Haberler

Türkiye'de suyla ilgili gelişmeler

Tarih: 16 Ağustos 2007 Kaynak: Cumhuriyet
Son yıllarda IMF ve Dünya Bankası ile yapılan görüşmelerde verilen taahhütler 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı'na da yansımış ve özelleştirme programının içine birçok sektörün yanı sıra su sektörü de alınmıştır. Bu kapsamda ulusötesi şirket bağlantılı özelleştirmeler öngörülmüştür. 10 Mart 2000 tarihinde Dünya Bankası'na sunulan 29 maddelik mektubun ardından 8. Plan'da da yer almış ve ulusötesi şirketlerin Türkiye'nin su kaynaklarını özelleştirme yoluyla ele geçirebilmesinin ilk adımı atılmıştır. "Temel İnsan İhtiyaçları" arasında yer alan suyun eğitim, sağlık, enerji, telekomünikasyon, sosyal güvenlik, belediye hizmetleri ve diğer tüm hizmet alanları ile birlikte ve GATS Anlaşması üzerinden ulusötesi şirketlere aktarılma çalışmaları DTÖ'de aralıksız sürdürülmektedir.

Türkiye'de 1981 yılında çıkarılan 2560 sayılı İSKİ Yasası'nın hizmetin özelleştirilmesine olanak sağlayan maddeleri ile TC Maliye Bakanlığı'nın iznine bağlı olarak uluslararası kuruluşlara borçlanabilme olanağının da sağlanmasıyla su ve kanalizasyon sektöründe yeni bir idari yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu yeni yapılanmanın temel çizgisi, şirketleştirme-özelleştirme, kısaca suyun ticarileştirilmesi olarak adlandırılabilir. İSKİ Yasası'na tabi idarelerin, yasanın tanıdığı olanağı kullanarak uluslararası finans piyasalarından kredi talep etmeleri ile kredi verecek kuruluşların ve özellikle Dünya Bankası'nın birtakım koşullarını da beraberinde getirmiştir. Finansman ihtiyacı içindeki idareler, kredi kuruluşları ve Dünya Bankası'nca dayatılan bu koşulları kabullenmektedir. Bunun sonucu olarak da kredi anlaşmaları ve projelerle yeni bir kurumsal yapılanma içine girmektedirler.

AB Su Çerçeve Direktiflerine Uyum Çalışmaları
AB Su Çerçeve Direktifi'nde "Bütüncül Havza Yönetimi" olarak tanımlanan su kaynakları yönetimi anlayışı ülkemizin su kaynakları yönetimi anlayışındaki önceliklerle tam anlamıyla örtüşmemektedir. AB'nin Su Çerçeve Direktifi öncelikle su kaynaklarının geliştirilmesinin çevresel etkilerinin hassas bir şekilde incelenmesi ve giderilmesi için önlemlerin alınmasına odaklı bir yönetim anlayışıdır.

AB'nin önde gelen ülkeleri su kaynakları geliştirme projelerinin büyük bir bölümünü tamamlamış ve su kaynakları yönetiminin bir diğer evresi olan "mevcut kaynakların daha etkin kullanılması" , "talep yönetimi" ve "çevresel etkilerin giderilmesi" aşamalarına geçmişlerdir. Bu durum da su kalitesi ve su ekolojisi odaklı bir Su Çerçeve Direktifi'nin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.

Uzun zamandır gündemde olan Çerçeve Su Yasası, su kaynaklarımızın geliştirilmesi ile ilgili her türlü faaliyetin sadece çevresel değil aynı zamanda sosyal ve ekonomik "etki" değerlendirmeleriyle beraber ele alınması gereği dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Diğer taraftan AB Su Çerçeve Direktifi, uluslararası entegre havza yönetimine de özel bir önem vermektedir. Bu konu Fırat ve Dicle gibi iki ana su kaynağımız açısından önemli olup bu kaynaklarımızın geliştirilememesi sonucunu yaratacak taahhütlerin sıkıntı yaratacağı görülmektedir. AB Su Çerçeve Direktifi'nin 12'nci maddesinde, üye ülkelerin birbiriyle entegre havza yönetimi zorunlu kılınmış, üyelerin üye olmayan ülkelerle entegre havza yönetimi ise sadece teşvik edilmiştir. Direktifte bu şekilde yer almasına rağmen Türkiye ile ilgili ilerleme raporlarında, en erken 20 yıl sonra üyeliği konuşulan bir Türkiye için, Fırat ve Dicle nehirlerinin İsrail ve komşuları ile ortak yönetimi konusunda AB'nin şimdiden çok duyarlı olması dikkat çekmektedir. Halen AB ile mevzuat uyum çalışmaları yapılmakta olan yönergelerin büyük bir bölümü su kalitesi, atıklar ve ekolojik denge ile ilgili yönergeler olup daha çok suların kalitesinin korunması, kirliliğin önlenmesi ve azaltılmasına yöneliktir. Bu durum, uyumlulaştırma sürecinde, daha çok su kaynakları kirliliğinin önlenmesi konusunda bir anlayış ile kurumsal düzenleme ihtiyacı yaratabilir ya da yapılacak olan çalışmaların bu eksen etrafında şekillenmesine neden olabilir. Çalışmalarda sadece bu boyutun öne çıkmamasına özen gösterilmelidir.

Kurumsal yapı yenilenmeli
Yönetim yapısı, su kaynaklarının ülkedeki sosyal ve ekonomik kalkınma faaliyetleri bütünlüğünden ayrılmadan koordineli bir şekilde yönetilmesini sağlayabilmelidir

Geliştirilmeyi bekleyen su potansiyelimize karşı su yönetimindeki mevcut çok parçalı yapının ortaya çıkardığı olumsuzluklar, su kaynakları yönetiminin kurumsal yapısının kapsamlı bir biçimde yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. Doğal olarak bu yeni kurumsal yapı, tercih edilecek ekonomik ve sosyal politikalar temelinde şekillenecektir.

Kurumsal yapının yenilenmesi döneminde kaynaklarımızın geliştirilmesinin aksamaması, kesintiye uğramaması konusunda duyarlı olunmalıdır.

Dünyada "talep yönetimi" şeklinde geliştirilen yeni su kaynakları yönetim anlayışı, kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon ve entegrasyonun tam olarak oluşturulduğu gelişmiş bir toplumsal yapıya gereksinim duyar. Sosyopolitik faktörler, ülkemizde su kaynakları yönetimini düzenleyecek mekanizmaların oluşmasına ve daha verimli bir su yönetimi yapısının yaratılmasına engel olan nedenlerden birisi olarak ortaya çıkmıştır.

Ülkemizdeki su kaynakları yönetiminin mevcut kurumsal yapısı, birçok ülkede olduğu gibi geçmişte belirlenen kalkınma hedeflerine uyumlu olmaya ve büyük ölçüde su talebini karşılamaya çalışan bir yapı olarak ortaya çıkmıştır. Bu yapıda en önemli rol DSİ Genel Müdürlüğü'ne düşmüş ve ülkemizdeki kurumsal yapı içinde henüz açıkça tanımlanmamış birçok fonksiyon, tamamen sistematik olmamakla birlikte bu kuruluş tarafından yerine getirilmiştir.

Bu koşullar DSİ Genel Müdürlüğü'nde ülke çapında büyük bir birikim, deneyim ve donanımın oluşması sonucunu yaratmıştır.

Su kaynakları yönetimi yapısı, su kaynaklarının ülkedeki sosyal ve ekonomik kalkınma faaliyetleri bütünlüğünden ayrılmadan koordineli bir şekilde yönetilmesini sağlayacak bir yapı olmalıdır.

Bu yapı, entegre bir yönetim anlayışı ile arz ve talebin her ikisine de yönelik uyumlu faaliyetlerde bulunacak güçlü ve etkili bir kamu yönetimini içeren kurumsal yapı olmalıdır.

Serbest piyasa yoksulu vuruyor
Su kaynakları birçok ülkede devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunmaktadır. Su kaynaklarının tüm kullanıcıların hizmetine sunulması, devletin önemli görevleri içinde yer almakta ve bu hizmetler kamu hizmeti olarak adlandırılmaktadır. Pek çok ülkede su teminine yönelik faaliyetler halen kamu kurum ve kuruluşları eliyle yürütülmektedir. Ancak özellikle azgelişmiş ülkelerin mali kaynaklarının verimli sektörlere tahsis edilememesi, iç ve dış borçlarının artışı, bütçe kısıtlamaları ve açıkları gibi nedenlerle artan finansman sorunları, bu hizmetlerin arzında büyük aksamalara neden olmaktadır. Bu durum yeni yöntem arayışlarını başlatmakta ve kamu hizmeti olarak bilinen birçok alanda özel sektörün gerek yatırım ve gerekse işletme aşamalarında yer almasını sağlayacak modeller oluşturulmaktadır. Bir diğer deyişle, kamu hizmeti verilen alanlar daraltılmakta ve bu hizmetler piyasa koşullarının serbest pazar ilişkilerine terk edilmektedir. Su kaynakları birçok değerlendirmede bir yandan "yaşamın vazgeçilmez unsuru ve yerine bir başka şeyin ikame edilemeyeceği bir doğal kaynak" olarak ele alınmasına rağmen diğer taraftan yoksulların yeterince yararlanamayacağı serbest piyasa koşulları içinde bir ticari mal olarak görülmektedir.

İnsan hakkı olarak su
Suyun yaşamsal öneme sahip bir doğal kaynak olması, su yönetimi politikalarının tespitinde bu sosyal boyutunun mutlaka dikkate alınması gereğini ortaya koymaktadır. Her insan sağlıklı ve güvenilir suya erişme hakkına sahip olmalıdır. Ancak bu şekilde ifade edilen genel anlayışın uygulamada geçerli olabilmesi suya erişme konusunda fırsat eşitliğinin aynı zamanda tüm toplumsal kesimler için olanak eşitliğine dönüştürülmesi ile mümkün olacaktır. Bu durumun yaratılamadığı yerlerde öncelikle suya erişmenin bir insan hakkı olduğu kabul edilmeli ve suyun kamu yararı ilkesi doğrultusunda olabildiğince ucuz olarak yurttaşın kullanımına sunulması sağlanmalıdır. 19 Mayıs 2005 tarihinde Belçika Federal Hükümeti "Sağlıklı suya ulaşılması bir insan hakkı olup bu husus Belçika Anayasası'nda yer almalıdır" şeklindeki bir kararı kabul etmiştir. Alınan kararda ayrıca "suya ulaşım ve dağıtım hizmetlerinin kamu eliyle yürütülmesi ve gelişmekte olan ülkelerin su pazarlarının liberalleştirilmesi için uluslararası finansal ve ticari kuruluşlar ile baskı altına alınmaması" gerektiğinden söz edilmiştir.

Küresel şirketler imtiyaz peşinde
Daha önceki bölümlerde sözü edilen su üzerine küresel politikaları belirleme ve uygulamaya koyma çabaları, Dünya Bankası, Dünya Su Konseyi, Birleşmiş Milletler, Küresel Su Ortaklığı gibi birçok uluslararası örgüt ve toplantılar eli ile sürdürülmektedir. Bu çalışmalar belirli bir aşamaya gelmiş olup, artık ülkelerde yapısal ve kurumsal değişikliklerin önerilmesi ve desteklenmesi sürecine girilmiştir.

Su kaynakları üzerinde küresel çapta ilerleyen hegemonya çabaları Arjantin, Bolivya, Gana, Filipinler, Güney Afrika ve Nikaragua gibi ülkelerde büyük toplumsal muhalefetle karşılaşmıştır. Türkiye'de ise bu süreç ilk sonuçlarını her yönüyle ortaya koymuş durumdadır. Dünyanın en büyük su şirketleri, Antalya'da belediye su işletmeciliği imtiyazına 10 yıllık süre ile el koymuş; İzmit'te Yuvacık Barajı işletme imtiyazı 16 yıllığına yine bir küresel şirkete devredilmiş; Çeşme - Alaçatı ile Bursa su işletmeciliğinde benzer imtiyazlar çıkarılması için Dünya Bankası devreye girmiştir.

Özgün Koşullar Dikkate Alınmalı
Tarımsal sulama yönetiminde "katılımcı sulama yönetimi özelleştirmeleri" projesi yine Dünya Bankası kredileri ile uygulamaya girmiştir. Bütün bu gelişmeler karşısında hem merkezi hem de yerel yönetim düzeyinde zafiyete uğratılmış ve yenilenmemiş kamu kurumlarından esasa yönelik herhangi bir değerlendirmenin yapılmadığı görülmektedir. Doğal olarak, kamu kurumlarındaki bu zafiyetin sürmesi küresel ölçekli politikaların uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. Süreç, bu alanda hizmet veren DSİ ve İller Bankası gibi merkezi kurumsal yapıların ortadan kaldırılmasının da içerisinde yer aldığı bir su yönetimi politikasının uygulanmasına doğru hızla yol almaktadır.

Her ülkenin kendine özgü koşulları ile sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapısını da dikkate alan bir su politikasına ihtiyacı vardır. Bu nedenle su üzerine küresel ölçekte oynanan oyunun sonuçlarını yaşayan ülke deneyimleri de esas alındığında, suyun toplumsal bir değer olarak kamu mülkiyetinde ve kamu işletmeciliğinde kalmak zorunda olduğu ve artan oranda küresel ticaret konusu yapılamayacağı ortaya çıkmaktadır.

Geleneksel Direncin Kırılması
Özellikle azgelişmiş ülkelerde son on yılda, devlet su yönetiminin su kaynakları üzerindeki planlama ve kontrolünün zafiyete uğraması yönündeki süreç, dikkat çeker niteliktedir. Azgelişmiş ülkelerde su hizmetleri yönetimi son 10 yıldır küresel güce sahip şirketlerin ilgi ve iş alanı olmuştur. Bu durum ancak su hizmetleri yapısındaki geleneksel direncin kırılması ve bir başıbozukluğun yaratılması ile daha kolay gerçekleşebileceği için bu sürecin yaşanması çeşitli yöntemlerle ivmelendirilmiştir.

Geliştirilmeyi bekleyen su potansiyelimize karşı su yönetimindeki çok parçalı yapının ortaya çıkardığı olumsuzluklar su kaynakları yönetiminin kurumsal yapısının kapsamlı bir biçimde yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu yeni kurumsal yapının tercih edilecek teknik, ekonomik ve sosyal politikalar temelinde şekillenmesi gereklidir.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.