Haberler

Meydan Üzerine Tezler...

Tarih: 1 Mayıs 2009 Kaynak: Birgün Yazan: Gökhan Bilgihan
Kentte yaşayanlar için meydan, gündelik hayatta içselleştirilen aktivitelerin alanıdır... Bir buluşma mekânı, bir dinlenme yeri, yeri geldiğinde bir gösteri mekânıdır. Devlet için kent mekânı bir güç alanıdır, meydanlar da bu gücün kamuya sunulmasında önemli rol oynar.

Günümüzde farklı şekillerde ve çoğunlukla kentsel düzlemde ifade bulan kamusal alan ile ilgili en kayda değer iki tanımdan ilkinde; kamusal alan, bireylerin bir araya gelip rasyonel tartışma yaptığı ortam olarak değerlendirilirken, ikincisinde, farklı sınıfların kendileri dışındaki sınıfların değerlerini ve dünya görüşlerini de belli ölçülerde dikkate alan hegemonya ve karşı hegemonya projelerinin geliştirildiği ve savunulduğu yer olarak açıklanıyor. Bu anlamda farklı hegemonya projelerinin kamusal mekânları hangi anlamlarla ürettiği de üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor.

Mekânın toplumsal üretimi anlayışını geliştiren Lefebvre'e göre, (kentsel) mekân, toplumsal ilişkiler ve mücadelelerin bir ürünüdür. Bu çerçevede, Lefebvre iki farklı mekân türünden söz etmektedir. Somut mekân insanların kullanımına hizmet eden ve insanların günlük yaşamı ile zenginleşen bir doğaya sahiptir. Soyut mekân ise sermayenin ve devletin mekânıdır. Bu açıdan bakıldığında soyut mekânlar hâkimiyet mekanları; somut mekânlar ise edinilmiş mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kentte siper savaşları
Bu çerçevede Katznelson'un Gramsci'den ödünç aldığı ‘kent siperleri' kavramı önemli bir açılım sağlamaktadır. Çalışan sınıfların kent mekânında somut mekâna yönelik mücadeleleri karşısında devlet ve sermayenin soyut mekânı merkeze alan sömürgeleştirme çabaları, kentsel çelişki ve mücadelelerin odağında yer almaktadır. Bu anlamda kent, siper savaşlarının verildiği bir alandır. Söz konusu siper savaşlarının öncelikli alanlarından biri kamusal mekânlardır.

Sermaye, kamusal alanları metalaştırma ve meta dolaşımına en uygun şekilde biçimlendirme kaygısıyla; devlet ise çoğu durumda bu anlayışı desteklemenin yanında, kamusal alanı kontrol etme yönünde sürekli müdahaleler yapmaktadır. Çalışan sınıflar açısından bu alanlar, daha çok somut yaşam mekânları olarak, bu tür bir sömürgeleştirmeye karşı korunması ve geliştirilmesi gereken mekânlar olarak tanımlanmaktadır. Bu gözle bakıldığında kamusal mekânlar siper savaşlarının stratejik alanlarıdır. Bu durum makro-ekonomik ve siyasal koşullar çerçevesinde, her an yeniden tanımlanan, her iki taraf açısından da siperlerin kazanılıp kaybedildiği, stratejik geri çekilmelerin yapıldığı ve durum uygun hale geldiğinde yeniden siperleri kazanmak için saldırıya geçildiği bir mücadele olarak düşünülebilir.

Sermaye ve devlet kamusal mekânları ele geçirip, konumunu güçlendirdiği ölçüde söz konusu alanları metalaşma ve kontrol açısından yeniden tanımlamakta, çalışan sınıflar ise bu alanları kontrol edebildiği ölçüde yaşam mekânları haline getirmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte, kapitalist kent bağlamında, ne sermayenin ve devletin kamusal alanı tümüyle soyut bir mekâna dönüştürmesi, ne de çalışan sınıfların kamusal mekânı bütün bu soyutluğundan arındırarak somut mekânlara dönüştürebilmesi mümkündür. Dahası, bu tür mekânların kontrolü her zaman meydan okumalara ve yeniden tanımlanmalara açıktır.

İktidar ve meydanlar
Hareketliliğe zorlamayan, sürekli ve yönlendirilmiş bir hareket düzeninden çok, durma imkânı veren mekânlar olarak genel özellikleri tanımlanan meydanlar ise bu türden kamusal alan mücadelelerinin en görünür olduğu kent parçalarıdır. Türkiye kentleşmesine baktığımızda, meydanlar ve caddelerin bir devlet projesi olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Diğer bir anlatımla, iktidar mekânları olarak kurgulanan meydanlar, yukarıdan aşağıya bir süreç olarak devlet iktidarının mekânda kurucu parçaları olarak tasarlanmıştır. Lefebvre'in anlatımıyla, burada soyut ve devlet merkezli bir mekân yapılanmasından söz edilebilir.

Bu tür bir kurgunun, devlet tarafından inşa edilen soyut-kamusal mekânın sorunsuz ve sürekli iktidara hizmet eden bir nitelik gösterdiği anlamına gelmediğini vurgulamak gerekir. Kent mekânı sürekli iktidar ve karşı iktidar projelerinin mücadele alanı olduğu ölçüde, kamusal mekânlar her an, niyetlenilen kullanımların dışında da kullanımlara konu olup somut mekânlara (ya da tersi yönde) dönüştürülebilir.

27 Mayıs İhtilali'nden hemen önce yaşanan gelişmeler bu çerçevede iyi bir örnek oluşturmaktadır. 19 Nisan 1960 tarihinde İsmet İnönü'nün para çekme bahanesiyle planlı bir şekilde Kızılay'a varmasıyla bir anda iktidara karşı muhalif bir eylem başlar. Her ne kadar planlı bir durumdan söz edilse de genel seyri içinde kendiliğinden gelişen bu olay, daha sonraki gösteriler için bir zemin yaratmış ve Menderes iktidarına karşı gelişen hareket Ankara'da Kızılay, İstanbul'da ise Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarını yoğun olarak kullanmıştır. Özellikle üniversite öğrencilerinin örgütlenerek geliştirdiği bu eylemler, 27 Mayıs İhtilali'nin yine aynı kesim tarafından sahiplenilmesiyle ve 1961 Anayasası'nın toplumsal muhalefet için yarattığı geniş alan sayesinde 1960 sonrasında da sürekliliğini devam ettirmiştir.

1 Mayıs ve dönüşen anlam
1960'lı yılların sonlarından itibaren kent meydanları, muhalif kesimlerin dönüştürücü etkisi çerçevesinde dikkate değer bir değişime uğramıştır. Öğrenci ve işçi sınıfının gösteri alanları olarak meydanlar devletin kontrol ettiği kamusal mekânlar olmaktan çıkmaya başlamış, giderek artan biçimde gösteri ve protesto eylemlerinin alanı olarak tanımlanır hale gelmiştir.

Bu dönemde toplumsal mücadele süreçleri ve bu mücadelelerin mekâna yansımasıyla ilgili olarak en çarpıcı örnek kuşkusuz 1976 ve 1977 1 Mayıslarıdır. 1976 yılında Taksim Meydanı'nda gerçekleştirilen ilk kitlesel 1 Mayıs mitingi, bu mekânın somut bir mekâna dönüşmesini sağlamıştır. Buna karşı 1977 1 Mayıs'ında, hem bu kitleselliğin önüne geçmek, hem de bu mekânı soyut bir mekâna geri dönüştürmek için girişilen ve ölümlerle sonuçlanan çabalar ise, istenenin aksine, kazanılmış olan mekânın somutluğunun pekişmesine yol açmıştır. Bu olaylar sonrasında Taksim Meydanı hemen her kesimin gözünde sol hareketlerin protesto ve eylem mekânı olarak görülmeye başlanmış ve toplumsal hafızaya uzun süre bu çerçevede kaydedilmiştir. İzin verilmemesine karşın ertesi sene de aynı meydanda kutlanan 1 Mayıs, daha sonra ise tümden yasaklanmış ve mekânsal süreçler bu yolla tıkanmaya çalışılmıştır. Ancak artık 1 Mayıs Meydanı olarak da bilinen Taksim Meydanı, simgesel bir önem kazanmıştır ve her 1 Mayıs'ta tekrar gündeme gelmektedir.

Taksim Meydanı ile simgeleşmekle birlikte, hemen her kentin önemli meydanları, muhalif kesimlerin ve bu tür bir siyasallaşmanın kontrol ettiği mekânlara dönüşmeye başlamıştır. Ankara'da Kızılay Meydanı, İzmir'de Konak Meydanı, Diyarbakır'da Dağkapı Meydanı 1980'e kadar bu tür dönüşümleri yaşayan meydanlardır. Daha önceki dönemlerde devletin gücünün simgesi haline gelen bu meydanlar 1970'li yıllar boyunca sol muhalefetin gücünü gösterdiği ve üzerinde kontrol kurabildiği mekânlar olmuştur.

1990'lı yıllar ise, neoliberal hegemonya projesi ile birlikte toplumun depolitize edildiği dönemlere denk gelmektedir. Bu durumun doğal bir sonucu sadece meydanların kaybedilmesi değil, aynı zamanda meydanları aktif olarak kullanan muhalif kitlenin de küçülmesidir. Daha önce 500.000 kişiyi geçen 1 Mayıs gösterileri 50.000 kişinin katıldığı etkinliklere dönüşmüştür.

Tarih Taksim'de yazıldı, yazılıyor...
Meydanlar bir kentin işlevlerinin vitrine sunulduğu mekânlardır. Bu anlamda kent meydanlarını tanımlarken tek ve üzerinde uzlaşılan bir işlevsellikten söz edilemez. Meydanlar, kentsel çelişkinin odaklandığı alanlar olarak öne çıktıkları ölçüde farklı kesimler için farklı anlamlar ve işlevler taşıyan kamusal mekânlar olacaktır. Kentte yaşayanlar için meydan, gündelik hayatta içselleştirilen aktivitelerin alanıdır. Belli bir anda bir buluşma mekânı, başka bir anda bir dinlenme yeri, yeri geldiğinde bir gösteri mekânıdır. Devlet için kent mekânı bir güç alanıdır. Devletin gücünün simgesel ve işlevsel anlamda kamuya sunulmasında meydanlar önemli rol oynar. Aynı zamanda bir kamusal mekân olarak meydanlar devlet açısından obsesif kontrol mekânlarıdır. Devletin meşru bulmadığı etkinliklerin engellenmesi ve düzenlilik, devlet açısından önemli öncelikler arasındadır. Sermaye için meydanlar ve etrafı, metalaşma süreci içinde anlam kazanır. Bu çerçevede kent meydanı bir çelişki, farklı anlamlar ve gösterimler mekânı olarak kendini gösterir.

Meydanlar esas olarak, yukarıdan tasarlanmış olmaları sebebiyle, iktidarın, gücünü ve ideolojisini halka sergilediği mekânlardır. Ancak bu güç gösterisine sahne olması nedeniyle aşağıdan hareketlerin iktidara karşı gücünü sergilediği mekânlar da meydanlar olmaktadır.

Esas mesele, dünyayı farklı şekillerde yorumlamak değil de onu değiştirmekse eğer; meydanlar açısından da esas mesele oraya çıkmak değil, oranın tarihini yazabilmektir. Emekçiler, yıllar önce Taksim Meydanı'na girdiler ve oranın tarihini yazdılar. Sorulması gereken, ondan sonra ne yazıldığıdır.

Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.