Haberler

Eisenman’ın Altı Nokta Planı

Tarih: 2 Haziran 2008 Kaynak: Building Design Çeviren: Zeynep Güney
Peter Eisenman, RIAS 2008’de mimarlıkla ilgili düşüncelerini dile getirdi.

1. Nokta: Medya Kültüründe Mimarlık
Medya hayatımızın her yönünü istila etmiş durumda. Yolda yürürken ya da kalabalık bir asansördeyken, sanki etrafta kimse yokmuş gibi yüksek sesle cep telefonlarıyla konuşan insanlarla karşılaşmamak imkansız. İnsanlar evlerinden ya da iş yerlerinden çıkar çıkmaz Blackberry’lerine sarılıyorlar. iPhone’lar bir bilgisayar gibi, hızlı mesajlaşma, haberlere ulaşma, telefon ve müzik imkanları sunuyor.

Fiziksel dünyada, sanal dünyanın desteği olmadan yaşayan insanların sayısı giderek azalıyor. Bu durum, herhangi bir konuya konsantrasyon süresini de kısaltıyor. Çünkü medya zamanı farklı parçalara bölüyor.

Konsantrasyon, bir insanın reklamdan önce bir şeyi ne kadar izleyebildiğiyle ölçülüyor. Gazetelerdeki yazılar giderek kısaldı, yoğunlaştırılmış hallerini ise internetten bulmak mümkün. Doğru cümleler yazma ya da okumadaki azalma, bizim iletişim diye yorumladığımız bozulma olarak bugüne yansıyor. Gereksiz bilgilerin miktarı arttıkça, iletişim azalıyor. Eğer mimarlık medyanın bir ürünüyse, zayıf bir ürün olduğunu söyleyebiliriz. Mimarlığın medyanın üstünlüğüyle savaşabilmesi için, çok daha etkileyici resimler sunması gerekiyor. Dijital yöntemle hazırlanan şekillerle, anlamı olmayan sadece yapıldığı yöntemi yansıtan yapılar inşa ediliyor.

2. Nokta: Öğrenciler Pasifleşiyor
Medya kültürünün yaygınlaşmasının doğal bir sonucu olarak konular giderek pasifleşiyor. Bu pasiflik nedeniyle de insanlar daha fazla resim, görsel ve işitsel açıklama gibi kolayca tüketilebilen bilgi talep ediyorlar.

İnsanlar pasifleştikçe, seçenekleri deneme fırsatı sunduğu varsayılan medya tarafından daha fazla temsil ediliyorlar. Bunu oylayın, duymak istediğiniz hikayeleri ya da şarkıları, görmek istediğiniz reklamları oylayın. Bu oylama aktif bir katılım görüntüsü verir, oysa sadece yatıştırmanın farklı bir yolundan ibarettir. İnsanların katılımda bulunduklarını zannetmelerine neden olan fakat aslında onları giderek pasifleştiren anlamsız bir eylemdir.

Öğrenciler de giderek pasifleştiler. Bu bir ayıplama değil ama önemli bir konu. Bugün öğrencileri herhangi bir konu hakkında ya da bir şeye karşı harekete geçirmek mümkün değil. 1968 yılını hatırlayanlar bu tür öğrenci protestolarının artık neredeyse imkansız olduğunu hissederler. Son yedi yıldır Amerika’da, tarihinin en problemli hükümetiyle başbaşayız. Muhtemelen 19. yüzyılda Başkan Millard Fillmore’dan sonraki en kötü hükümet. Para birimimizin, ekonomimizin ve insanlarımızın Avrupa’daki ünü oldukça zayıfladı. Bu sıkıntılı durum yüzünden insanlar bir değişiklik yapma ihtiyacı duyuyorlar. Irak’taki savaşa akıtılan paralardan sorumlu parti, bugünkü koşullar yüzünden seçimle görevden alınabilir.

Peki bunun mimarlık için bir önemi olacak mı?

3. Nokta: Bilgisayarlar Tasarım Standartlarını Zayıflatıyor
Bu pasiflik mimarlığı da etkiliyor. Mimarlık günümüzde pasifliğin en sinsi formuna, bilgisayara itimat ediyor.

Mimarlar kütleleri belli bir perspektiften, gölgeleme yaparak anlatırlar. Nasıl çizim yapıldığını öğrenerek, Palladio veya Le Corbusier’in çizimlerini anlayabilir ve tasarımlarındaki farkları yorumlayabilirsiniz. Palladio’nun duvar kesiti çizimi Le Corbusier’in çiziminden farklıdır. Bu tür farkları anlayabilmek, ilettikleri fikirleri anlamak açısından önemlidir.

Artık plan yapmayı öğrenmiş bir kişinin bilgisayar varken çizim yapması gerekmiyor. Mouse’la bir noktadan diğerine tıklayarak noktaları birleştirebilir ve planlar hazırlayabilir, renkleri, malzemeyi ve ışığı değiştirebilirsiniz. Photoshop düşünmesi gerekmeyen insanlar için fantastik bir araç.

Öğrencilerim bana “Ne var bunda?” diye soruyorlar, “Neden Palladio gibi çizeyim? Bunun bana iş bulmak için faydası var mı?”. Karışıklık burada: “Eğer iş bulmama yardımcı olmayacaksa bunu yapmak istemiyorum.” Bu anlayışta mimarlığın hiçbir önemi yok. Özgür bir toplumda iyi bir iş bulmak her şeyden önemli ve benim öğrencilerim de okula tamamen bu nedenle geliyorlar.

Eğitim iş bulmanıza yetmiyor. Diğer yandan Photosop’ta ne kadar iyiyseniz bir ofis için o kadar çekici ve faydalı sayılıyorsunuz.

Öğrencilerimden bir yapının tasarım özelliklerini yansıtan bir şema ya da plan çizmelerini istediğimde yapamıyorlar. Bilgisayarda noktacıkları birleştirmeye o kadar alışmışlar ki, şema veya kroki yoluyla fikir üretemiyorlar. Bu durum sadece onların geleceğini değil, mimarlık mesleğinin geleceğini de etkiliyor.

4. Nokta: Günümüzün Yapıları Anlam ya da İfadeden Yoksun
Bilgisayar, yarışmalar veya dergiler için sembol haline gelen olağanüstü görseller üretebiliyor. Bugün bir yarışmayı kazanabilmek için bilgisayarda projenizi modellemeniz şart.

Fakat bu ikonların, gerçek dünyadaki nesnelerle en ufak bir alakası yok. Amerikalı pragmatist filozof C.S. Peirce’e göre işaretlerin üç kategorisi var: ikonlar, semboller ve izler. İkonlar, objeye görsel olarak benzeyen işaretlerdir.

Robert Venturi’nin ünlü sözü “a duck or a decorated shed” [bir ördek ya da dekore edilmiş baraka], binaları mimari terimler açısından ikon ve sembol arasındaki farkı tanımlayarak kategorize ediyor.

”Duck” objenin kendisine benzeyen bina, mesela devasa bir sosisli görünümünde sosisli arabası gibi, Venturi’nin deyişiyle devasa bir ördek görünümünde, ördek satılan yer. Bu görsel benzerlik, ilk bakışta anlaşılabilen Pierce’ın ikon olarak adlandırdığı ürünü ortaya çıkarıyor.

“Decorated shed” kutu formlu bir binayla eşanlamlı, kamusal bir cepheyi tanımlıyor. Geleneksel anlamıyla Pierce’ın tanımına göre daha çok bir sembol. Banka, kütüphane veya okul gibi kamusal bir yapıya ait klasik bir cephe.

Günümüzde binaların biçimleri bu iki tanıma da uymayan ikonlar haline geldi. Ya hiçbir şeye benzemiyorlar, ya da sadece yapıldıkları inşa yöntemini yansıtıyorlar. Bu nedenle dışarıyla ilişki kurmadan, içe dönük tasarlanıyorlar. Ünlü mimarlara “Neden bu bina böyle görünüyor?” diye sormaya gerek yok.

Bu sorunun cevabı yok çünkü “Neden?” sorusu yanlış.

Neden? Çünkü bilgisayar bunu üretebiliyor. Birileri, “Bu bina neden diğerinden daha iyi?” veya “Bu buruşuk kağıt görünümlü binalardan hangisi daha iyi?” ya da “Hangisi en iyisi ve neden?” diye sorabilir.

Fakat bu soruların da cevabı yoktur. Neden? Çünkü bu kararı vermemizi sağlayabilecek bir değer sistemi yok ve bilgisayarda üretilen projeyle, inşa edilen ikon arasında eleştirilebilecek bir ilişki yok.

Bu ikonlar mimari düşünceyle ilgisi olmayan algoritmik süreçlerden geçerek oluşturuluyorlar.

5. Nokta: Geç Stil Dönemi İçerisindeyiz

Edward Said, On Late Style kitabında yeni paradigmaların ya da idelojik, kültürel veya politik etkenlerin belirgin bir değişikliğe neden olmadığı gecikmişlik anını açıklıyor. Gecikme, yeni bir gelecek paradigması olasılığı içermeyen, tarihi bir an olarak anlaşılabilir.

Mesela 19. yüzyılda mimarinin değişmesi için nedenler vardı. Bu Freud’un psikolojide, Einstein’ın fizikte, Heisenberg’in matemetikte ve Wright kardeşlerin uçmada gerçekleştirdikleri değişiklikleri de içeriyor. Bu değişiklikler Victorian ve Krallık stillerine karşı reaksiyona neden oldu ve yeni bir paradigmaya eklemlendi: modernizm.

Fransız Devrimi ya da Rönesans’la gelen her yeni paradigmanın evreleri var; 1914 - 1939 yılları arası erken modernizm dönemi; 1954 - 1968 yılları arası, savaştan sonra bağımsız ülkelerin tükettiği, modernizmin meydana geldiği üst evre ve muhalefet dönemi. 1968’de batılı milletlerin kültürel geçmişini temsil eden enstitülere karşı bir iç savaş, ihtilal patlaması yaşandı. Post modernizmin anlamlı görünen bir dile eklektik dönüşü bu dönemi takip etti. 1988 yılında MoMA’da düzenlenen Dekonstrüktivist sergisi bu klişeye ve kitsch stile bir nokta koydu.

Bugün geç stil döneminde olduğumuzu düşünüyorum. Yeni paradigmaların olmadığı bir dönem. Hesaplamalar ve görsellik, notasyonda ilerleme sağlayabilir ama buna tek başına yeni bir paradigma denemez. Bu sadece bir araç. Soru hala aynı: Tarihsel döngünün sonuna gelindiğinde ne olacak? Edward Said, On Late Style’da yeni bir paradigmaya geçmeden önce benzer bir kültür anını açıklıyor. Umutsuzluk ya da kader anını değil, daha çok yeni ve dönüşebilir olma olasılığına bakışı anlatıyor. Örnek olarak da Beethoven’ın kariyerinin sonunda bestelediği Missa Solemnis’i örnek veriyor. Bu eser kompozitörün yeniliğin imkansız görünmesine tepkisiydi. Beethoven zor, hatta anarşik, kolayca anlaşılamayan, karakteristik ve bilinen tarzının dışında bir eser hazırladı. Beethoven’ın son dönem çalışmaları kamaşık ve kararsız geç stil karakterine örnek gösterilebilir.

Nokta 6: Mimar Olmak Sosyal Bir Eylemdir
Son nokta mimarlık ve onun eşsiz özerkliği hakkında. İtalya’da Rönesans’tan sonra Brunelleschi, Alberti ve Bramanti, mimarlıkta ısrar olarak adlandırılabilecek konu ve nesne ilişkisini saptadılar, bu ısrarcılık günümüze etkin olarak kaldı. Alberti’nin “bir ev küçük bir şehirdir ve bir şehir büyük bir evdir” görüşü gördüğümüz bütün çalışmalarda kendini gösteriyor. Parça ve bütün, biçim ve yer, diğer bir deyişle konutun arsayla, arsanın sokakla, sokağın semtle ve semtin şehirle ilişkisinde bu yaklaşımı görürüz.

Bu sorunlar, süren metafiziksel projelerin görünüşünün diyalektik sentez olarak adlandırabileceğimiz temelini meydana getiriyor. İncelenmesi gereken diğer bir konu, sorunlu parça bütün ilişkisi –Hegel’in bir bütünü ya da sentezi oluşturan tez ve anti-tez diyalektik fikri– ve bina ile zemin ilişkisi.

Mimarlık, geleneksel olarak hep iç/dış, şekil/zemin, özne/nesne gibi diyalektik kategorilerle ilgili oldu. Bugün bana göre, bu sentetik projeyi içeriden parçalamanın mümkün olup olmadığına mimarlığın içinden bakmak gerekiyor. Bu teşebbüs, varoluş gerçeğinin uzaklığını dikkate alan post-yapısalcılıktır.

Eğer bize sunulanın ya da gördüğümüz şeyin kesin doğru olduğunu düşünmeye devam edersek, mimarlığın, varoluş gerçeğinin bir mucizesi olduğu mitine dahil oluruz. Ancak farkındalıkla, imajın üstünlüğünden kaçınabiliriz.

İnsanlar hep biçimciliğin, özerk mimarinin ürünü olduğunu söylüyorlar. Bana göre mimarlığın toplumla ilişki kurmasını erteleyen şey işte tam da bu özerklik. Eğer bu mimarlık aktivitesiyse ve toplumu etkileyen kendi söylemiyse, mimarlık sosyal bir iştir.

Buradaki sosyallik, insanları daha iyi hissettirmek ya da mutlu etmek anlamında değil. Ya da fakirler için ev, zenginler için alışveriş merkezi, Mercedes’ler için otopark inşa etmek değil. Otonominin, toplumla ilişki kurabilmek için zamanımızın egemen sosyal ve politik strüktürlerine karşı işleyen, mimari yanlarını anlamaktan bahsediyorum. Mimarlık budur.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.