Haberler

Türkiye'nin İklim Değişikliği Politikası Hakkında İpuçları

Tarih: 19 Ekim 2007 Kaynak: Açık Radyo Yazan: Ömer Madra

Ömer Madra: Küresel iklim değişikliği konusunda Başbakan’ın New York’ta yaptığı son konuşmalardan ve Çevre Bakanı’nın da bazı hamleler içine gireceğine dair sözlerinden sonra, Kyoto çerçevesinden başlayarak, genel olarak hangi konumdayız?

Semra Cerit Mazlum:
BM Genel Sekreteri’nin çağrısıyla yapılan New York’taki üst düzey toplantıda Başbakan Türkiye’de yankıları olan önemli açıklamalar yaptı. Onun üzerine, Çevre Bakanı, Başbakan’ın yaptığı konuşmaya açıklık getirir nitelikte başka açıklamalarda bulundu. Bu konuşmalardan, Türkiye’nin nerede olduğu ve bu seneden itibaren başlayacak olan süreç içerisinde kendini nerede konumlandırmaya çalıştığı hakkında da bazı bilgiler, önemli ipuçları edinmiş olduk.

New York’taki toplantı ne sağladı, ne katkısı oldu? İlk başta, sorunu tanımlama biçimi dolayısıyla liderlerin katılımı önemliydi, liderlik eksikliği, küresel düzeydeki politikaları yönlendirebilecek, daha ileri düzeye götürebilecek bir liderliğin olmaması saptaması üzerinden yola çıkmıştı, böyle bir amacı vardı, bunu gündeme getirmek istiyordu toplantı. Bunu büyük ölçüde başardığını söylemek mümkün, dünya liderlerinin önemli ölçüde ilgi gösterdiklerini gördük bu toplantıya. Orada yapılan konuşmalar da önemliydi, çarpıcı açıklamalar da oldu pek çok devlet ya da hükümet başkanı tarafından. Şu andaki çabanın yetersiz olduğunu bir kere daha dile getirmiş oldular aslında liderler orada. Fakat bazı genel görüş birliklerinin olduğunu tespit etmek mümkün yapılan bu konuşmalardan. Genel Sekreter de zaten zirveyle ilgili yaptığı değerlendirmelerde bunları sıralıyor. Bunları olumlu gelişmeler olarak görmek mümkün. Gelişmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğu, örneğin kendilerinin salımlarının 2050’ye kadar yarı yarıya azaltılması gerektiğini ve sıcaklık artışlarının da en fazla 2 dereceyle sınırlandırılması gerektiği yönündeki düşünceyi tekrarladılar burada. Orada dile getirilmesi bir kez daha önemli bir şeydi liderler düzeyinde. Gelişmekte olan ülkeler açısından da bir konum değişikliği ya da bakış değişikliğinin olmaya başladığını görüyoruz. Daha önceki toplantılarda da dile getiriliyordu bunlar, ama orada bir kere daha anlaşılmış oldu. Onlar da, hiçbir şey yapmamak yanlısı gibi anlaşılan konumlarını değiştirmeye başlamışlar. Salım kısıtlamasına, kendi koşullarına uygun bir şekilde katılmaları gerektiğini kabul ediyorlar artık büyük bir çoğunlukla. Gelişmiş ülkelerden gelen yükümlülükler yerine, daha esnek nitelikteki yükümlülüklerle, en azından salımları daha fazla arttırmama şeklinde sonuçlanabilecek önlemlerle, az gelişmiş ülkeler tarafından da yavaş yavaş bu küresel çabanın içine dahil olma eğilimi oluşmaya başladığını görüyoruz. Bu grubu da belki ayrımlaştırmak lazım kendi içinde, gerçekten salımları son derece sınırlı ve soruna katkısı çok düşük olan ülkeler grubu var bu büyük grubun içinde, bir de Çin, Hindistan, Brezilya gibi, daha büyük ölçülerde katkısı olan ülkeler var. Dolayısıyla bu ayrımın 2007’den itibaren Bali’de başlayacak görüşmelerde daha açık bir şekilde tanımlanacağı yönünde de yorumlayabiliriz bunu.

Ayrıca, ormansızlaşmanın iklim değişikliğindeki rolü bir kere daha vurgulanmış oldu bu toplantılarda ve ormanların korunması, orman kayıplarının önlenmesi konusunda da paralel girişimler yürütülebileceği yönünde çağrılar yapıldı.

Bu üç genel çıkarımdan sonra, aslında şunu da söylemek mümkün; her ülke ya da her lider toplantıya gelirken kendi gündemiyle gelmişti, Genel Sekreter’in gündeminin içine, kendi önceliklerini koyarak konuşmalar yaptılar büyük çoğunlukla. Bazı ülkeler de zaten bilinen tezlerini bir kere daha tekrar etme şansı bulmuş oldular toplantı sırasında. Örneğin Rusya, kendi tezini bir kere daha ısrarla dile getirdi toplantıda; Kyoto’nun yetersiz olduğunu bir kere daha vurguladı ve bu haliyle, yani yalnızca Ek1 ülkelerinin yükümlülüklerini düzenler şekilde 2012 sonrasına aktarılmasının işlevsiz olacağı, verimli bir yol olmadığı görüşünü öne çıkardı. 2005’teki Montreal’den bu yana Rusya, gelişmekte olan ülkelerin ‘gönüllü’ diye adlandırılan yollarla Kyoto önlemlerine daha fazla dahil olmasını istiyor, bir kere daha bunu vurgulamış oldu. Konferansın amacına ters düşen konuşmalar da yapıldı; örneğin, Çek Cumhurbaşkanı bütün eylem çağrılarının anlamsızlığını dile getirdi toplantı sırasında, büyük tepki çekti tabii ki.

ÖM: Tam tersine, dünyanın gayet iyi bir yere doğru gittiğini de söyledi değil mi? Küresel ısınma yokmuş onun söylediğine göre.

SCM:
Evet açıklamaları o yöndeydi, kendi ülkesinde de tepki çekti bu açıklamaları. Toplantının yapılış biçimi hakkında da eleştiriler vardı, özellikle gelişmekte olan ülkeler tarafından yöneltilen bir eleştiri bu. Liderleri bir araya getiren ve siyasal irade sorununu tartışmayı amaçlayan bu toplantının, bu şekilde bir konferans gibi, herkesin çıkıp zaten çoğunlukla bilinen görüşlerini bir kere daha tekrar edeceği bir yöntem yerine, interaktif biçimde tasarlanması gerektiğini, liderlerin bunu daha fazla karşı karşıya gelerek, daha ayrıntılı biçimde konuşabilmesini, tartışabilmesini mümkün kılan bir formatın seçilmesinin daha yararlı olacağını dile getirdi bazı liderler. Önemli ve çarpıcı konuşmalardan birisi, Bolivya devlet başkanı Eva Morales’in konuşmasıydı.

ÖM: Ne diyor Morales?

SCM:
Aslında süre giden tartışmaları, sorunun ele alınma biçimini kökten eleştiren bir konuşmaydı onunki. Kapitalizmle çevre sorunları ve küresel ısınma arasındaki bağlantıyı öne çıkardı konuşmasında daha çok. Küresel kapitalizmin işleyiş biçiminin ve ona eşlik eden bu savaşlar sisteminin, aslında çevrenin asıl düşmanı olduğunu, bunlardan kurtulmadığımız sürece çevreyi korumanın da mümkün olmadığını söyledi. Yine bütün öteki konuşmalardan farklı, ilginç nitelemelerinden birisi de şuydu; dünyanın bir anne olduğunu ve bu nedenle de ona zarar verilemeyeceğini, şu anda bu kapitalist sistemin aslında yeryüzünü metalaştırma ve değişime konu etme sistemi olduğunu ve asıl sorunun bu olduğunu, bütün öteki çabaların bundan sonra gelmesi gerektiğini, bunu takip etmesi gerektiğini söyledi. Bu açıdan belki hepsinden farklılaşan bir söylemle katıldı Morales toplantıya. Belki de önemli bir uyarı olarak görmek lazım. Tabii ne kadar duyuldu toplantı sırasında bilmiyorum.

ÖM: 80 ülke liderlerinin katıldığı, iklim değişikliği ile ilgili toplantıda yaptığı konuşma öyle mi?

SCM:
Evet, Başbakan’ın da olduğu oturumda konuştu Morales. Bizim açımızdan da değerlendirilmesi gereken bir konu. Başbakan belki yararlanmıştır bu konuşmadan. Bütün öteki liderler gibi, aslında Türkiye de dersini çalışarak katılmıştı bu toplantıya. Başbakan’ın konuşmasından bu görünüyordu. Örneğin Ek-1 ülkesi olma konumu, Başbakan açısından yeni bir bilgi imiş gibi geldi bana, konuşma sırasındaki vurgularından öyle anlaşılıyordu. Bir ölçüde de teknik bir toplantı niteliği taşıyordu herhalde Başbakan açısından. Türkiye’nin yürütmekte olduğu çalışmaları, şimdiye kadarki girişimlerini sıraladıktan sonra, “Türkiye’nin özel koşullarını ve öteki Ek-1 ülkelerinden farklı konumunu dikkate alan düzenlemeler yapılması durumunda”, Kyoto’ya olumlu baktığını bildirmiş oldu Başbakan. Bu önemli bir açıklama.

Şimdiye kadar Kyoto bağlamında bu türden açıklamalar yapılmıyordu. Bunun Başbakan düzeyinde ve küresel toplantıda yapılmış olması, dünyaya bir mesaj olduğu kadar, Türkiye’ye doğru da bir mesaj aslında. Daha önce de söz ettiğimiz gibi, bu sene içinde Türkiye’de önemli çalışmalar başladı bu konuda. Bunun sonuçlarını biz şu anda somut olarak görmüyor olsak bile, Türkiye’nin Kyoto karşısındaki konumunu daha ayrıntılı bir şekilde ele alan ve bir pozisyon belirlemeye çalışan çalışmalar yürütülüyor bakanlıklar düzeyinde. Toplantıda en azından bunun dile getirilmesi önemliydi. Fakat bu “özel koşullar ve farklı konumu”nun ne anlama geldiği konusunda bir soru düğümleniyor. Bizim değerlendirmemiz açısından da önemli olan birsoru bu. Bu yürüyen çalışmaların da en fazla üzerinde durduğu konu bu. Bu konudaki bir ipucunu da Başbakan’ın konuşmasından sonra Çevre Bakanı’nın yaptığı açıklamalardan edinebildik. Çevre Bakanı, bilinen söylemi tekrarladıktan sonra, Türkiye’nin niye salım sınırlaması kısıtlamaları, yükümlülükleri altına giremeyeceğini, ekonomisinin içinde bulunduğu farklı koşulları, gelişme amaçlarını tekrarladıktan sonra önemli bir değerlendirmede bulundu; “koşullarımız farklı, bundan dolayı da öteki Ek-1 ülkeleri gibi yükümlülükler alamayız, alabileceğimiz yükümlülükler sera gazlarını azaltmak yönünde bir yükümlülük değil, sera gazlarının artış hızını yavaşlatmak yönünde farklı bir yükümlülük olabilir” dedi. Bu açıklama,diplomatik pozisyonun belirlenmesi açısından, onun yönünün ne olacağını göstermesi açısından anlamlı. 2012 sonrası görüşmeleri başlamadan Kyoto’ya taraf olup, 2012 sonrasına ilişkin daha elverişli koşullarla anlaşmanın içine katılma çabasının olduğunu biliyoruz yürüyen bu çalışmalardan. Bu katılımın ne yönde olacağı konusunda fikir veriyor Çevre Bakanı’nın açıklaması.

ÖM: Çevre Bakanı’nın sözlerinden ne gibi bir çıkarım yapabiliyoruz net olarak?

SCM:
Örneğin AB’nin %8 olarak belirlenmiş bir salım kısıtlama, indirme yükümlülüğü var Kyoto’nun şu andaki halinde, 2008-2012 arasındaki birinci yükümlülük dönemine göre. Elimizde, salımların 1990’a göre 2012’ye geldiğimizde hangi düzeyde olduğunu gösteren, ölçen bir somut azaltım yükümlülüğü var. Türkiye’nin Çevre Bakanı’nın söyleminden, böyle somut sayısal yükümlülük ya da sayısal hedef almak yerine, devam eden emisyon artış trendini yavaşlatmak ya da durdurmak yönünde bir yükümlülük almaya eğilimli olunduğunu anlamış oluyoruz. Yayınlanan ulusal bildirimden, sekreteryaya sunulan envanterden biliyoruz ki, Türkiye’nin salımları çok hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Bu artış da önümüzdeki dönemde, 2020’lere kadar aynı hızda sürecek.

ÖM: OECD ülkeleri arasında yapılan sıralamada, %72.6 ile en üstte idi galiba?

SCM:
Evet Ek-1 ülkeleri arasında en yüksek artış gerçekleşen ülkeydi Türkiye. Dolayısıyla OECD ülkeleri arasında da aynı durum söz konusu. Çevre Bakanlığı’nın ya da Türkiye’nin eğilimi, bunun durdurulmasının ya da bunun daha altına düşülmesinin, yani 1990 altına düşülmesinin çok kolay olmadığı gerçekleştirilemeyecek olduğu, dolayısıyla da Türkiye’ye böyle bir hedef yüklenmekten, en azından bu devam eden artışı yavaşlatacak türden bir yükümlülük verilmesini sağlayacak görüşmeler yürütülmesi yönünde. Çevre Bakanı’nın açıklamasından çıkan sonuç bu, fakat başka türde de değerlendirmeler yapılıyor, “Türkiye’nin, 2012 sonrasına katılmasının koşulları ne olabilir?” sorusuna karşılık olarak. Bunlardan bir tanesi şu; Türkiye’nin öteki Ek-1 ülkelerinden farklı olarak, 1990’dan farklı bir taban yılı üzerinden hesaplanacak yükümlülüklerle, emisyon kısıtlamalarıyla anlaşmaya dahil olması; bu kapsamda öne çıkan yıllardan biri de 2000 yılı. 1990’daki emisyon düzeylerinin çok düşük olduğu, Türkiye’nin o günkü koşullardaki ekonomik gelişme düzeyi açısından bakıldığında, bugün bir yükümlülük almaya zemin oluşturamayacağı, dolayısıyla daha anlamlı bir dönem olan 2000’lerin değerlendirilmesi gerektiği yönünde görüşler söz konusu. Buna ek olarak, temiz kalkınma mekanizması, Kyoto’nun getirdiği düzeneklerden bir tanesi. Temiz kalkınma mekanizması, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelerde yürüttükleri projeler yoluyla, salımların kısıtlanmasına ve bu ülkelerin sürdürülebilir kalkınmasına katkı sağlamayı amaçlayan bir mekanizma. Gelişmiş ülkeler, yalnızca gelişmekte olan ülkelerde yürütebiliyor bu projeleri. Dolayısıyla Türkiye, şu andaki durumda anlaşmaya girerse, bir Ek-1 ülkesi olarak, başka bir ülkede temiz kalkınma düzeneği dahilinde projeler yapabilir. Türkiye bunun tersini istiyor, yani gelişmiş ülkeler tarafından Türkiye’de bu türden temiz enerji projeleri yapılması olanağının kendisine sağlanmasını istiyor. Temiz kalkınma düzeneğine bu şekilde ev sahipliği yapabilecek olmak teknoloji transferi açısından önemli görülüyor. Dolayısıyla 2012 sonrasına ilişkin pozisyonunun, bu iki temel beklenti üzerinden oluşturulmasını talep ediyor.

ÖM: Bütün bu anlattıklarınızdan benim çıkarttığım sonuç şu; başka konularda olduğu gibi, karar alıcılar yine başka konulardan şikâyet eder durumdalar. Dışişleri Bakanı Babacan, TCK’nın 301. maddesinden şikayet ediyor ve “elimize yapıştı zamk gibi” diyor ya, Çevre Bakanı da Türkiye’nin kalkınmasını engelleyecek bir takım şeylerden bahsedip, doğa ile pazarlık etmeye kalkma durumu olduğunu ortaya koyuyor. Benim asıl sormak istediğim şu; 2050’ye kadar mesela, Türkiye karbon salımlarını % kaç azaltacak, bu konuda bir hedef koyuyor mu? Bunlar için ne yapacak, ya da kömürle çalışan termik santrallerini azaltıp alternatif enerjilere geçecek mi? Böyle bir hedef belirliyor mu? Bunlardan eser yok konuşmalarda. Başbakanın konuşmasında da yok.

Avi Haligua: Özellikle Başbakan Erdoğan konuşmasında özel koşullardan bahsediyor ve belki de daha önce pek çok ülkeye yapıldığı gibi, Kyoto’yu ancak herhangi bir yükümlülük olmaması durumunda imzalamayı istiyor.

SCM:
Çok haklısınız. Türkiye bütün bu koşulları ya da kendi özel durumunu, öteki ülkelerden farklı şartlarını, siyasal alanda, uluslararası siyasette pazarlık etmek üzere öne çıkarıyor.

ÖM: Aynen öyle, fakat doğa ile nasıl pazarlık edeceğiz?

SCM:
Bir uzmanın bir değerlendirmesine atıfta bulunmak yararlı olabilir; İklim değişikliği sorunu iki dünya arasındaki çatışmadır esasında, bunlardan birisi bir tek atmosferin oluşturduğu dünya, yani yeryüzünün atmosfer sistemi, öteki de 200’den fazla devletin oluşturduğu siyasal sistem. İklim değişikliğini bu ikinci sistem oluşturduğu halde, etkileri birinci sistem üzerinde görünüyor ve yine bu devletler sistemi gereken cevabı vermiyor.

ÖM: Sizin söylediğiniz çok önemli bir şey dikkatimi çekti, Bolivya devlet başkanlığına seçilen Kızılderili kökenli Eva Morales’in, aynı oturumda, doğa ile ilişkisini binlerce yıldan beri birlikte konumlandırmış bir kültürün temsilcisi olarak, bakışıyla Erdoğan’ın ve Çevre Bakanı’nın bakışlarındaki farkı görüyoruz. Biri “tabiat ana” olarak bakıyor, diğeri de üzerinde pazarlık edilebilecek bir kaynak olarak bakıyor. İkisi arasında çok belirgin bir fark göze çarpıyor. Bush tarafını hiç hesaba katmıyorum tabii, o bambaşka bir hesap.

SCM:
Pazarlığı o yöne çevirmiş olmanın doğa üzerindeki etkilerini herhalde hâlâ fark etmemiş olmaktan ya da bilerek göz ardı etmekten kaynaklanan bir yaklaşımın ürünü şu anda ortaya çıkan durum.

Çevre Bakanı aynı zamanda suyun korunması gerekliliğini ve neden korunması gerekliliğini açıklarken, , bir kaynak değil bir canlı varlık olduğu için korunması gerektiği yönünde açıklamalar yapıyor son günlerde katıldığı toplantılarda. Söylemle eylem arasındaki farkı gösteriyor herhalde bize bu açıklama. Dediğiniz gibi, hem Çevre Bakanı’nın bu açıklamasında, hem Başbakan’ın konuşmasında somut olarak dile getirilmiş bir hedef yok. Yani, şu tarihe kadar üstlenilebilecek ya da gerçekleştirilebilecek yükümlülükle ilgili bir bilgi edinmek mümkün değil yapılan konuşmalardan. Bunun eylem ufkunun dışında olmasının, aynı zamanda, pazarlıklara odaklı bir bakışın hakim olmasının bir sonucu bu.

ÖM: Suyun canlı olup olmadığı konusunu bilemeyeceğim, internette de dolaşan ve bir kitaba da konu olan öyle araştırmalar biliyorum, suya iyi konuşursanız iyi güzel kristaller veriyor dondurulduğunda, kötü konuşursanız, küfrederseniz de daralıyormuş, bunları ne kadar ciddiye almamız gerektiğini bilmiyorum, çok da ilgimi çekmiyor doğrusunu isterseniz, ama bir tek şeyi çok iyi biliyoruz ki, biz ya batacağız ya çıkacağız, o eşiğe gelmiş durumdayız. Dünyanın bütün bilim akademilerindeki insanlar bunları söylüyorlar ve artık fırsatın sonuna doğru yaklaşıyoruz. Yani korkunç seller, yağmurlar, yangınlar, su baskınları, kuraklıklar vs. olacak; bunu biliyoruz artık. Bu fecaati önleyebilmenin tek yolu da karbondioksit gibi sera gazı emisyonlarını derhal kısıp başka yollara gitmek ve bunun için de bir hedef koymaktan geçiyor. Bunun için hedef koymayan insanların, hükümetlerin ve bakanların ne söylediklerine bakmayıp yapmaları gerekenler için zorlayacak yöntemlere ihtiyacımız var sadece.

Amerika’dan son derece önemli şeylerin haberi gelmeye başladı, 5 bin öğrencinin Beyaz Saray önünde yaptığı ya da 1400 şehir ve kasabada yapılan hareketlerin ardından, şimdi de One Sky kampanyası başladı; kömürle işleyen termik santrallerin kapatılması yoluna gidilmesi için bayağı bastırıyorlar. Amerika’da 600’ün üzerinde şehir meclisi karar aldı zaten, artık onlar da Bush yönetiminden para almayıp kendi bütçeleriyle bunu uygulama yoluna da gidebilirler mi diye tartışıyorlar. Enteresan bir durum var.

SCM:
Aslında önemli bir dönemeçteyiz iklimin korunması açısından, hem doğal sistemin eğilimleri, karbon emisyonlarının doğa üzerindeki etkileri açısından hem de siyasetin vermesi gereken kararlar açısından önemli bir dönemeç bu. Gereken indirim oranları da alınacak önlemlerin hacmi de tanımlanmış durumda. Örneğin 2050’ye kadar yalnızca gelişmiş ülkelerin salımlarını en az %25-40 oranında azaltmaları gerektiği, bunun 2050’lere kadar da %85-90’lara ulaşması gerektiğini biliyoruz.

ÖM: Hatta 2030’a kadar %60 kısmak gerektiği de bilimsel bir veri olarak ortaya konuyor, ama kısmaktan tek kelime söz etmeyen hükümetlerin durumuna karşı da mutlaka bir şey yapılmalı herhalde. Bir kısıntıdan bahseden var mı Türkiye’de? Yok.

SCM:
En ileri giden açıklama Çevre Bakanı’nın yaptığı açıklamaydı, somut olarak söylenmiş, dile getirilmiş eylem türünü ortaya koyması açısından, ancak, hiçbir kısıntıdan söz etmiyor. Türkiye’nin eğiliminin, Çin, Hindistan, Brezilya, Kore gibi ülkelerin görüşleriyle aynı çizgide olduğunu, o çerçevede bir girişim yürüteceğini de anlamış oluyoruz yapılan değerlendirmeden. Bir de uluslararası pazarlıklardaki durumdan ziyade Türkiye içindeki duruma da bakmak lazım, “ne yapılıyor?” diye. Hedeflerin belirlenmesi konusundaki eksiklik devam etmekle birlikte, başka çalışmaların da yapılması gerekiyor. Bu, adı konmuş olarak yürüyen çalışmalardan bir tanesi de daha önceki çevre bakanının dile getirdiği, Kalkınma Planı’nda da yazılmış bulunan, yapılacağı söylenen, İklim Değişikliği Eylem Planı’ydı. İlk ulusal bildirim hazırlıkları sürerken, aslında onunla paralel bir şekilde bu hazırlıklar da başlamıştı, fakat çok fazla gündeme gelmiyordu, yalnızca Bakan’ın açıklamalarından bu alışmaların sürdüğünü anlayabiliyorduk. Bu çalışmalar belli bir aşamaya ulaşmış durumda anlaşılan, somut olarak söylemek gerekirse UNDP ile Çevre ve Orman Bakanlığı ile TÜSİAD’ın ortak olarak birlikte yürüttükleri bir projeden söz etmek gerekiyor belki de. İklim Değişikliği Eylem Planı’nın hazırlanması projesi olarak adlandırabiliriz bunu. Eylem planının kendisini ortaya koymaktansa bu eylem planının nasıl yapılacağı hakkındaki hazırlıklarla ilgili bir proje bu daha çok. Varolan durumun değerlendirilmesi, bir öz değerlendirme niteliğinde ve ilerlenmesi gereken yol hakkında da bir takım saptamalar yapmak üzere yürütülüyor bu proje. Bugünlerde, bu aylarda da sonuçlanması lazım bunun.

Bu eylem planının, içeriği, kapsamı her ne olursa olsun, yine bakanlıklar arasında bürokratik bir çalışma olarak görülmek yerine, sorunun niteliğine uygun, onun ağırlığına, toplumdaki karşılığına denk düşecek bir şekilde, toplumla birlikte yürütülmesi gereğini de hatırlatalım.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Ağustos 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31        
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.