Bir tür batılılaşma eleştirisi gibi algılanabilecek bu tezler tam da Türk batılılaşmasının en büyük zaafını ortaya çıkarıyor. Mimar Sinan'ı mitolojik olmaktan kurtarma iddiasındaki bilim adamının, mimarlığımızın farklı aktörlerini ortaya çıkarmak amacıyla göz ardı edilen farklı hikayeleri anlatan kitabı bizzat bu zaafın kanıtı gibi durmakta. Tanyeli'nin Türk mimarlığının bilinmeyen hikayesi 1900'lerde başlıyor. Mimar Sinan'la savaşan bir bilim adamı neden hikayesini 20. yüzyılın başlangından yola çıkarabiliyor da daha gerilere gidemiyor? Bu soru, yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi'nde Osmanlı bilimi üzerine konferans veren S. Hüseyn Nasr'a yapılan itirazı hatırlattı.. “Osmanlı bilimi diyorsunuz ama Osmanlı'da bilim var mı ki?” türünden itiraz eden felsefe hocasına, “Siz hayatınızda tek bir tane olsun Osmanlıca metin okudunuz mu” şeklindeki soruyla verilmiş cevabın sonucunu tahmin edebilirsiniz.
Tarihi ile Batılı paradigmalar üzerinden ilişki kurabilen “zavallı Türk aydını”nın bu acıklı hali geçmişle ilişkisi cahilane bir tekebbür tavrıyla özetlenebilir. Tekrar Mimar Sinan özeline dönecek olursak, gerek sanat tarihi gerekse genel Osmanlı'ya yaklaşım açısından ilginç bir 'unutulmuşluğa mahkum edilmişlik' söz konusu. Bu unutulmuşluk, salt bilgisizlikten kaynaklanan bir tutumdan kaynaklanmıyor kuşkusuz. Türk aydınları toplumla olduğu kadar tarihi ile bu kurduğu bu hastalıklı ilişki biçiminden kurtulabilmesinin tek seçeneği olarak 'yerli oryantalizm'e sığınarak aşmayı deneyecektir. Batılı paradigmaları kendi tarihine uygulama kolaycılığına kaçarken aynı zamanda içinde bulunduğu çelişkiyi aşma, hatta bu durumu meşrulaştırıcı bir işlev gördü bu paradigmatik kırılma ya da oryantalist bakış… Bu salt tarihle entelektüel ilişki değil aynı zamanda toplumuyla arasına koyduğu mesafeyi 'entelektüel tekebbür'le kapatma aracına dönüştü… Mimar Sinan değerlendirmeleri ya da unutulmuşluğa terk ediş tutumunu bu entelektüel tekebbüre en iyi örnek olarak ele alabiliriz…
Mimar Sinan gibi bir dehayı sıradan bir yapı ustasına indirgeyen sanat /mimarlık tarihçileri ya Osmanlıca'yı hiç bilmez yahut bu konuda fikir beyan edecek kadar döneme vakıf değildir. Sinan'ı sıradan bir yapı ustasına indirgeyen, onu görmezlikten gelen aydın tavrının arkeolojisini yapacak olursak, zihin katmanlarında sarsıcı buluntularla karşılaşabiliriz. Camileriyle silüetini süslediği İstanbul'a kimliğini veren Sinan'ın bu katkısına duyulan gizli kızgınlık çoğu sanat tarihçisinin bilinç altında saklı olarak zaman zaman ortaya çıkar. Daha açık ifade ile koca Sinan İstanbul'a Müslüman kimliğini veren kubbeleri yükseltmeseydi pek çoklarının gözünde evrensel bir deha olarak kabul görebilirdi… Osmanlı medeniyetinin temel değerlerine karşı yabancılaşmanın, hatta o değerlere duyulan öfkenin yansıması olarak okunabilir Sinan'ın unutulması, küçümsenmesi…
İslam sanatına Batılı sanat tarihçilerinin yaklaşım biçiminin Sinan'a uygulaması olarak gerek estetik gerekse sanat felsefesi bağlamında onu anlamaktan aciz kalan yerli oryantalist bakış açısına göre, Sinan'ın en önemli eksiği bir “Rönesans sanatçısı olmaması”dır… “İyi bir mimardı ama…” ile başlayan itirazlar salında muhteşem bir medeniyete karşı ötekileşmenin göstergesidir…
Sinan değerlendirmelerinde hemen hemen istisnası olmayan husus, onun orijinal olmaması, tıpkı İslam ve özelde Osmanlı sanatını kendinden önceki anlayışlarının gölgesinde oluşmuş parantez gözüyle bakan, batılı yaklaşımın tekrarı gibidir…
Sinan gibi muhteşem bir insanlık birikimini anlayamayan, sahip çıkamayanların yarına söyleyecek bir sözlerinden, emanet edecekleri özgün bir eserlerinden söz edilebilir mi?
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!