikliği sorununda bu hep geçerli olan bu yaklaşım, bir kere daha, kristalize olmuş bir şekilde karşımıza çıkıyor; dar ulusal bakış ve kısa vade, uzağı görememe sorunu. Bunu meclis komisyonuna bağlayalım; uzun bir başlığı var, ama Küresel Isınma Komisyonu diyelim kısaca. Raporu yayınlanmadı komisyonun fakat çalışmalarını bitirdi. Seçim sürecine girilmesi dolayısıyla, komisyonun hazırladığı rapor mecliste görüşülemedi, dolayısıyla kamuoyuna malolamadı, meclis raflarında bekliyor. Komisyon Başkanı, raporu resmi olarak meclis başkanlığına sunduğunu belirtti, fakat mecliste görüşülememiş olduğu için halkla, kamuoyu ile paylaşılamıyor rapor, resmi bir hüviyet kazanamamış oluyor.

Dolayısıyla üç aylık çalışma sonucunda, komisyonun ne tür sonuçlara ulaşmış olduğu, ne tür önerilerle karşımızda olduğu, bu komisyon çalışmalarının partilere, meclisin bundan sonraki çalışmalarına nasıl yön vereceği bilinmezlik taşıyor şu anda. Seçilen meclis bu konuyu bir daha gündemine almazsa, orada, raflarda kalacak komisyonun raporu. Fakat bir siyasi liderlik gösterip, partiler yeniden bunun resmi olarak mecliste görüşülmesini sağlayabilirlerse, belki iklim değişikliği konusundaki bu siyasi iradeye bir katkıları olabilecek. Çok temel ya da esas itibariyle söylenebilecek olan şey, meclis komisyonunun çalışmaları hakkında vardığı sonuç şu; Türkiye bir sebep ülkesi değil sonuç ülkesi. Bu şimdiye kadar bakanlığın, öteki bakanlıkların, siyasetçilerin genel olarak söylediği şeyin başka bir türden ifadesi. Yani, “Türkiye iklim değişikliğinin sonuçlarıyla yüzyüze kalıyor, aslında bizim küresel ısınmaya katkımız çok az, %1 civarında bir katkımız var, ihmal edilebilir bir katkı bu, dolayısıyla bu bizi sorumluluktan muaf tutuyor, kendimizin neden olmadığı bir sorun yüzünden bunun etkileriyle karşılaşıyoruz” gibi bir bakış hakim olmuş anladığım kadarıyla meclisin çalışmalarına. Özellikle dinledikleri uzmanlar, bürokratlardan edindikleri bilgiler böyle bir sonuca götürmüş.

ÖM: Bu da tabii olabilecek en pervasız sonuçlardan biriyle karşılaştırıyor bizi, çünkü aslında küresel iklim değişikliğine en az katkısı olan yoksul ülkeler ve yoksul kesimler, en çok zarar görecek olanlar. Bu mesele bence çok çarpık bir şekilde ele alınıyor, çok üzüntü verici geliyor bana.

SCM:
Türkiye’yi en az gelişmiş ülkelerle aynı kategoriye, aynı yere koyuyorsunuz gibi bir anlam çıkıyor bu söylemden. Haklılık payı var bu söylemde, başka ülkelerle karşılaştırıldığında, tarihsel olarak Türkiye’nin katıkısı az olabilir, fakat şu anda olduğumuz durumda ve bundan sonraki projeksiyonlarda Türkiye’nin katkısı artmaya devam edecek.

ÖM: Büyük bir hızla da artıyor zaten.

SCM:
Bu politikanın sorumluluğunu üstlenmek, Türkiye’nin adaptasyon sorumluluğundan kaçması ya da bu konudaki destek arayışlarını da engelleyecek bir durum değil zaten. Her ikisini birlikte yürütmeyi başarabilmesi lazım bir ülkenin ulusal iklim politikasının, terazinin bir kefesine daha fazla ağırlık koyuyor nedense Türkiye şu anda. Şöyle bir bakış değişikliği olduğunu da görebilmek mümkün bu komisyon çalışmaları sonucunda, bu komisyona da biraz hakim olmuş, bakanlığı da etkileyen yanları var; öncelikle Komisyon Başkanı konunun bu kadar gündemde olmasını, dolayısıyla meclis komisyonunun kurulmasını, “duruma vaziyet etmek” olarak nitelendiriyor, yani “Meclis olarak buna el koymamız gerekiyor, koyduk, böyle bir rapor hazırladık” diyor.

ÖM: Yani meseleyi hallettik diyor öyle mi?

SCM:
Bir ölçüde öyle denebilir, ama bir ölçüde de Meclis’in bunun dışında kalmamış olmasını belki dile getiriyor. Bu olumlu bir şey tabii, ama bu olumluluk raporla somutlaşabilecek olan bir şey; eğer raporun içindeki öneriler beklentileri karşılıyorsa, Meclis gerçekten duruma vaziyet etmiş olabilir. Onu rapor açıklandıktan sonra göreceğiz. Bir çok kesimde yankı bulan bir cümle var komisyon raporunda, “Türkiye kendi pozisyonunu belirleyerek müzakerelere katılmalı, bunun dışında kalmamalı” deniyor. Bu belki bizim açımızdan yetersiz bir çıkış olarak görülebilir, fakat hem Komisyon, hem Bakanlık, hem de bazı çevreler bunu çok önemli bir adım, şimdiye kadar dile getirilmiş en önemli siyasi irade beyanı olarak görüyorlar. Türkiye’nin Kyoto sonrasında, 2012 sonrasındaki müzakerelerin içine katılmasının yolunun açılması, Meclis’in buna bir zemin hazırladığı şeklinde değerlendiriliyor. Bunu Bakanlık’tan da izlemek mümkün, hem Çevre Bakanlığı, hem Dışişleri Bakanlığı, hem de öteki bakanlıklardan... Şimdiye kadarki ilgisizliğin bir ölçüde kırılmaya başlandığını gördüm.

Bu yaz yapılan bazı toplantılara katılacak Türkiye. Şimdiye kadar katılmıyordu bu tür toplantılara, bunlara katılacak. Belki sekreterya ile görüşmeler halinde şu anda, bunlardan ne gibi sonuçlar çıkar bilmek mümkün değil, ama bir bakış açısı değişikliği söz konusu. Örneğin, bu yardımcı organlar toplantısına AB ile birlikte çeşitli açıklamalarda ortak olarak katıldı Türkiye. Yani bir takım hazırlıklar yürüyor. Umalım ki bunlar Türkiye’nin somut olarak Kyoto’yu düşünmeye başladığı anlamına gelsin.

ÖM: Evet dünyada 167. filan ülkesi olarak!

SCM:
CHP’nin programına bir atıfta bulunmak istiyorum; uluslararası boyutun yoksunluğundan söz ettik, bence en önemli sorunlarından bir tanesi bu parti programlarının, seçim bildirgelerinin; uluslararası çerçeveyi ya da bağlamı gözden kaçırmak, oraya yerleştirememek Türkiye’yi. İki önemli konuya atıfta bulunuyor CHP programı, bir Akdeniz’in korunması ve Karadeniz’in kirliliğe karşı korunması sözleşmeleri. Bunlarda aktif olarak çalışmaya devam edeceğini söylüyor Türkiye’nin, yani adı konularak sözleşmelerden, bölgesel çevre sorunları bağlamındaki sözleşmelerden, uluslararası anlaşmalardan bahsediyor. Aynı yaklaşımı Kyoto konusunda da, iklim değişikliği konusunda da görmek istiyor toplum aslında, Akdeniz ve Karadeniz’den daha fazla bilinirliği var bu sorunun, daha yakın bir tehdit olarak algılanıyor. Türkiye siyaseti, Türkiye ekonomisi açısından partilerin bunu sahiplenebilmeleri, artılarıyla eksileriyle bunu öne çıkarmaları gerekiyor. Oysa bu konuda bir yetersizlik var.

ÖM: Bize de, bunu seçimden sonra da aynı hızla, hatta daha da hızlanarak takip etmek düşüyor medya olarak.

SCM:
CHP, programında, Türkiye’nin sera gazı envanteri konusunun açıklığa kavuşturulması gerektiğini söylüyor. Bu konuda yoğun tartışmalar vardı biliyorsunuz, envanterle ilgili olarak Türkiye dışında yapılmış olan bir değerlendirme nihayet yayımlandı. Ülkelerin her yıl gönderdikleri envanterler, sekreteryanın oluşturduğu uzmanlar grubu tarafından inceleniyor. Ne ölçüde yansıtıyor bu ülkedeki durumu, analizleri yeterli mi, geçerli mi? Bu gözle bakılıyor envanterlere. Özellikle metodolojik açıdan, Türkiye’nin bu uzmanlar değerlendirme raporunun hatalı içerdiği görünüyor, analizlerin yetersizliğinden bahsediliyor, neredeyse envanterdeki her başlıkla ilgili olarak gösterilen eksiklikler söz konusu.

ÖM: “Dersini daha iyi çalış” diyorlar yani?

SCM:
Yani, “ülkedeki sera gazı envanterinin varolan durumunu daha bütüncül bir şekilde, daha gerçeğe yakın ve daha şeffaf bir şekilde gönder bize” diyor sekreterya Türkiye’ye.

ÖM: Bunu da daha etraflıca takip edeceğimiz anlamına geliyor. İşimiz çok.

SCM:
Umarım seçimler buna bir ölçüde katkıda bulunabilir, partiler yalınkat bile olsa burada dile getirdikleri önerilerin sahibi olmaya devam ederler seçimden sonra.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.