Haberler

Ölen Bir Deniz...

Tarih: 7 Mayıs 2008 Kaynak: Cumhuriyet Yazan: Oktay Sönmez
Çocukluğumu bir devlet memuru olan babamın tayinleri coğrafyası ile sınırlı bir dünyada yaşadım. Bu Karadeniz’di. Antikçağ insanları, özellikle denizcilerinin “Axenos Pontus” dedikleri “Misafir Sevmeyen Deniz”. Öyledir de bazen. Ama ben çocukluğumun Karadeniz’ini bir cennet gibi anımsıyorum. Uçsuz bucaksız fındık bahçelerinin yeşiline gömülü kıyı boyunca sıralanmış küçük balıkçı köyleri, İstanbul’dan, hatta dünyadan uzak, çoğunun başka bir denizi hiç mi hiç görüp bilmeden ölüp gittiği çekirdekten yetişme denizcilerin yurdu.

Bazen başladı mı denizdekilere denizi dar eden, günlerce dinmeyen “karayel”in uğultularıdır. Suskun kayalıklarda patlayan dalgalarının bembeyaz ve ürkütücü güzelliğidir. Bazen de yukarda kocaman gizemli bir fener gibi asılı duran Ay’ın ışıltılarında yıkanan kumsallarıdır. Ya da renkli mücevherler gibi çakıl taşları ile uzayıp giden kıyıları öpüp, okşamalarla seven lacivert, kadife sesli bir şarkıdır. Sabahlara kadar sürüp gider. Bin türlü çile, kavga ve de bin türlü mutluluktur. Fındıktır, çaydır, tütündür Karadeniz. Hamsidir, türküdür, şiirdir bu deniz.

Sadece 4 liman vardı
Karadeniz’de, bizim kuşağın çocukluk yıllarında, dört liman vardı sadece. Balıkçılardan, Karadeniz’in çilesinde yaşlanmış taka kaptanlarından öğrenmiştik bu limanların adını. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış. Öyle, korunmalı mendirekli, rıhtımlı, vinçlerle donanmış limanları hayal bile edemezdik. Rıhtımlara yanaşan kocaman gemileri yirmi beş kuruşa gittiğimiz matinelerde siyah beyaz filmlerde görürdük.

Karadeniz’in derinliği yer yer 2 bin metreye ulaşan doğal yapısı, kuzeybatı köşesinde Tuna Irmağı deltası ve Kırım Yarımadası arasında derinliği yer yer 100 metreden de az, geniş bir sığlık alanı da içine alır. Özellikle bu alan Karadeniz’deki çok çeşitli balık türlerinin yumurtlama ve çoğalma yatağı olagelmiştir. Yıllardır her yerde yapılan, açıkoturumlar, konferanslarda dile getirilen bir gerçeği yineleyecek değiliz. Artık kesinlikle biliniyor ki, denizleri kendimiz kirleterek -sanayi atığı vb.- giderek öldürüyoruz. Ama yazımızın asıl konusu bu değil. Karadeniz’in kendi kendini öldürmesi.

Avrupa’daki sanayileşmenin başladığı yıllara kadar uzanan ve her geçen yıl ürkütücü boyutlarda büyüyen Karadeniz’deki kirlenmenin kaynağı artık her yeri geldiğinde belirtildiği gibi bu denize dökülen büyük nehirlerdir. Bunlardan sadece Tuna’nın her yıl bu güzel denize bir çöplüğe döker gibi getirip yığdığı atık toplamı, inorganik nitrojen ve fosfor olarak 400 bin tonu geçiyor.

Atık ve zehirler Karadeniz’e
Özellikle son 30 yıl içinde Avrupa’daki suni gübre üretiminden kaynaklanan atık her geçen yıl daha da artmaktadır. Tuna dahil Karadeniz’e dökülen beş dev nehir, çok büyük çapta bakteri kütlelerini de örneğin Fransa’dan daha büyük bir drenaj alanının zehri ile birlikte sürekli olarak bu denize yığmaktadır.

Deniz suyunun yapısında var olan bakteriler, normal olarak, dışarıdan gelen organik maddeleri ayrıştırırlar. Ancak ırmakların taşıdığı miktar bu reaksiyon için çok büyük kütlelerdir. Bu bakteriler normal koşullarda deniz suyundaki serbest oksijeni kullanarak ırmakların getirdiği maddeleri oksitler ve böylece beslenirler.

Fakat ırmakların taşıdığı miktarlar o denli büyüktür ki, deniz suyunun oksijeni bu anlatılan olayla kullanılıp tüketilir ve işte o zaman asıl tehlike olan bir başka oluşum başlar. Oksijenin azalması ve sıfırlanması ile deniz suyu kimyasal bir ölüme gider.

Nehirlerin getirdiği çok büyük hacimde su kütleleri içindeki yoğun bakteriler, deniz suyundaki oksijeni tüketince bu kez yine aynı ortamın bileşiminde bulunan sülfat iyonlarındaki oksijeni emmeye başlar ve bu olay sonucunda hidrojen sülfür gazı açığa çıkar. İşte asıl katil, doğadaki en öldürücü maddelerden biri budur.

Karadeniz, işte bu ölüm gazının yeryüzündeki en büyük rezervuarıdır. Bu nedenle de 150/200 metre arasında değişen derinliklerde yaşam yoktur. “Ölüm Çizgisi” denilebilen bu derinliklerden aşağılarda su, herhangi bir canlının yaşayabileceği bir ortam değildir. Bilim dilinde “yaşatmayan” ve “yaşamayan” bu ortama “Anoxic” deniliyor.

110 bin ton petrol denize karışıyor
Elbette çevremiz insan eliyle de kirlenmekte, doğa büyük zararlar görmekte ve hatta yok olmaktadır. Zehirli, öldürücü sanayi atıkları, diğer çeşitli kirletme unsurları, insan tarafından yaratılan fakat yine de insan tarafından çeşitli önlem ve gayretlerle önlenebilecek, büyük ölçüde azaltılabilecek niteliktedir.

Örneğin sadece çeşitli olay ve nedenlerle sızıntı, döküntü olarak Karadeniz sularına karışan petrol yılda 110 bin tonu geçiyor. Gemi balast suları ile başka denizlerden gelen çok zararlı ve Karadeniz’in kendi biyolojik yapısını yok eden egzotik küçük canlı türleri de ayrı bir öldürücü, yok edici faktör. Ama Karadeniz’in derinliklerinde sinsi ve derin bir uykudaymış gibi duran sessiz canavar çok bambaşka bir olaydır. Diyebiliriz ki Karadeniz’de doğa kendi intiharı içindedir. Bu saklı tehlikenin insanlığın başında ne şekilde ne zaman patlayacağı bilinemiyor.

Kısacası tüyler ürpertici bir kâbus. Öyle ki, konu ile ilgili birçok bilim adamı “Karadeniz’de kıyamet” olarak niteledikleri bu olay üzerinde konuşmamayı tercih ediyor. Çünkü çaresizler. Şimdilik o canavarın üzerinde hâlâ yaşamakta olan ve bizleri yaşatan o 150/200 metre kalınlığındaki su dilimi, canlı bir dünya var, ona olsun sahip çıkmak olmalı tek yapacağımız şey. Belki de sözü edilen kıyamete daha yüzlerce yıl var.
Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.