Haberler

İstanbul, Yenikapı Transfer Noktası’ndan Önce ve Sonra

Tarih: 30 Mayıs 2008 Yazan: Burcu Karabaş

Soldan sağa: Tansel Korkmaz, Haluk İbrahim Özmen, Mustafa Ilıcalı, İhsan Bilgin, Mehmet Kütükçüoğlu, Murat Güvenç
Fotoğraflar: Arkitera Mimarlık Merkezi

Marmaray inşaatının tamamlanmasıyla önemli değişimler geçirerek İstanbul’un ulaşım ağlarının birleştiği en yoğun nokta olması öngörülen “Yenikapı Transfer Noktası”, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti uygulamaları bağlamında düzenlenen açık masa toplantısında tartışıldı. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı ve Milano Politeknik öğrencilerinin dönem projesi olarak çalıştığı “Yenikapı Transfer Noktası Sergisi”nin açılışı olma özelliğini de taşıyan toplantıya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı Öğretim Üyeleri Prof.Dr. İhsan Bilgin, Prof.Dr. Murat Güvenç, Dr. Tansel Korkmaz ve atölye yürütücüsü Mimar Mehmet Kütükçüoğlu’nun yanı sıra Bahçeşehir Üniversitesi Ulaştırma Uygulama Araştırma Merkezi Başkanı Prof.Dr Mustafa Ilıcalı ve DHL Marmaray Proje Uygulama Birimi Koordinatörü Haluk İbrahim Özmen konuşmacı olarak katıldı.

Toplantının moderatörü İhsan Bilgin, yaptığı kısa açılış konuşmasında, Tarihi Yarımada’nın İstanbul’da çok uzun süreden beri var olan bir düğüm noktası olduğunu ve bölgedeki yoğun yapılaşmanın bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıktığını anlatarak sözlerine başladı. Yaklaşık 800 yıl önce tahıl ihracatının yapıldığı bir liman alanı olan Yenikapı’nın bugün bu işlevini yitirdiğini ve ne tam olarak imarlı bir alan, ne de bir liman olarak nitelendirilebilecek bir konumda bulunduğunu belirten Bilgin, alanın tren istasyonu ve bazı depo ve dükkanları içinde barındırsa da fiziki bir mekan olarak işlev taşımadığını vurguladı. Marmaray Projesi’nin tamamlanmasının Yenikapı için metro ve hafif metro ağlarının şu anda var olan banliyö treni ve İDO terminalleri ile birleşmesi demek olduğunu açıklayan Bilgin, bu durumun bölgeyi İstanbul’un en önemli düğüm noktası haline getireceğini söyledi.

Bu “yarı-tanımsız” olarak nitelenebilecek alanın birdenbire kentin en önemli kavşağı haline gelmesinin köklü değişimlere yol açacak olması, hem Bilgin’in hem de diğer katılımcıların ortak görüşü. Fiziksel mekanın ciddi anlamda değişimi anlamına gelen bu durumun tek başına bir mimari projeyle ele alınamayacak ve farklı kurumların birbirinden bağımsız çalışmalarıyla çözümlenemeyecek kadar kapsamlı olduğunu sözlerine ekleyen Bilgin, sergilenen öğrenci projelerinin ve toplantının aslında sahip olunması gereken fiziki mekan vizyonunun arayışı içinde olduğunu söyledi.

İhsan Bilgin’in kısa giriş konuşmasından sonra söz alan Haluk İbrahim Özmen, konuşmasına Marmaray Projesi hakkında teknik bilgiler vererek başladı. Yenikapı’nın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yürütülen 76 km uzunluğundaki hat çalışmalarının sadece bir parçası olsa da konumu ve kazanacağı özelliklerde en önemli alanlardan biri haline geleceğini söyleyen Özmen, “Marmaray, İstanbul’u doğudan batıya sarıyor. Proje, kentteki kesintili demiryolu ağını sürekli hale getirerek İpekyolu’nu canlandırmayı amaçlıyor.” diye ekledi. Özmen, aslında bu fikrin 1800’lü yıllarda oluşmaya başladığını, ancak teknik ve ekonomik imkansızlıklar nedeniyle gerçekleştirilemeyen projenin artık mümkün olduğunu söyledi. 2004 yılında başlayan ve toplam 3 aşamadan oluşan projenin 13 km’si boğaz geçişini, 63 km’si ise banliyö ağlarının ıslahını kapsıyor. Demiryolu araçlarının temin edilmesinin de proje aşamalarına dahil olduğunu söyleyen Özmen, 3 milyar Dolar’a malolacak projede tüp geçit çalışmalarının sürdüğünü, banliyö ıslahına başlandığını ve var olan hatların 2 yıl içinde kullanıma kapatılarak yeniden inşa edildikten sonra tekrar açılacağını anlattı.

Haluk İbrahim Özmen, Marmaray Projesi’ndeki en önemli noktalardan birinin diğer projelerle entegrasyonu sağlamak olduğunu vurguladı: “Üsküdar - Ümraniye, Kartal - Kadıköy, Yenikapı - Taksim - Levent ve diğer ulaşım hatları, ayrıca Vatan Caddesi ile birleşecek olan Yenikapı, İstanbul’un en büyük ve en önemli entegrasyon merkezi olacak.”

Özmen bu bilgileri aktardıktan sonra yapılan çalışmaların bugüne kadar kaydettiği aşamalardan ve hedeflerden bahsetti. Çalışmalar Tarihi Yarımada içinde yapıldığından ilk aşamanın tamamen arkeolojik kazılara ayrıldığını, yaklaşık 3,5 yıl önce başlayan kazıların halen devam ettiğini söyleyen Özmen, Anıtlar Kurulu’ndan alınan onaylar sonucunda kısmi inşaatın başladığını ve Temmuz ayı sonlarında bölgedeki arkeolojik kazıların bitmesinin beklendiğini belirtti. “Proje alanı tamamen kamulaştırıldı ve çalışmalar bittikten sonra yüzeydeki inşaatın uygulanması için belediyeye devredilecek.” diyen Özmen, alanın batısında bir müze ve arkeolojik park kurulmasının planlandığını söyledi.

Arkeolojik buluntuların projeyi planlanandan farklı şekilde yönlendirdiği, yetkililerin açıklamalarında sürekli tekrarladığı noktalardan biri. Özmen, başlangıçta metro ve şehirlerarası trenler için olmak üzere iki ayrı istasyon yapılmasının planlandığını, ancak Anıtlar Kurulu’nun inşaat için kalıntıların kaldırılmasına izin vermemesi sonucunda bu istasyonlardan birinin iptal olduğunu anlattı ve bu kalıntıların sergileneceği bir müze yapılması yönünde taleplerin olduğunu söyleyerek sözlerini bitirdi.

Haluk İbrahim Özmen’den sonra Murat Güvenç, düşüncelerini benzetmelerle görselleştirerek, Marmaray sürecinin İstanbul’da yol açacağı köklü değişimleri dinleyicinin aklında canlandırabilmesini amaçlayan bir konuşma yaptı. İstanbul’un 2500 yılı aşan tarihsel süreci içinde yapılan en stratejik müdahalenin Marmaray Projesi olduğunu belirten Güvenç, bu çalışmanın çok önemli bir yatırım ve kent için bir dönüm noktası olduğunu söyledi.

Boğaz Köprüsü’nün nakledebileceği insan sayısının tam 10 katını taşıyabilecek kapasiteye sahip olan Marmaray ağının kenti nasıl etkileyebileceğini düşünebilmek için 10 tane Boğaz Köprüsü’ne sahip bir İstanbul’un nasıl yaşayacağını düşünmemizi isteyen Güvenç, kentin her bileşeninin değişmesinin kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Durumu daha iyi kavrayabilmek için İstanbul’un bir özelliğinden daha bahseden Özmen, “İstanbul’da doğu - batı yönünde uzanan yolların kuzey - güney yönündekilere göre çok daha yoğun olmasının nedeni ‘tüm kentin boğazı geçmeye çalışıyor olması’... Marmaray, tamamlandığında var olmayan kuzey - güney bağlantılarının yerini alacak.” dedi ve bu değişimin kentte büyük değişimlere yol açacağı düşüncesini bir kez daha vurguladı.

Fransız şair Apollinaire’in kentteki değişmez öğeler hakkındaki düşüncelerinden verdiği örnekle konuşmasına devam eden Güvenç, Türkçe’de tam karşılığı olmayan permanence ve kalıcılık kavramları arasındaki farkın anlaşılmasının kenti anlayabilmek için önemli bir aşama olduğunu belirtti ve “Permanence sözcüğünden gelen ‘perma’ kavramı, hepimizin de bildiği gibi kuaförlerde kullanılır ve saçta yapılan değişimin ebedi değil, geçici bir kalıcılığı olduğunu anlatır. Kent de ebedi değil, geçici kalıcılıklar içerir. Gündelik yaşamda deneyimlediğimiz ‘değişmezler’ bize oldukça kalıcı görünür, ancak bunun geçici bir kalıcılık olduğunu bilmemiz gerekir... Bu geçici kalıcılığı ise, kenti saran rant örtüsü meydana getirir” cümleleriyle düşüncesini açıklarken, kenti birçok açıdan biçimlendiren “rant” kavramına da değindi. Ancak bu “rant örtüsünün” değiştirilmesiyle kalıcılığın değişeceğini anlatan Güvenç, böyle bir değişimin İstanbul için diğer kentlere oranla çok daha zor olacağını belirtirken, yine de Marmaray’ın bu dengeyi yerinden oynatabilecek nitelikte bir proje olduğunu vurguladı. Kalıcı zannettiğimiz bütün oluşumların tamamen değişeceğini, bunun sadece bir ulaşım projesi olarak değil, rant kurgularını, yapıları, yeşil alanları, özetle kenti meydana getiren her bileşeni, özellikle de transfer noktalarını kökten değiştirecek mekansal bir oluşum olarak görmenin doğru olacağını söyledi. Kentteki ulaşım ağına dahil bütün istasyonların yapı ve yoğunluğunun değişmesiyle çevrelerinin de bu değişime göre şekilleneceğini söyleyen Güvenç, “Bugüne kadar hiç tanık olmadığımız değişimlerle karşılaşacağız. Aslında aşina olduğumuz kentin son yıllarını yaşıyoruz.” dedi.

Çağımızın değişen gereksinimlerinin ve yaşam mekanlarının çok daha farklı algılanmasının mimarlığı da değiştirdiğini, mimarlık disiplininin artık Marmaray ölçeğinde projeleri kapsadığını ve artık mekan tasarımının tanıdık olmayan problemlerle karşılaştığını belirten Güvenç, bu süreci oturup izlemek yerine -her ne kadar doğru olanı bulmak zor olsa da- olanlarla yüzleşmenin ve mekansal değişimleri yönlendirmeye çalışmanın konuyu doğru ele almayı sağlayacağını vurguladı. Murat Güvenç, sözlerini dinleyicilere projenin önemini anlayabilmeleri için verdiği bir tavsiyeyle noktaladı: “İstanbul’un eski fotoğraflarına bakın, Boğaz Köprüsü’ne uygun olmayan çevre düzeni ve yapılaşmanın ne kadar değiştiğini inceleyin. Bu fotoğraflar, zamanla nasıl bir değişimle karşı karşıya kalacağımızı biraz olsun anlatabilir...”

Murat Güvenç’ten sonra söz alan Mustafa Ilıcalı, konuşmasını Marmaray Projesi’nin bilgilendirme sunumu eşliğinde yaptı. Yenikapı Transfer Merkezi’nin tarihçesi, ulaşım sistemi, kentsel tasarım ve mimari projeleri ve arkeolojik çalışmalarının özetlendiği dökümanları dinleyicilerle paylaştıktan sonra projelendirmeden önce yapılan analiz şemaları eşliğinde bölgenin etki alanları ve mevcut ulaşım sistemleri üzerinden planlanan ulaşım ağını açıkladı. Planlamaya yaklaşımlarının mevcut değerler ve talepleri inceledikten sonra Yenikapı’nın bir transfer merkezi olma niteliklerine sahip olup olmadığının incelenmesi şeklinde olduğunu belirten Ilıcalı, maliyeti bu oranda yüksek projelerde geri dönüş imkanı bulunmadığından başlangıçta yapılan analizlerin büyük önem taşıdığını vurguladı. Taksim – Yenikapı hattının İstanbul için oldukça önem taşıdığını söyleyen Ilıcalı, bu analizler ve araştırmalar sonucunda Marmaray ve metronun Yenikapı’da birleşmesi gerektiği kararının alındığını ekledi. Henüz kesinleşmeyen fakat etüt edilen farklı güzergahların da bulunduğunu belirten Ilıcalı, “Yenikapı – Bakırköy hattı için incelemeler devam ediyor. Yenikapı’nın transfer merkezi olma özelliği kesinlikle ortadan kaldırılamaz.” dedi.

İstanbul 2023 Modeli’ne göre hazırlanan Ulaşım Projesi’yle sunumuna devam eden Ilıcalı, ortaya çıkacak olan ulaşım ağı ile deniz ve kara birleşeceğinden yaya sirkülasyonunun oldukça önem kazanacağını vurguladı. Bu nedenle dikkatle planlanması gereken bu konunun 2023 yılı için öngörülen zirve saat yolcu sayısı analizleriyle ele alındığını anlatan Ilıcalı, sistemler tamamlandığında sabah saatlerinde 140.000, tüm günde ise toplam 1.500.000 kişilik bir yaya sirkülasyonu yoğunluğunun söz konusu olacağını şemalar eşliğinde anlattı. Ilıcalı, sunumda yaklaşık 20 dönümü kapsayan proje alanının plan, kesit ve görünüşlerine yer verdikten sonra Marmaray ve metro istasyonları arasındaki entegrasyonu sağlamakta benimsedikleri başlıca ilkelerin koruma – gelişme dengesi, diğer sistemlerle iyi ilişki kurulması, arkeolojik kalıntıların sergilenmesi ve oluşacak bölgenin çekimini değerlendirecek kültürel projeler ve rekreasyon projeleri olduğunu sıraladı. Konuşmasını Marmaray ve entegrasyon süreçlerinde 2006 yılından bu yana çıkarılan Komisyon ve Koruma Kurulu kararlarıyla sonlandıran Ilıcalı, sürecin hukuka uygun olarak ilerlediğini vurguladı.

Ilıcalı’nın konuşmasının ardından İhsan Bilgin, başlangıçtaki bu üç sunumun Yenikapı Transfer Merkezi’nin kent bağlamında önemini özetlediğini söyleyerek, “Bundan sonra mimarların problemi başlıyor...” dedi. 19. yy şartlarına göre bir “bina” olan “gar”ın, bugün artık bir bina olarak algılanmadığını belirten Bilgin, günümüz için en büyük hatanın o günün “binalarını” bugüne uyarlamak olduğunu söyledi ve ekledi: “Bugün artık büyük fonksiyonlar içiçe. Bu fonksiyonlara sahip mekanlar bina olmak zorunda değil. Bu artık bir ‘bütünleme peyzaj çalışması’ şeklinde tanımlanıyor. Çünkü ortaya çıkan büyük ihtiyaçlara ve problemlere binayla çözüm getiremezsiniz. Sadece binayı değil, tüm projeyi bir inşaat olarak görmek gerek.”

Bu amaca yönelik olarak, sergilenen projelerin de bina ve çevresini birbirinden ayıran değil, bütünü müdahale alanı olarak algılayan çalışmalar olduğunu belirten Bilgin, sözü Tansel Korkmaz’a verdi. Konuya Bilgin’in başladığı yerden devam eden Korkmaz, konuşmasına anlamını tam olarak yansıtan Türkçe bir karşılığı bulunmayan “landscape urbanism” kavramı ile giriş yaptı. “Kent ve peyzaj mimarlığı” olarak algılanabilecek bu kavram bağlamında mimarlığın kendi düşünce alanını zorlayarak çok katmanlılığı aradığını ve peyzajı çözmeye çalıştığını söyleyen Korkmaz, yıllarca peyzaj mimarlığı, mimarlık ve planlama arasında süren mesleki sınır tartışmalarının sürdürülebilir çevre üretme çaresizliğine bir çözüm getiremediğini ve bu tartışma nedeniyle disiplinlerin günümüzün kentleşmesinden uzak kaldığını vurguladı. Doğa - şehir, doğal - yapay, soyut - somut ve şiirsel - sayısal gibi birbirine zıt kavramlardan genelde ilkinin peyzaj mimarlığı, ikincisinin de mimarlık tarafından sahiplenildiğinden bahseden Korkmaz, “Bu durum kentsel çevreleri yaşanmaz hale getirdi. Oysa hem o, hem diğeri olmalı. Senkronize, çok katmanlı ve farklı ölçeklerde gidip gelen bir düşünce tarzı oluşturulmalı.” diye ekledi.

Kentsel tasarımda 80’li yıllardan sonra oluşmaya başlayan senkronize düşünme ihtiyacına uygun olarak mimarlığı özgürleştirmek, disiplinin amacını hatırlamak ve kent ve peyzajla olan ilişkisini anlamak gerektiğini belirten Korkmaz, öncelikle yapılması gerekenin kamusal alanı eğlence ve boş zaman endüstrisinden kurtaracak stratejiler geliştirmek olduğunu vurguladı. Bunun sadece kentin estetik görünümü için yapılmaması gerektiğini, herşeyden önce dünyayı mesken tuttuğumuz için sahip olmamız gereken etik bir duruş olduğunu söyleyen Korkmaz, sürdürülebilirliğe ve sosyal adalete ulaşmanın amaç olarak belirlenmesi gerektiğini söyledi. Son olarak sergiye değinen Korkmaz, sergilenen projelerin verilmiş kararlar olmadığını, belirlenmesi gereken stratejiler için bir arayış niteliğinde olduğunu belirtti.

Tansel Korkmaz’dan sonra sözü, sergilenen projelerin üretildiği atölyenin yürütücüsü mimar Mehmet Kütükçüoğlu aldı. “İçinde bulunduğumuz yüzyılda kapsamlı bir altyapıya sahip kentlerin çok önceden herşeyiyle düşünülerek planlanmış projeler olduğu zannedilmemeli.” diyen Kütükçüoğlu, günümüzde ortaya çıkan problemlerin de, bu problemlere bulunan çözümlerin de çok hızlı ilerleyen süreçler olduğunu belirtti. Kentsel ölçekteki projeler hazırlanırken adeta bir “alışveriş listesi” oluşturulup, listedeki maddeler yapıldıkça işaretleyip “rahatlama” yaklaşımını yanlış bulduğunu belirten Kütükçüoğlu, belediyenin Yenikapı Transfer Noktası’na yaklaşımını ve bu yaklaşımla hazırladığı projeyi eleştirdi ve ekledi: “Bunu hallettik, arkeoloji için bunu, müze için bunu yaptık, şimdi diğerine geçelim,’ yaklaşımı çok yanlış. Hatta atölye çalışması tamamen bu durumun eleştirel yaklaşımı üzerine kuruldu.” Hukuksal sürecin işleyişi de dahil bu eski sistemin tüm dünyada önemini yitirdiğini ve yeni yaklaşımların denendiğini ekleyen Tansel Korkmaz’ın ardından Türkiye’de henüz böyle bir arayışın olmadığını belirten Kütükçüoğlu, geri döndürülemeyecek bu süreci sadece izlemenin doğru olmadığını ekliyor. “Düşünmek ve adımlar atmak gerekiyor,” diyen Kütükçüoğlu, “bu belirsiz vizyon için bu projeler bir başlangıç. Sergiyi de ‘Güzel oldu’ diye kabullenmek yerine bu paradoksu yaşamak gerekiyor.” şeklinde cümlesini tamamlıyor.

Mehmet Kütükçüoğlu, konuşmasına “in-situ” (yerinde koruma) yaklaşımının aslında mimarlar için arkeologlardan daha fazla önem taşıdığını, arkeologların belgelemek, mimarların ise mekanı korumak arayışı içinde olduğunu belirterek devam ediyor. “Tam olarak hiçbir şey bilmeyen ama herşeye karışan” olarak nitelenebilecek mimarların aslında tam da bu özelliklerinin önem taşıdığını söylüyor: “Bu özellik, mimarlara ‘karışabilme ve sızabilme’ fırsatı sunuyor. Bu nedenle, böyle projelerde mimarlar başlangıçta rol almalı. ‘Proje tamamlandı, şimdi kentsel tasarım aşamasına geçelim’ yaklaşımı yerine, bu baştan yapılmalı.”

Marmaray Projesi’nin Yenikapı’yı bir transfer merkezine dönüştürmesi ve İstanbul’un buna bağlı olarak içine gireceği değişim sürecini kent genelinden, düzenlenen “Yenikapı Transfer Noktası” Proje Sergisi’ne kadar irdeleyen bu konuşmalar sonunda İhsan Bilgin, toplantı sonunda dinleyicilerden gelen soruların Marmaray üzerine odaklanması ve bu tartışmanın çok kapsamlı olması nedeniyle İstanbul 2010 yöneticilerinden Marmaray’ı konu alan ayrı bir toplantı düzenlemelerini talep edeceklerini ekledi. Bilgi Mimarlık Atölyesi ve Milano Politeknik öğrencilerinin atölye çalışmalarında ürettiği projelerden oluşan sergi 28 Haziran 2008 tarihine kadar İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nda görülebilir.İmaj Galerisi
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.