Haberler

İstanbul Kültür Mirası’nın Korunma Stratejileri ve UNESCO Kararı Tartışıldı

Tarih: 14 Ağustos 2008 Yazan: Burcu Karabaş
UNESCO Kültür Mirası Komitesi’nin İstanbul’daki Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan fakat yerine getirilmeyen koruma politikaları nedeniyle listeden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan kesimleri hakkında verdiği karar, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde yapılan bir toplantıda masaya yatırıldı. 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı’nın Koç Üniversitesi’nin katkılarıyla düzenlediği toplantının moderatörlüğünü Fikret Toksöz yaptı. Birleşmiş Milletler Zorunlu Tahliyeler Komisyonu’nun raportörü Yves Cabannes, YTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Kentsel Yenileme ve Koruma Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. İclal Dinçer, İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Şehircilik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nuran Zeren Gülersoy, İstanbul 2010 AKB Ajansı Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan ve İstanbul Bölgesi Alan Başkanı İhsan Sarı ise toplantıya konuşmacı olarak katıldı.


Soldan Sağa: İclal Dinçer, İhsan Sarı, Nuran Zeren Gülersoy, Fikret Toksöz (Moderatör), Mehmet Gürkan, Yves Cabannes
Fotoğraflar: Arkitera Mimarlık Merkezi

Moderatör Fikret Toksöz, toplantı her ne kadar bir konferans izlenimi verse de tüm dinleyicilerin her an rahatça soru sorabileceği ve görüş bildirebileceği bir tartışma ortamı hedeflendiğini başlangıçta vurguladıktan sonra açılış konuşmasını yapmak üzere İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı’nı davet etti. Taşbaşı, UNESCO Kültür Mirası Komitesi’nin geçtiğimiz Mayıs ayındaki İstanbul ziyaretinden sonra hazırladığı raporu tartışmak ve mevcut sorunlara çözüm üretmek amacını taşıyan toplantının ilk dakikalarında komite ile yaşanan süreci anlatmanın doğru olacağını belirterek sözlerine başladı. Komitenin, İstanbul’un Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılabileceğini bildiren raporları valiliğe 2002 yılından beri göndermekte olduğunu, fakat valiliğin bu raporları rutin bildirilerle cevapladığını anlattı. 2004’te durumun çok ciddi olduğunu ve hükümet derhal alınacak önlemleri komiteye bildirmediği takdirde, 2005 yılında yapılacak UNESCO Dünya Kültür Mirası toplantısında İstanbul’un listeden çıkarılacağını bildiren bir uyarı mektubunun onları harekete geçirdiğini söyledi.


Cumhur Güven Taşbaşı

Taşbaşı, bunun üzerine 2005 yılında Mimarlar Odası, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye Ulusal Komitesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve diğer belediyeler, sivil toplum örgütleri, Kültür ve Turizm ile İçişleri Bakanlıkları’nın katılımıyla bir toplantı düzenlediklerini ve sonuçta UNESCO Dünya Kültür Mirası Heyeti’ni İstanbul’a davet etme ve heyetin yazacağı tespit raporuna göre hareket etme kararı verdiklerini anlattı. 20.000 Dolar'lık bir bütçe ile 2006 yılının Nisan ayında İstanbul’a gelen 5 kişilik bir heyeti ağırladıklarını ve birlikte Fener – Balat, Zeyrek, Süleymaniye, Küçük Ayasofya, Surlar, Haliç, Galataport, Haydarpaşa ve Dubai Kuleleri’nin aralarında bulunduğu sorunlu bölgeleri incelediklerini belirten Taşbaşı, aynı dönemde sivil toplum örgütleriyle heyeti bir araya getirdiklerini ve böylece sivil organizasyonların yerel yönetim için ne kadar önem taşıdığını anlatmaya çalıştıklarını ekledi.

Bu ilk ziyaretten sonra heyetin İstanbul hakkında 2006 yılında Litvanya’da yapılacak Dünya Mirası görüşmelerinde incelenmek üzere bir rapor hazırladığını anlatan Taşbaşı, raporda öne çıkan aksaklıkları maddeler halinde sıraladı:

- Surlara zarar verdiği tespit edilen restorasyon çalışmaları derhal durdurulmalı ve ancak bu konu hakkında sempozyumlar düzenlendikten sonra başlamalı.
- Zeyrek ve Süleymaniye’deki tarihi değeri olan ahşap evler koruma altına alınmalı.
- Galataport projesi İstanbul için önem taşıyor, ancak alana inşa edilecek yüksek binalar silüeti olumsuz etkiler. Aynı sorun Haydarpaşa ve Dubai Kuleleri’nin çevresi için de geçerli.
- Korunması gereken alanlar için hemen bir “Alan Yönetimi Planı” oluşturulması ve bu planları uzmanlıkla uygulayacak birer Alan Yöneticisi atanmalı.
- Fener - Balat Yenileme Projesi yeterli nitelikte değil ve alınan tedbirler eksik.
- Merkezi yönetim, Dünya Miras Alanları ile ilgili düzenlemeler yapmalı ve yerel yönetimlere kaynak aktarmalı. Anıtsal ve tarihi değeri olan alanların iyileştirilmesi için mal sahiplerini teşvik edecek fonlar oluşturulmalı.

Bu uyarıları dikkate alarak hazırladıkları vizyon raporunu Litvanya’nın Vilnius kentindeki toplantıda yetkililere sunduklarını açıklayan Taşbaşı, toplantıda UNESCO’nun eksiklerin tamamlanması için İstanbul’a 2 yıllık bir süre tanıma kararı aldığını anlatarak konuşmasına devam etti: “Yaşanan bu süreç sonucunda vatandaşlarımız tarihi mirasımız konusunda oldukça hassaslaşmıştı. Yaşadıkları bölgede bulunan ve anıtsal özellik taşıyan yapıları sahiplendiler ve durumlarını bize bildirmeye başladılar.”

Yapılacak çalışmalara kaynak sağlamak amacıyla emlak vergilerinden alınan katkı payı oranlarının değiştirildiğini, belediyelerin bu amaçla bütçe ayırdığını ve UNESCO’nun sık sık gerekliliğini vurguladığı bir “alan yöneticisi”nin de atandığını söyleyen Taşbaşı, bu çabaların sonucunun 2007 yılında Yeni Zelanda’da yapılan ara toplantıda alındığını belirtti: “Hakkımızdaki rapor sevindiriciydi, ‘İstanbul’da kaydedilen umulmadık gelişmeler’den bahsediyorlardı. Sivil girişim, yerel yönetim ve kamunun ortak çalışmasıyla neler yapılabileceğini görmüş olduk.”

Taşbaşı, 2008 yılında Kanada’nın Quebec kentinde gerçekleştirilen toplantıdan önce İstanbul’a gelen UNESCO heyetinden de bahsetti. Basında haberleri geniş yer bulan bu ziyaret sonucunda hazırlanan raporun söz konusu toplantıda dile getirildiğini anlatan Vali Yardımcısı, yapılan eleştirilere cevap niteliğinde açıklamalar yaptı: “Bir kentin gelişme süreci nasıl durağan değilse, kentin tarihi değere sahip alanlarını korumak ve yenilemek de raporlarla sabit tutulamıyor. Zaman ilerledikçe yeni alanlar ve konular gündeme geliyor. UNESCO gidermemiz gereken eksiklikleri saptadığı zaman kentsel dönüşüm projeleri bu kadar gündemde değildi. Örneğin Haliç’te yapılacak Marmaray Köprüsü’nün ayaklarının uzunluğu ve Sulukule Dönüşüm Projesi gündeme yeni girdi. Buna karşılık olarak da önceden oldukça önemli olan Galataport Projesi mahkeme kararıyla durdurulduğu ve SİT alanı olan Haydarpaşa ise gündemden düştüğü için heyetin yeni raporunda bu konulara değinilmiyor. Yeni eleştirilerin getirilmesi bu nedenlerle gayet normal...”

Bir gezi sırasında Quebec’teki “Old City” ile kontrast oluşturan yeni yüksek binalar hakkındaki “Bizde problem olarak tanımladığınız durum sizde de söz konusu,” yorumuna yetkililerin “Eskiden biz de hatalar yaptık fakat artık bunları tekrarlamıyoruz. Siz de bu yanlışı yapmamalısınız,” cevabını verdiğini söyleyen Taşbaşı, sonuçta İstanbul’a 1 Şubat 2009’a kadar tekrar bir ek süre tanındığını söyledi. Bu süre boyunca tamamlanması istenen yeni bir alan yönetim planı olduğunu, fakat bu planın Mayıs’tan önce hazırlanamayacağını kurula bildirdiklerini de ekleyen Taşbaşı, raporda yer alan saptamalara da değindi: Surların restorasyonu konusunda farklı disiplinlerle iş birliği ve karşılıklı bilgilendirmenin gerekliliği, Fener – Balat rehabilitasyonunun yetersiz bulunduğu, Zeyrek ve Süleymaniye’deki tarihi evlerin korunması ve KİPTAŞ’ın “yanlışlıkla” yıktığı evlerin yeniden yapılması, Yenikapı ve Üsküdar’da süren arkeolojik kazıların başarılı bulunduğu, Four Seasons Oteli’nin Ayasofya’nın silüetini olumsuz etkileyecek bir yüksekliğe ulaşmaması ve bu alandaki arkeolojik parkın yeni tekniklerle korunması gerektiği, Haliç’e yapılması planlanan köprü ayaklarının Süleymaniye’nin silüetine olan etkisi ve Sulukule Projesi bu saptamalardan bazıları. Koruma, Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) da heyetin başarılı ancak yetersiz bulduğu organizasyonlar arasında.

Taşbaşı, konuşmasının sonucunda büyük bütçeler gerektiren bu projelerin 2010 Kültür Başkenti Ajansı ve Kültür Bakanlığı gibi önemli kurumların desteğiyle hayata geçirilebileceğini söyledi. Basının UNESCO Dünya Mirası Komitesi’ni bir “jandarma” imajıyla kamuya yansıttığı benzetmesini yapan Taşbaşı, “Komite sadece dünyamızın mirasını koruma konusunda iş birliği yapma çabası gösteriyor. İstanbul’u korumak ve gelecek kuşaklara en iyi şekilde iletmek zaten bizim başlıca görevimiz,” cümleleriyle sözü İstanbul 2010 AKB Genel Sekreteri Eyüp Özgüç’e bıraktı.


Eyüp Özgüç

Özgüç, yaptığı açılış konuşmasına dinleyicileri gösterdiği bir İstanbul fotoğrafına bakmaya ve “bize bahşedilen bu kente neler yapıldığını” düşünmeye çağırararak başladı. 5 - 6 aydır yasal olarak çalışmalarını sürdüren 2010 AKB Ajansı’nın yeni bir yönetim modeliyle göreve başladığını söyleyen Özgüç, ajansın kültür mirası gibi konularda gelişmeleri hızlandıracak bir organizasyon olduğunu belirtti.

“Şu anda gündemimizde üç önemli konu var: Önemli büyüklükte bir bütçe gerektiren kentsel rehabilitasyon projeleri, İstanbul’un bir kültür - sanat başkenti olması için yapılması gerekenler ve UNESCO’nun uyguladığı ‘baskı’,” diyen Özgüç ekledi: “Sanki koruma projelerini hiç umursamıyormuşuz’ imajını silmeliyiz.”

Bir “baskı” olarak nitelendirilebilecek bu durumu bir fırsat olarak gördüklerini söyleyen Özgüç, ajansın bu bağlamda uygulayıcı ve destekleyici işlevi olduğunu belirtti. Topkapı Sarayı’nın ve tarihi binaların güçlendirilmesi, sokak iyileştirme çalışmaları, tarihi yapıların aydınlatma projeleri ile Zeyrek ve Süleymaniye bölgelerinin gündemlerinde bulunduğunu anlatan Özgüç, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve çeşitli il - ilçe belediyeleri ile iş birliğinin olumlu bir platformda sürdüğünü ekledi. “Bunu UNESCO’ya değil, çocuklarımıza ve geleceğe borçlu olarak yapmalıyız. Dünya Mirası Listesi itici bir güç, evet, ancak İstanbul için bunun daha ötesi olmalı,” şeklinde sözlerini tamamlayan Özgüç’ün ardından moderatör Fikret Toksöz konuşmacıları tanıttı. İstanbul 2010 AKB Projesi’nin kolaylaştırıcılık görevini üstlendiğini belirten Toksöz, tüm belediye başkanlarının “yönetişim” ilkesini benimsediğini gözlemlemenin memnuniyet verici olduğunu da vurguladıktan sonra sözü Mehmet Gürkan’a verdi.

“İstanbul’daki Dünya Mirası Alanları ile ilgili bir modele sahibiz ancak çalışmalar gecikmeli yapılıyor,” diyen Gürkan, bunun nedeninin 2004 yılına kadar mevzuatta bulunmayan yönetim planı olduğunu söyledi. Bir kurum, bir diğerinin yetkisini kısıtladığını ve anlaşmazlıklara yol açan bu durumun eylemleri geciktirdiğini, ancak Dünya Mirası Listesi’nde yer alabilmek için ön koşul olan bu yönetim planının mutlaka gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulayan Gürkan, “Şu anda listede bulunan 9 miras alanına yenilerini ekleyebilmek ve bunları aday olarak sunabilmek için bu planların oluşturulması gerekiyor. Oluşturulamadığı için de yeni alan öneremiyoruz,” dedi. Sultanahmet, Topkapı, Zeyrek - Süleymaniye ve Surlar’ı barındıran Tarihi Yarımada için plan geliştirmenin çok zor olduğunu, bunlara Üsküdar, Eyüp, Adalar ve İstanbul Boğazı gibi bölgelerin de eklendiğini düşünürsek zorluğun artacağını vurgulayan Gürkan, “Üstelik bu alanlar yoğun nüfus, ticaret ve kültürel dokunun çakıştığı İstanbul gibi bir kentte bulunuyor. Bu nedenle de çözüm getirmek yasalarla doğrudan mümkün olamıyor maalesef... Yönetim planının sınırlarının belirlenmesinde dahi sıkıntı çekiliyor,” diye ekledi. Dünyadaki örneklerden yararlanılması gerektiğini, ancak belli bir noktadan sonra bu örneklerin de yetersiz kalabileceğini çünkü İstanbul’un bir benzerinin olmadığını söyleyen Gürkan, “Alana göre özel yöntemler geliştirilmek zorunda kalabiliriz,” dedi.

Mehmet Gürkan’ın konuşmasından sonra Fikret Toksöz oturuma ara vermeyi önerdi. Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, program yoğunluğu nedeniyle ikinci bölüme katılamayacağını açıklayınca söz alan İstanbul Bölgesi Alan Başkanı İhsan Sarı’nın, anlatmak istediklerini özel olarak Taşbaşı’nın dinlemesi gerektiğini belirtmesi üzerine kahve molası ertelendi ve Sarı “Elbette İstanbul benzersiz bir şehir ve yapılan planlar da benzersiz olmalı, ancak Ankara öyle demiyor,” şeklinde başladığı sözlerini, başkanlığını yürüttüğü Danışma ve Eşgüdüm Denetleme Kurulları’nın bakanlık onay vermediği için yasallaşamadığını anlatarak açıkladı. Miras Listesi’ndeki bölgelerin “buffer zones” olarak da nitelendirilen etkilenme alanları hakkında üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve mülk sahiplerinin temsilcilerinden oluşan danışma kurulu ile birlikte kararlar aldıklarını, bu raporun da İBB tarafından Ankara’ya gönderildiğini anlatan Sarı, raporun kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerinin alınmadığı gerekçesiyle reddedildiğini söyledi. “Kurulumuzda zaten bu kuruluşların temsilcileri bulunuyordu, biz de zaten onlardan görüş almıştık,” diyen Sarı, yasallaşamadıkları için alınan tüm kararların entellektüel boyutta kaldığını ve bu nedenle harekete geçemediklerini vurguladı.

Bürokratik iletişimsizliklerden bahsedilirken karşılıklı tartışmaların uzaması ve konuyla doğrudan ilgili dinleyiciler dışında pek de anlaşılamayan konuşmaların sürmesi nedeniyle dinleyiciler arasında bulunan İhsan Bilgin söz aldı ve “Kurumlararası bir iletişimsizlik olduğunu kavradım, ancak ne tartışıldığını anlamakta güçlük çekiyorum,” şeklinde fikrini belirtti. Diğer dinleyicilerin de aynı fikirde buluşması sonucunda birinci oturuma ara verildi.



Fikret Toksöz, ikinci oturumu açarken söz konusu anlaşmazlıkları birer hukuki engel olarak görmenin doğru olmayacağını, dönüşüm ve yenileme projelerinin uygulandığı alanlarda bulunan “paydaş”ların (stakeholders) fikri alınmadan yapılan uygulamaların iptal edilme riski bulunduğunu hatırlattı. Cevap vermek için söz alan İhsan Sarı, yapılan çalışmalarda paydaşların fikirlerinin alındığını ve bu konuda hazırlanan 10.000 sayfalık bir rapor bulunduğunu söyledi ve ekledi: “Sürekli ‘herhangi bir kurumu veya topluluğu unuttuk mu’ endişesiyle hiçbir şey yapamayız.”

Oturumun bu bölümünde söz alan İstanbul 2010 AKB Ajansı Kentsel Uygulamalar Direktörü Korhan Gümüş, koruma alanı sınırlarının belirlenmesi konusunda yaşanan aksaklıkların nedeni olarak bağdaştırılması çok güç olan mekanizmaları gösterdi: “Kavramsal çerçevede çalışan sivil toplum kuruluşlarının (STK’lar) ve söz konusu alandaki paydaşların -örneğin yatırımcılar, turizmciler- aynı düzlemde buluşması oldukça zor. Sürekli tartışılan ‘alanı turizme kazandırmak’ gibi kavramlar artık aşılmalı. Restorasyon projeleri konuşulurken bile öncelikli olarak müteahhitlerin ve yatırımcıların fikrinin alındığını görüyoruz. Öncelik onların değil, STK’ların ve diğer sivil kuruluşların olmalı,” dedi.

Gümüş’ün ardından Toksöz, sözü konuşmacılardan Yves Cabannes’a verdi. Cabannes, duruma iki farklı perspektiften bakacağını söyledi. Latin Amerika ve Karayip Adaları Kentsel Planlama Programı Yürütücüsü olarak ve Sosyal ve İnsani Yaklaşımla Sürdürülebilir Canlandırma Projesi Raporu’nun yaklaşımıyla konuyu değerlendireceğini belirten Cabannes, yeni hazırlanan bu raporun tam da söz konusu durumla ilgili olduğunu ekledi.

“Planlama ve uygulama süreçlerini kapsayan kentsel planlamaların verimli uygulanabilmesi için her kurumun sorumluluğunun kesin olarak tanımlanması gerekir,” diyen Cabannes, 1985 yılına kadar merkezi yönetimlerle çalışan ve kriterlerini bu duruma göre belirleyen UNESCO’nun bile halen tüm dünyada daha aktif konuma gelen yerel yönetimlerle uyum sağlamaya çalıştığını hatırlattı. Bu problemin Sulukule’de özellikle belirgin olduğunu söyleyen Cabannes, Surlar’ın restorasyonunun Fatih Belediyesi’nin görevi olmadığı halde neden yaptığını sorduğunda aldığı “Başka kimse yapmıyor ki,” cevabını bu otorite karmaşasının kanıtı olarak gösterdi ve ekledi: “Yerel yönetimler, sivil organizasyonlar ve özel sektör arasındaki eşgüdümsüzlük bu duruma neden oluyor. İşte bu koordinasyonsuzluğun tipik bir örneği olduğu için Sulukule uluslararası bir sorun haline geldi.”

1 Eylül’de yapılacak Birleşmiş Milletler Danışma Kurulu Toplantısı’nda kentsel sorunlarla politikanın ilişkisinin tartışılacağını, bu önemli toplantıda ele alınacak konuların en başında da Sulukule Dönüşüm Projesi’nin bulunduğunu söyleyen Cabannes, “Tartışmaların kaynağı UNESCO’nun planı beğenip beğenmemesi değil, bu planların gerçekten gerekli olması,” dedi.

Konuşmasının bu bölümünde bir dinleyicinin Cabannes’a hazırlanacak yönetim planının Tarihi Yarımada’da daha önce de bahsedilen dört alanı mı kapsayacağı, yoksa tüm bölge için bir plan mı hazırlanacağı sorusunu yöneltmesi üzerine konuşmacı, ”Sadece dört küçük yönetim planı hazırlanmasını tehlikeli buluyorum. Bu sadece, kendi içinde zaten çoktan parçalanmış bir şehri daha çok parçaya ayırır,” yanıtını verdi. Bu dört alanın tamamının tarihi zenginliklerle dolu bir kenti korumak söz konusu olduğunda yetersiz kaldığını vurgulayan Cabannes, ekledi: “UNESCO da geçmişte sadece binaları Dünya Mirası Listesi’ne alıyordu. Ancak şimdi bu unvan ‘alanlara’ veriliyor. Düşüncedeki bu değişim, yaklaşımı da değiştirmeli.”

Bu “bölünme” durumunun yarattığı olumsuzluklardan bir diğerinin de kentteki alanlarda “UNESCO alanı” ve “UNESCO ile ilgisi olmayan alan” şeklinde bir ayrıma yol açması olduğunu anlatan Cabannes, İstanbul’un farklılıklarından birinin de kentte sadece yapılaşmış alanların değil, suyun da bulunması olduğunu vurguladı. Bu nedenle “su planlaması” anlayışının yerleşmesi gerektiğini söyledi ve ekledi: “Bir süre sonra ‘suyun özelleştirilmesi’ nedeniyle kentlinin kentten denize geçişi imkansızlaşacak. Bu hayati bir mesele. Bu süreç durdurulmalı.”

Tarihi miras alanlarında yapılaşmanın önünü açan 5366 sayılı kanuna da değinen Cabannes, çeşitli aktörleri bir araya getirmekten uzak olan bu yaklaşımın tarihi kentler için yanlış olduğunu belirtti. Fatih Belediyesi ile aylarca birlikte çalıştığını anlatan Cabannes, hiçbir uygulamanın sadece devlet veya sadece sivil kuruluşlar tarafından yapılmaması gerekliliğinin önerebileceği en önemli noktalardan biri olduğunu vurguladı. Cabannes, Yerel Gündem 21 ve buna benzer diğer oluşumlardan çeşitli kentsel stratejiler belirlemek için yararlanılması gerektiğini söyledi ve bu stratejilerin bölgelere özel ele alınarak yerelleştirilmesinin global yaklaşımın şartlarından biri olduğunun altını çizerek konuşmasına son verdi.


İclal Dinçer

Sözü alan İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Üyesi İclal Dinçer, toplantının başından beri tartışılan projelerle kurul olarak yakından ilgili olduklarını belirtti ve konuşmasının başında salonda İBB ve ilçe belediyelerinden katılımcıların olup olmadığını sordu. Dinçer, birkaç dinleyici dışında bir katılımın olmaması ve bu projelerin başlıca aktörlerinden olan belediyelerin pek de ilgili görünmemesi konusunda şaşkınlığını dile getirdikten sonra bir sunumla desteklediği konuşmasına başladı. Dünya Mirası Listesi’ndeki koruma alanlarının işaretlendiği ve SİT alanlarının da kategorilerine ayrılarak ifade edildiği planları katılımcılarla paylaşan Dinçer, SİT alanı kavramının 1985 yılında tanımlandığını söyledi. Tarihi Yarımada’nın bugüne kadar farklı süreçlerden geçtiğini anlatan Dinçer, önce bölgedeki SİT alanlarının tanımlandığını ve bütünleştirildiğini, daha sonra ise korunması gereken alanların tanımlandığını, şimdi ise yeni bir planlama sürecinde bulunulduğunu ekledi. Bu sürecin ise, UNESCO tarafından hazırlanan rapordaki tavsiye kararları sonucunda ortaya çıkan İstanbul Tarihi Alanları Yönetim Planı ve buna bağlı olarak gelişen İstanbul 2010 AKB: “Dünya Kültür Mirası İstanbul Eylem Planı” kavramı olduğunu söyledi.

Dinçer de, yaşanan sorunların en önemli kaynağı olarak koordinasyon eksikliğini ve söz konusu yasa - kurum - kavram kargaşasını gösterdi: “Çok fazla sayıda kavram üretiliyor ve maalesef bir süre sonra herkes her kavramdan farklı şeyler anlamaya başlıyor. Bir süre sonra ise hiç anlaşamıyoruz.” Sunumunda, kargaşa yaratan bu yasa, kurum ve kavramları listeleyen, daha sonra ise UNESCO Dünya Mirası Komitesi 32. Toplantısı için hazırlanan kurul raporunu dinleyicilerle paylaşan ve maddeleri adım adım açıklayan Dinçer, yenileme projelerinin müellif, finans yüklenicisi ve aynı zamanda da uygulamacısı olarak KİPTAŞ ve TOKİ’nin görevlendirilmesinin çok ciddi bir problem olduğunu, bu sorunun çözülmediği takdirde tarihi çevre için ciddi tehlikeler barındırdığını vurguladı.

Sulukule Projesi’nden bahseden Dinçer, alandaki temel sorunun projenin şu anda bölgede yaşayanlara orada kalma seçeneği sunmaması olduğunu vurguladı ve ekledi: “Zaten yeni ev alacak paraları da yok ve olmayacak.”

Son olarak söz alan Nuran Zeren Gülersoy, zaman darlığı ve söylenenleri tekrar söylemek istememesi nedeniyle hazırladığı konuşmasını özetledi ve özellikle vurgulamak istediği noktalara değindi. Kentsel rehabilitasyon ve canlandırma projelerini tanımlayan ve bu süreçlerin aktörlerine konuşmasında yer veren Gülersoy, gerçekleştirilecek planların sürekliliği olması gerektiğini ve kısıtlı bölge veya bina çevreleri olarak değil bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğinin altını çizdi. Önemli sorunlardan biri olan projelerin uygulanması konusunda da uzmanlara ihtiyaç olduğunu, halkın da bir aktör olarak bu süreçte yer alması gerektiğini belirten Gülersoy, mali desteğin önemini de vurguladı.

Birinci bölümden daha az sayıda dinleyici ile başlayan ikinci ve son oturum, konuşmacılara yöneltilen birkaç sorunun cevaplanmasıyla sona erdi.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.