Haberler

Tarlabaşı'nda yaşamın dışarı sürüldüğü yollar

Tarih: 9 Mayıs 2008 Kaynak: Birgün Yazan: Seval Kalkan
Bilinen adıyla Tarlabaşı, Türkiye’nin tüm gelişmekte olan kentlerinde sıkça rastlamaya başladığımız “Kentsel Yenileme” kavramıyla, son 1 yıldır tüm çevrelerin ilgi odağı haline gelmiş durumda. Geçtiğimiz haftalarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ile Cardiff Üniversitesi’nden bir grup öğrenci ve akademisyenin gerçekleştirdiği Tarlabaşı Workshop sonucunda, hem projeyi yürüten GAP İnşaat hem de Yenileme Alanı Sakinlerinin anlattıklarıyla, proje ve Tarlabaşı’ndaki durum hakkında bilgi sahibi olduk...

Tarlabaşı'nın gelişimi
19. yüzyılda İstanbul ekonomisinin gelişmeye başlamasıyla Tarlabaşı da şekillenmeye başlamış, İstiklal Caddesi ve Pera’nın yüksek gelir grubuna dahil nüfus yapısının yanında, burada daha çok gayrıimüslim işçi sınıfı yerleşmiştir. Bölgenin nüfus yapısı, Varlık Vergisi uygulamaları, 6-7 Eylül Olayları, Yunanistan vatandaşlarının sınır dışı edilişi gibi nedenlerle gayrimüslimlerin bölgeyi/ülkeyi terk etmesi ve kırdan kente göç dalgası sonucunda zaman içinde önce Roman, daha sonra Orta ve Doğu, son olarak da Güneydoğu Anadolu kökenli Kürt göçmenlerin, Iraklı ve Batı Afrikalıların gönüllü ya da zorunlu olarak gelişiyle büyük ölçüde değişmiş ve homojenliğini yitirmiştir. Son göçlerle nüfusun çoğunluğu Kürt kökenli hale gelmiştir.

Günümüze gelinceye dek Tarlabaşı’nın kötüleşen ekonomik durumu, farklılaşan nüfus yapısı, azalan iş imkânları, büyük oranda hissedilen dışlanmışlık etkisi ve bunlara bağlı olarak artan suç oranları, bölgenin çöküntü alanı olarak tanımlanmasına neden olmuştur. 80’lerde Tarlabaşı Bulvarı’nın genişletilmesi amacıyla bulvar üzerindeki birçok binanın belediye tarafından yerle bir, yaşayanların da kapı dışarı edilmesi, daha sonra 1993 yılında bölgenin kentsel SİT alanı kapsamına alınarak yapılar üzerindeki yenileme ve değişikliklerin zorlaştırılması ve maliyetlerinin artırılması, bölgedeki yaşamı hem fiziki hem de sosyal olarak, hem doğrudan hem de dolaylı olarak olumsuz yönde etkilemiştir. Tüm bu yaşananlar Tarlabaşı’nın bugün birçok çevrede “suç yuvası” olarak anılmasına ve kent merkezinden, hele ki küreselleşme yolunda hızla ilerleyen ve bu nedenle de pire için yorgan yakma eğiliminde bulunan bir kentin merkezinden dışarı sürülmesi gerektiğine karar verilmesine neden olmuştur. Tabii burada Beyoğlu Belediyesi’nin çevreye bugüne kadar ver(me)diği değer ve hizmetlerin de rolü yok değildir.

Bölge için (!) yapılan planlar
İşte bugün İstanbul’un, çektiği sermayesi ile “bir şekilde” büyümeye devam etmesi ve buna bağlı olarak kent için üretilen senaryolarda, yoksulun, çirkinin, vasıfsızın yer almaması; ama varsılın, güzelin, eğitimlinin kati suretle “kent merkezinde” yer alması gibi nedenlerle, diğer birçok yerde olduğu gibi Tarlabaşı’nda da bir “Yenileme Projesi” yapılması gerekliliği(!) ortaya çıkmıştır. Beyoğlu Belediyesi’nin açtığı yenileme projesi ihalesini Çalık Grubu’nun kazanması şaşkınlık yaratmamış, grubun inşaat kolu olarak GAP İnşaat projeyi hazırlamıştır.

Projenin danışmanlığını Prof. Dr. Sercan Özgencil Yıldırım (Beykent Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkanı), Prof. Dr. Haluk Gerçek (İstanbul Teknik Üniversitesi), Prof. Dr. Güzin Konuk (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölüm Başkanı), Dr. Sinan Genim ve Orhan Demir (MSGSÜ Plan Ofisi) üstlenmiş, aralarında ünlü mimarlar da bulunan Hasan Kıvırcık, Han Tümertekin, Mehmet Alper, Nuran Karakaş, Cem İlhan, Tülin Hadi, Hasan Çalışlar, Kerem Erginoğlu, Yavuz Selim Sepin’den oluşan mimarlar grubu da projenin tasarım işlerini üstlenmiştir.

Proje, şu anda bölgede hiç bulunmayan yeşil alanı 4000 m2’ye çıkarmayı, var olan ortalama 5500 civarı nüfusu 2258’e, buna bağlı olarak yoğunlukları da 1200 civarından 400 kişi/hektar’a düşürmeyi öngörüyor. Projenin diğer bir dikkat çeken özelliği ise Tarlabaşı Bulvarı’na bakan parsellerde özellikle turizm ve ticaret işlevlerinin, daha geride kalan parsellerde ise lüks konutların önerilmiş olmasıdır. Böylelikle bölgede yaratılacak artı değerin üst gelir grubunun kullanımına geçeceği kolaylıkla tahmin edilebilmektedir.

Projenin gözden kaçamayacak en önemli noktalarından biri, kentsel dönüşüm projelerinde sıklıkla karşılaştığımız gibi kiracıların durumunun göz ardı ediliyor olması iken, diğer bir önemli nokta ise çok değerli bir tarihi dokusu bulunan ve kentsel SİT alanı içinde yer alan bölgenin, neredeyse tamamen yıkılarak yerine modern yapıların önerilmesidir. Unkapanı’nda yer alan ve Cumhuriyet dönemi modern mimarlık örneği olarak bilinen, ödüllü İMÇ bloklarının yıkılarak yerine “Tarihi Kimliği Korumak” adına Osmanlı Konakları yapılması planlanırken, bu projenin tarihi dokuyu hiçe sayması, kent için yapılan plan ve projelerin ne kadar büyük çelişkiler barındırdığının da göstergesidir.

Tüm bunlara karşın proje üretilirken “katılım” olgusunun göz ardı edilmediği (!) GAP yetkilileri tarafından üzerine basılarak belirtilmekte, belediye, Koruma Kurulu, mal sahipleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, STK temsilcileri, yatırımcılar ve bölgede yaşayanların birlikte bu projeyi gerçekleştirebileceği vurgulanmaktadırlar. Yetkililerin “katılım”dan asıl kastettikleri ise mal sahipleriyle masaya oturup anlaşmalar yapmaya çalışmaktan ibaret. Ayrıca fiziksel yenilemenin bölgede zaman içinde ekonomik gelişmeyi, sosyal etkileşimi ve sonunda bölgenin kentle bütünleşmeyi sağlayacağı da önemle dile getirilen konulardır. Temel olarak Koruma, Güvenlik, Fonksiyonel-Çağdaş-‘Yüksek Standartlı’ Yaşam, Yaşayanlara Uygun Mekânsal Çözümler, Sürdürülebilirlik, Esneklik, Tutarlılık gibi tasarım kriterleri benimsenen projede mal sahibi ve kiracılar için sosyal programlar da önerilmektedir. Bu programlarla da restorasyon, inşaat, hizmet sektörlerine yönelik eğitimler ve bu tür işlerde çalışmak üzere bölge halkına öncelik verilmesi konuları kastediliyor ve böylelikle bölge halkının menfaatlerinin korunacağı söyleniyor. 

Tarlabaşı halkı ne diyor? 
Tarlabaşı halkı ise olan biteni hâlâ tam olarak anlamış değil. Bir kısım, evlerinin belediye tarafından “tamir edileceğini” düşünüyor ki aslında olması gerekenin bu tür bir çalışma olduğunu birçoğumuz çok iyi biliyoruz. Bir kısım ise zaten yıllar boyunca kendilerini göz ardı etmiş olan belediyenin onları kapı dışarı etmek için bir yol bulduğunda hemfikir… “Benim 2 katlı evim var, çevremde komşularım var, Türk, Kürt, Roman, Ermeni hep birlikte yaşadık biz. Kavga da ettik, birbirimize yardım da ettik. Beni başka bir yerde, hiç tanımadığım insanların arasında, küçücük bir daireye koyarlarsa ben nasıl yaşarım?” diyor Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği’nde karşılaştığımız bir Ermeni teyze. Aslında 20 yıldır burada yaşayan kiracıların da, burada doğup büyümüş, çocuklarını burada büyütmüş mülk sahiplerinin de çoğunluğunun düşüncesini dile getiriyor.

Yenileme alanının hemen yanındaki binalarda yaşayanlar ise emin olmak için soruyorlar: “Bizim evler yıkılmıyor, değil mi?”; artacak değerle birlikte kendilerinin de dışarı sürülen yollara mahkûm olacaklarını düşünmek istemeyerek…

Mimarlar Odası ise projenin hâlâ kendilerine gelmediğini, gizli kapaklı bir biçimde oldubittiye getirilmek istendiğini, bu işin bu şekilde yapılamayacağını ve projenin mahkemede son bulacağını belirtiyor.

Peki, ya sonra?
Bugün Tarlabaşı’nın sokaklarında kadınlar oturup örgü örüyor, kapıları açık evlerinde yemek yapıyor, çocuklar kaldırımları park biliyor, orada oynuyor… Travestiler ve uyuşturucu satıcıları, hırsızlar da hep söylendiği gibi sokaklarında geziniyor, yaşıyor, buranın havasını soluyor. Belediyelerin göz ardı ettiği yerde bu insanlar yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Peki, ya projelerden sonra, yani tüm bu kentin yoksulları, sakinleri, travestileri, hırsızları başka yerlere taşındıktan sonra, yapılacak pırıl pırıl, 3D MAX(2) kent merkezlerinde kimler yaşayacak? Kentin yoksullarının çöplerini bile toplamayan belediyeler, yoksulları toplayıp başka yerlere taşıdıktan sonra neler olacak? Yoksulluk, bağımlılık, eğitimsizlik, enformellik ve farklılık dışarı sürülüp kentin eksi yükü çepere, artı yükü merkeze yerleştirildiğinde kenti kent yapan özellikler yok olmayacak, kent bir simülasyona dönüşmeyecek mi?

İnsanların sosyal güvenliği, temel ihtiyaçları karşılanmadan, onlara eğitim ve iş imkânları, sosyal alanlar yaratılmadan, sorunların başka yerlere taşınarak yok olması beklenemez. Belediyelerin asıl görevi kente hizmet vermek ise bu hizmeti herkese eşit vermelidir. Eğer görevi hizmet vermek değil, kent merkezini sermaye için dönüştürmekse, o zaman bu kurumu baştan tanımlamak gerekir.
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.