Haberler

Mütevazı yaşama artık geçmek zorundayız

Tarih: 3 Eylül 2007 Kaynak: Birgün Yazan: Tacım Açık
Uçurumun eşiğine geldiğimizi söylüyor Ömer Madra ve uyarıyor, "Acil eylem planına geçmemiz şart". Tüketimimizi sorgulamamız, bundan böyle daha mütevazı bir hayata geçmemizin şart olduğunu, ulusal ve uluslararası çapta sesimizi her yere duyurmamız gerektiğinden bahsediyor. Aslına bakarsanız Ömer Madra 90'lı yılların başından bu yana bunu dile getiriyor. Açık Radyo Yayın Yönetmeni ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Ömer Madra'nın Küresel Isınma ve İklim Krizi adlı yeni yayımlanan kitabında konu enine boyuna deşiliyor. Ümit Şahin ile uzun söyleşilerin ürünü olan kitapta ortaya çıkan manzara herkesi ürkütse de, rasyonel adımlarla bu gidişe dur diyebileceğimizin altı çiziliyor.

10 seneyi aşkındır Küresel Isınma'dan bahsediyorsunuz. Bu alanda, önemli bir aktivist kimliğine sahipsiniz ve nihayetinde Küresel Isınma ve İldim Krizi kitabınız çıktı. Kitabın oluşum sürecini konuşalım mı?

Aslında belki de 10 yıldan da epey öncesine giden, belki de ta '68 hareketinin ve birikimlerini barındıran bir şey olsa gerek. İlk kuşak çevre hareketi biliyorsunuz '72'de Roma Kulübü diye adlandırılan, dünyanın sınırlı kaynaklarının olduğunu ve bu şekilde tüketmeye devam edersek bunun yeterli olamayacağını belirten bireysel-siyasi bir hareketi de içeriyor. Dolayısıyla doğayla uyum konusundaki hassasiyetimizi 40 yıl öncesine kadar geri götürmek mümkün. Aşağı yukarı 1990'dan beri gittikçe artan bir şekilde uğraşmaya başladığımı söyleyebilirim. Özellikle Açık Radyo açıldıktan sonra, radyodaki Açık Gazetesi adlı programımla beraber bunun artmakta olduğu söylenebilir. Açık Gazete içinde, her gün giderek artan sayıda bu iklim krizinin gelmekte olduğunu gösteren örnekleri saymakla buralara doğru, bu kitaba giden yolu başlatmış olduk.

Küresel Isınma 2006 yılından bu yana gündelik konuşma diline yerleşti. Bir uyanıştan söz edebilir miyiz? Ama diğer yandan Akşehir Gölü bitti, Tuz Gölü yok olma aşamasında. Felaket örnekleri önümüzde. Burdan hareketle, sizce daha çok mu felaket tellalına ihtiyacımız var?

Felaket tellallığı olarak görmemek lazım bence bunu. Moda deniyor şimdi küresel ısınma için. Hatta çevre ekleri çıkartıyor gazeteler, ama daha çok çevreye zararlı mallar ve firmaların reklamları yayınlanıyor. Bütün bunlarda sakıncalı ve biraz da aptalca yönler var. Ama esas itibariyle bu meselenin vahametinin gittikçe daha fazla farkına varıldığını gösteren çok sayıda örnek var. Sudan gibi kurak bir yerde tarihinin en büyük yağışlarını alması veya Avusturya'nın tarihinde gördüğü en büyük kuraklık, insanlarda küresel ısınma meselesini gündeme getirdi. Yalnız James Hansen gibi öncü bilim insanlarının birkaçının söylediği bir modelken, bir bilimsel kehanetin çok ötesinde, herkesin somut olarak görebildiği bir mesele haline geldi. Geçen kış, kış gelmedi. Bunu kimsenin görmemesine imkân yok. Pencereden bakan ya da sokağa çıkan herkes havaların -ilk yayınımız Kate Evans'ın 'Acayip Havalar' kitabında olduğu gibi- bir acayip olduğunu biliyor artık. Bu artık inkar etmeyi imkansız kılıyor.

Dolayısıyla bir kabullenme süreci başladı.

Evet. Yine de böyle durumlarda, insana özgü kabul etmeme, inkar mekanizması durumu aşikar. Ben o kadar özel şeylerle de karşılaştım ki. Yıllarca, "neyse canım, aman normaldir, çevrimseldir, tekrar düzelir" dedikten sonra insanların bir gece içinde "ne yapalım, evet varmış ve yapılacak bir şey yokmuş" noktasına geldiklerini gördüm. Tabii bunların konuşuluyor olması, konunun hacmini kavramamıza yeter mi ve bunun için bir şey yapılıyor anlamına gelir mi, bu da ayrı bir tartışma konusu. Mesela bu konuda Leonardo Di Caprio gibi aslında pek beklenmeyen bir Hollywood starının çok önemli işler yapıyor olması... Onun yeni bir filmi var, 'The 11th Hour' diye -12'ye 5 Kala diye çevirebiliriz belki. Orada çok sayıda önemli bilim insanı ile mülakat yaptığı bir film. Sizin sorduğunuz sorunun benzerini gazeteciler de dile getiriyor. "Di Caprio gibi biri moda olduğu için mi küresel ısınmadan bahsediyor" diye. Filmin destekçilerinden birisi -bir sivil toplum kuruluşu aslında-, "Moda olup olmadığını bilmiyorum, ama bir an önce harekete geçmezsek, çok ciddi önlemler almazsak insanlık bir moda olarak geçebilir" diyor. Türkiye'deki en kritik nokta, hatta dünya için de bu bence. Sorunu kabullenmiş gibi yapmak yeterli değil.


Kabullenme biraz da duyarsızlaşmayı getirmiyor mu?

Öyle bir tehlike hep var. Bunu ta içimizden hissedip bir şeyler yapmak gerekiyor. Türkiye'de 168 bin kişi 'Türkiye Kyoto'yu İmzala' kampanyasına destek verdi. Aslında Kyoto Protokolü sembolik bir şey. Tek uluslararası antlaşma; sera etkisine neden olan gazların kısıtlanması için 170'e yakın ülkenin imzaladığı bir şey. Türkiye'nin Kyoto'yu imzalaması önemli, ama asıl önemli olan geleceklerini, yarını düşünen, kendi var oluşlarını ilgilendiren temel bir meselede insanların hızlı bir şekilde bu harekete destek vermesiydi. Ki, 68'den bu yana Türkiye'de çok az örneğine rastlanan bir durum. 8 Aralık'ta mesela, bütün dünyadaki pek çok çevre hareketiyle beraber Ankara'da bir gösteri var. Buraya mümkün olduğu kadar çok insan gelecek. Ve hükümete, siyasi çevrelere derhal kararlar alınması, radikal adımlar atılması gerektiğini söyleyeceğiz.

Kyoto Sözleşmesi 2012'de bitiyor. Buna karşın hükümet 2015'de Kyoto tarihi veriyor. Bu bir kandırmaca mı? Ve insanlar arasında Kyoto'yu imzalamak için Türkiye'nin Amerika ya da diğer güçlere bağlı hareket ettiği algısına cevabınız nedir?

Ben bu konulara hiç itibar etmiyorum. Bu komplo teorileri hem bizim vakit ve enerji kaybetmemize, hem de o ülkeleri baş edilemez derecede güçlü görmek gibi yanılgılar taşımamıza neden olduğu için çok sakıncalı buluyorum.

Ama mesela çevre hassasiyeti konusunda daha önceki tüm Kanada hükümetleri oldukça ilerici bir rol oynuyorlardı. Fakat birden bire neo-liberal diyebileceğimiz bir hükümet geldi. Ve çok ironik bir şey oldu. Küresel ısınma yüzünden çöl olacak Kuzey kutbu. Büyük bir felaketin olacağından söz ediyor bilim insanları. Belki de sular altında kalacak birçok yer ve tarımı da mahvedecek. Açlık, kıtlık beraberinde gelecek. Kanada hükümeti şimdi yakınlarındaki buzulların altında çıkan petrol yataklarının peşinde koşmaya başladı. Eskiden buzlar yüzünden girilemeyen bu yataklar uğruna Kyoto'dan bile vazgeçmeye kalkıyor Kanada. Danimarka, Norveç gibi sosyal demokrasinin daha hakim olduğu ülkeler de bu çılgınlığa, cinnete kapılmış durumda. Türkiye'de de aynı şey geçerli. Kyoto 2012'de yürürlükten kalkacak, yerine çok daha kuvvetli bir şey konması için uğraşılırken, 2015'e kadar kalkınmamızı iyice yoluna koyduktan sonra karar alırız diyen bir çevre bakanı vardı. Bu zihniyetin değişmesi lazım.

Küresel ısınma için teknolojiyi en aza indirmek ve birçok lüksten feragat etmek mi gerekiyor?

Hayır, tamamen öyle değil. Endüstri Devrimi dediğimiz, Thomas Newcomen'in kömür madenlerinden daha çok kömür çıkarmak için bulduğu buhar makinesinin icadından bu yana sera gazları çok tehlikeli seviyelere ulaşmış durumda. Bunun alternatifi Tarzan gibi hippi komünlerinde yaşamak, tüm tüketimi durdurmak anlamına gelmiyor. Bir akılcılıkla alternatif pek çok imkana ulaşılabilir. Toplu taşımacılıktan evlerin yalıtımına kadar çok ciddi enerji tasarruflarına gidebileceğimizi belirtiyor. En büyük tehlikelerinden biri olan arabalardan dahi vazgeçmeden, hybrid veya sırf elektrikli modellerle ve onların bataryalarının -rüzgar enerjisinin entegresiyle- şarj edilebilir özelliğini kullanmamızı istiyor. Bunların hepsi uygulanabilir ama önce kafalarda bir değişiklik yapılması gerekiyor. Dünyanın öbür ucuna tatillere giderek, 4x4 jeeplere binerek tehlikeyi arttırıyoruz.

Zihniyetlerin değişmesinden bahsettiniz. Peki adalet perspektifinden bakarsak az tüketen dolayısıyla çevreye az zarar verenle, sürekli uçaklara binen, toplu taşıma araçlarını kullanmayan insanlar aynı derecede mi suçlu? Yani, elit kesmin zihniyetinin değişmesi gerekmez mi daha çok?

Zaten, küresel iklim krizinin en büyük sorunlarından biri bu; çok büyük bir adalet problemi yaratıyor olması.Türkiye, kalkınmamızı engelleyebilir Kyoto diyor. Halbuki OECD ülkeleri arasında sera gazı yayımında en hızlı artışı yapan ülke de Türkiye. Ama mesela biz Amerika'nın dörtte biri kadar, İngiltere gibi ülkelerin de yarısı kadar yayıyoruz. Türkiye mesela neden Amerika ile kendini ölçüyor da, Tanzanya, Etiyopya gibi neredeyse sıfır karbon yayan ülkelerle kendini kıyaslamıyor? Türkiye bu ülkelerden 20 kat daha fazla zarar veriyor belki. Ama o tarafına hiç bakılmıyor. Elbette ki bu adalet perspektifi düzenlenmeden de bir sonuca gidilemez. Tabii ki elit kesimleri de daha mütevazı bir yaşam tarzına zorlamalıyız.

Daha somut adımlar atılmalı
G8'e dönecek olursak, 8 zengin ülke toplandı ama çok önemli olan sıcaklığı 2 derecede tutmanın önlemlerine ilişkin somut adımlar atılamadı. Aldılar aslında, bazı şeyler yapılıyor. Avrupa Birliği 2020'ye kadar yüzde 20 kısıtlayacağım dedi. Bu Kyoto'nun çok üzerinde. Bizim ülkemizin mesela yüzde 60 oranında bir kısıtlamaya gitmesi gerekiyor. Amerika gibi zengin kirletici ülkelerde bu yüzde 90'a ve fazlasına tekabül ediyor! Türkiye hızla ortalamanın üzerine çıkıyor ama onun da yüzde 60 kısıtlamaya gitmesi lazım. G8'e bütün bilim dünyası söyledi zaten; "Ey liderler, ey zengin ülkeler aklınızı başınıza toplayın" diye. Dünyanın en büyük n ülkesinin bilim akademisi 2005'te açık mektup yolladılar.

2007 BM Mayıs raporunda çarpıcı bir açıklama geldi. Beyan edildi ki, her saatte üç hayvan ve bitki türü insan faaliyetleri sonucu yok oluyor. Bütün canlılar tarihinde hiç görülmemiş boyutta bu hadise. Üç türün yok olması; bunun sebebi biziz, insanlar yani. Daha büyük kıyımlar kapıda. Kitapta da söylediğimiz gibi beyinlerde de bir salto attırmak lazım. Bu ahmaklığı bırakıp kendi kaderimizi kendi elimize almalıyız.

Peki buzulların durumu ne alemde? Büyümekte olan buzullar var mı? Hiç! Böyle şeyler söylendi bir ara iklim düzenbazları tarafından. Hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı ama. Bir tane bile büyüyen buzulumuz kalmadı.

10 yıl sonra iklimle başedemeyeceğiz
Amazon Yağmur ormanları, ki yaşarken karbondioksiti çeken bu ağaçlar öldüklerinde dışarı salıyorlar bu gazı. Bu ormanlar ne durumda?

Amazon tabii çok özel bir sistem. Başlı başına bir ekosistem. Yağmur ormanı lafı da o yüzden; kendi yağmurunu, bulutunu yaratan bir sistem. Ama çok da kırılgan bir sistem olduğu ortaya çıktı. 2 sene üst üste kuraklık oldu ve çok vahim derecede savana dönüşme ihtimali ortaya çıktı!. O National Geographic doğa belgesellerinde gördüğümüz çitaların, kaplanların koştuğu Afrika'daki, Kenya'daki çalılıklara, yani savana dönüşmesi ihtimalinden bahsediyorlar ama bunu düşünmek bile korku verici. İşte 3 sene boyunca bu kuraklık sürerse ağaçların kökleri kuruyup çöküyor. Amazon'daki duruma korktuğum için bakamıyorum doğrusu. Sıcaklığı maksimum 2 derecede tutmak için çabalamalıyız. 1900'e göre bu iki derecelik ısı farkı olursa 10 yıl sonra tamamen kontrolden çıkmış bir iklimle baş edemez hale gelebiliriz.

2 dereceyi tutturmamız şart. Peki 2 dereceden 6 dereceye bizi bekleyen gelişmeler neler? Çok karmaşık bir şey anlayabildiğim kadarıyla. 2 derecede tutulamazsa 3 dereceyi önlemek imkansız oluyor. 3 derece olduğu vakit bütün dünyanın kendi bağışıklık sisteminde ciddi problemler oluyor ve giderek, adım adım 6 dereceye ulaşıyor. ICPP Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli denen kuruluşun raporlarında 6 dereceye kadar çıkabileceği söyleniyor yüzyıl sonuna kadar. O zaman çok az türün hayatta kalacağı biliniyor. 250 milyon yıl önce olduğu gibi.

NASA Başkanı Michael Griffin, "Yeni iklim belki daha iyi bir iklim olacak. Bunu kimse bilemez" diye ilginç bir açıklamada bulundu, daha sonra pişman olup özür diledi. Bilim insanın bilim tarafından bakmayıp da işi kadere bırakmasını nasıl açıklarsınız? Demek ki kötü bir bürokratmış, kötü bir bilim insanıymış. Ne diyeyim şimdi? Ben bilimi önemsiyorum. Rasyonel düşünceye ihtiyacımız var. Buna dur demek için hangi önlemleri alacağımız ortaya konmuş durumda. Bireysel olarak da, sivil toplum kuruluşları olarak da hem yazacağız, çizeceğiz, hem yürüyüşlerimizi yapacağız hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde toplantılarımızda bu meselenin ele alınması için gerekenlerin yapılacağını umut edeceğiz. Acil eylem planına geçmemiz şart.
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.