Haberler

İktidarın Mekansal Fantazmagorisi Alışveriş Mekanları

Tarih: 13 Temmuz 2009 Kaynak: Birgün Yazan: Emrah Tuncer
Yaşadığımız uygarlık, ardında katliamlarla dolu bir trajedi, neredeyse yarıdan çoğu yok edilmiş canlı türleri, tamamını yıkıma uğratacak kadar güçlü nükleer silahlar, çalışmaktan başka özgürlüğü olmayan bireyler, tahakküm ve baskının son noktaya kadar yüceltildiği bir kültür ve anlamsızlıklar dünyası dışında şimdi ne vaat ediyor ki bize?

Görünüşe bakarak yargıda bulunamayanlar yalnızca sığ kişilerdir. Dünyanın gizemi görünenlerdedir, görünmeyenlerde değil. O. Wilde

İdeolojik söylemlerle korku yaratanlar kendi iktidar alanını her gün genişletirken Biz, görünenin dışında dayatılanla yaşamak zorunda kalıyoruz. Seçtiğimizi, tercih ettiğimizi düşünüyoruz. Tek yanlı seçimin en mükemmel güç ilişkisi olduğunu ve bunun bir fantezi olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Çünkü bizim oyumuzu ve desteğimizi kazanmak için siyasi partiler, tüketim malları satıcıları, eğlence sunucuları ve dini mezhepler bize kur yaparken; sunmak, sınırlamak ve seçimlerimizi belirlemek suretiyle bizleri denetlemektedir. Biz de seçmeye karar vermekle, yönetilmeyi kabul etmiş oluruz.

İlk çağda tarımı örgütleyen ve din kurumunun gücünü elinde bulundurarak toplumu yönetenler, din ve savunma üzerinden kentlerin başat formunu oluştururken, bugün yönetim aracı olan "tüketim" kent formuna damgasını vurmaktadır. Bugün kentin başköşesine oturan alışveriş merkezlerini birer mabet olarak görmek pek de zor değil. Artık ne ulus devletin, ne de dinin sınırı olmayan şirketlerden daha fazla söz sahibi olduğunu söylemek fazla iddialı olsa da, tek kelimeyle "tüketim" tüm bunların üzerine geçmiş durumdadır.

Günümüzde alışveriş merkezleri ekonomik bir olgu olarak gösterilmesinin yanında toplumsal bir faaliyet alanı olarak da rol üstlenmektedir. Tarihsel süreç içerisinde tüketim alışkanlıklarının değişim göstermesiyle birlikte, alışveriş mekânlarının da biçimleri, işlevleri ve konumlarını sermaye iktidarı tarafından değiştirilmiştir. Kent merkezinin tüm işlevlerini üstlenme rolü iktidar tarafından alışveriş merkezlerine verildiği için buralara aynı zamanda kamusal alan işleviyüklenmiştir.

İktidarın Mekanı
İktidar araçlarına sahip olan gücün, toplumun düşünme ve davranma biçimlerini belirlediği, yani hegemonyasını toplumsal ve mekânsal alan üzerinden gerçekleştirdiği görülür. Bu, insanın doğayı ve insanın insanı boyunduruk altına alma çabalarının da tarihidir. Doğayı sömürmek için insanüstündeki sömürü ilişkilerini kullanan bugünkü sistem, her şeyi olduğu gibi insanın doğasını da denetim altına almak zorundadır.

Kentlerin gelişimine bakıldığında iktidarın ve ekonomi politiğin mekânsal formlarının kentsel mekânı ve toplumsal yaşamı biçimlendirdiği görülmektedir. Örneğin, Ortaçağda iktidar mekânda, din ve savunma temelinde kaleler ve kilise olarak örgütlenmiştir. Sanayi devrimiyle hızla büyüyen kentlerde ise bir taraftan pazarın işlerliğine dönük ve toplumsal hiyerarşiyi yansıtacak fiziksel düzenlemeler yapılır; diğer taraftan da kent içinde yollar, köprüler, operalar, okullar, kütüphaneler, iş merkezleri, fabrikalar, tren istasyonları vb. türden yeni, kamusal işlevi olan büyük yapılar inşa edilir. Ayaklanmalara, isyanlara karşı planlamanın giderek hâkim olduğu, kent merkezlerinin iktidar tarafından bu şekilde ele geçirildiği, iktidarı yansıtan dik açıların kentte varolduğu, geniş caddeler, dar sokaklar ve yüksek anıtların hâkim olduğu tek tip ve standart formun yarattığı totaliter ve otoriter bir dönem yaşanmaya başlanır. Gelenekten kopup tarihi yıkmak olarak algılanan bu anlayışla birlikte toprağa bağımlı yaşam tarzı sona ermiş, üretim kırsal bölgelerden kopartılıp yaşam kentte yoğunlaşmıştır.

20. yy.da ise sermaye akışının hızlandığı, gökdelen olgusunun başladığı; iktidarın iş merkezleri ve alışveriş merkezleri olarak yer edindiği görülür. Özellikle bu dönemle birlikte değişmeye başlayan üretim-tüketim ilişkilerinin kentlerdeki gündelik hayat pratiği üzerinde önemli etkileri olmuştur. "Tüketim katedralleri", "tüketim kenti" ya da "kültürün satışa sunulduğu alan, gündelik hayatın planlandığı yer" olarak ifade edilen alışveriş merkezleri bu dönemde iktidarın "fantazmagorik" alanları olarak mekândaki en önemli unsurları haline gelmiştir. Gottdiener "Anlatım Tözü" ya da "sermayenin paraya dönüşümü için tasarlanmış mekânlar" olarak; Baudrillard'ın ise "meta panayırı" ya da "kent simülasyonu" olarak alışveriş merkezlerini adlandırması da bu yüzdendir.

İstanbul ve Alışveriş Merkezleri
İstanbul'un tarihi çarşılarının yanı sıra modernleşmeyle birlikte yeni alışveriş mekânları ortaya çıkmıştır. İlk olarak 1950'li yıllarda gelişmiş ülkelerdeki perakende ticaret düzeninden etkilenmelerinin başlanması ile Migros Türkiye'ye girmiş ve 1956'da Gima'nın kuruluşuyla gelişim süreci devam etmiştir. Ülkemizdeki alışveriş merkezlerinin ilk kuruluş yerleri olarak metropol şehirler tercih edilmiştir. İstanbul'da özellikle 1980'den sonra, liberal politikaların uygulanması hız kazanmıştır. Bu dönemde ülke, küreselleşme sürecine girerek dünya ile bütünleşme çabasındadır. Türkiye'de 1980-1990 yılları arası liberal ekonomik politikalar, genel olarak dışa açılma amacına yönelik olarak gümrük vergilerinin indirilmesi, ithal malların ülkeye kolaylıkla girebilmesi biçimindedir. Tekstil sanayi, sanayileşme içinde ilk sırada yer alır. İletişim araçlarının yaygınlaşması, tüketim toplumu olma yönündeki eğilimler ile tüketimin neredeyse bir yaşam tarzı olmaya başladığı görülmektedir. Türkiye, İstanbul ve diğer şehirlerde de alışveriş merkezleri bu bağlamda artıp, yayılmışlardır. Daha sonra bu potansiyel İstanbul metropoliten alanı içinde ve kent merkezi dışında yeni alışveriş mekânlarının açılması şeklinde değerlendirilmiştir.

İstanbul'daki alışveriş merkezlerinin kapladığı alan, Türkiye ortalamasının üstündedir. 1980'li yıllarla birlikte tüketicilerin ithal mallara olan ilgisiyle bu ürünlerin bulunabileceği alışveriş merkezleri de kurulmaya başlanmıştır. İlk örnek olarak 1988 yılında devlet ortaklığı ile Ataköy'de açılan Galeria Alışveriş Merkezi, Houston'daki "The Galleria" alışveriş merkezinden esinlenerek yapılmıştır. Ataköy Turizm Merkezi kompleksi içinde yer alan Galeria Alışveriş Merkezi, o dönemde bu tip alışveriş merkezlerinin ilk örneği olması sebebiyle sadece Ataköy'ü değil, tüm İstanbul'u etkilemiştir. Dönemsel olarak açılan alışveriş merkezlerinin ise yine 2000'den sonra yoğunlaştığı görülür. 1980-1990 yılları arasında alışveriş mekânları hem niceliksel, hem de niteliksel olarak değişim göstermektedir.

1990'dan itibaren farklı semtlerde birbiri ardına kurulan bu merkezler kentin ekonomik yaşamında olduğu kadar sosyal yaşamında da yeni bir ilgi odağı oluşturmuştur. Bu merkezler bünyelerinde sinema, tiyatro, toplantı ve fuar salonları, buz pateni pisti, oyun salonları ve çeşitli ülke mutfaklarını sunan restoranları barındırmaktadır. İstanbul'daki alışveriş merkezlerinin ilk örneklerinde amaç daha çok kapalı bir mekânda alışveriş olgusu üzerinde yoğunlaşmakta, gerek mimarileri, gerekse barındırdıkları fonksiyonlar açısından belli sınırlar içerisinde kalmaktadır. Ancak son zamanlarda ortaya çıkan alışveriş merkezlerinin belli bir konsepti ve bu konsept çerçevesinde kendilerine özgü mimarileri bulunmaktadır. İstanbul kent yaşamında kendilerini çekici kılmak için alışveriş merkezleri kentlilere farklı mekânlar sunmaya başlamıştır.

Yapay Kentler ve Kamusal İlişkiler
Türkiye'de ve İstanbul'da ilk alışveriş merkezi olan Galleria'nın açıldığı 1988 yılından bugüne kadar 127 alışveriş merkezi yapıldı. Yeni yatırımlarla alışveriş merkezi sayısı 2010 yılında 295'e ulaşacak. Türkiye'nin büyük gruplarının yanı sıra yabancı sermayeli kuruluşlar da Türkiye'de alışveriş merkezi yapmak için yarışıyor. Pek çoğunun reklâmında ve sloganlarında görüldüğü üzere bu merkezler "çağımızın yeni yaşam merkezleri" ya da içinde yaşadığımız "dünyanın kalbi" haline gelmişlerdir. Öyle ki, neredeyse burada yazılı kuralları olmayan yeni bir yaşam pratiği sergilenir: Daha kapısından girerken güvenlik kontrolüyle içeri alınan insanlar birden karşılaştıkları geniş atriumlu, yapay bitkili, yerleri cilalı bu mekân karşısında hayranlıklarını gizleyemezler. Bununla birlikte her türlü aşırı coşku ifadesinden (örneğin yüksek sesle gülmek, bağırmak, koşmak vs.) uzak davranmalarının gereğinin farkında olarak vakur bir ifadeyle bu yeni yaşam pratiğinin içinde yerlerini alırlar. Bu yeni yaşam pratiğinin içinde alışveriş merkezinin kapısından girdikten sonra, mesleği, toplumsal statüsü, eğitimi vs her ne olursa olsun herkes bu çatının altında birbirine eşittir (!) Girilen bütün mağazalarda, satış görevlileri, herkesi aynı standart sözcükler ve standart mimiklerle karşılarlar. Bununla birlikte, merkez içindeki genel mekânlar, banklar, havuzlar, atriuma bakan geniş teraslar herkesin özgürce oturup, dinlenmesi ve etrafı seyretmesi için tasarlanmıştır. Burada alışveriş kadar temel olan bir diğer aktivite ise "görmek" ve "görülmek"tir. Baudrillard'a göre alışveriş merkezleri bir meta panayırını andırırlar ve aslında alışveriş merkezlerinin kullanıcılarına sunduğu, küçük bir kent yaşantısı simülasyonudur. Günümüzde alışveriş merkezleri, birbiriyle anlamsal ve mekânsal olarak hiçbir ilişkisi bulunmayan atlıkarınca, buz pateni pisti gibi eğlence öğeleri, panaromik asansörler, yürüyen merdivenler gibi teknolojik öğeler; kemerler, kubbeler, köprüler gibi mimari öğelerin bir araya geldiği gerçeküstü mekânlar haline dönüşmüşlerdir. Ancak, şu bir gerçektir ki alışveriş merkezleri, kimi zaman geçmişe öykünen "kitsch", kimi zaman ise bir uzay istasyonunu andıran "hightech" iç mekân anlayışlarıyla çağımızın yeni kamusal mekânlarıdır. Bu mekânlar içinde kurulan kamusal ilişki de, aynen alışveriş merkezinde kurgulanan yapay dünyaya benzer bir şekilde kendiliğindenliğini kaybetmiştir. İklimlendirmesinden, güvenlik kontrolüne kadar fiziksel ortama dair her şeyin düzenlenmiş olduğu alışveriş merkezlerinde kamusal ilişkiler de, düzenlenir hale gelmiştir. Öyle ki, alışveriş merkezi içindeki satış görevlilerinden, güvenlik personeline kadar pek çok çalışanın müşterilerle kuracağı ilişkiler, söyleyeceği diyaloglar bile bu düzenleme içinde yer almaktadır.

Sonuç olarak, 20. yy. kapitalizmiyle birlikte gündelik hayatı düzenleyen kültürel bir gerçeklik olarak ortaya çıkan tüketim, artık günümüze yaklaştıkça iktidarın temel belirleyeni olmuştur. Walter Benjamin'in fantazmagori, yani aldatıcı görüntü olarak biçim, form, görüntünün ön planda olduğu yapıların giderek mekâna yayıldığı savı ve Baudrillard'ın simülasyon (hipergerçeklik) olarak sunduğu yapıdaki gerçeklik ile sahte arasındaki farkın yok olması, alışveriş merkezleri üzerinden değerlendirilebilir. Camus, Gide ve Descartes'in ortaklaştığı "insan tabiat içinde seçebilen tek varlıktır" cümlesi yerini giderek, verili olanı kendi bilinci dışında seçebilen varlığa dönüştürmüştür. Satre'nin belirttiği "iradeyi ve seçim yeteneğini insandan alırsak insanı insandan almış oluruz. Sonra da her şeyini yitirmiş olur" belirlemesi de, her şeyi elinden alınmış insanın seçme özgürlüğünün de yok olduğunu belirtir. Yapılabilecek en önemli şey ise özgürleşmedir. Özgürleşme, hem insanlar arasındaki sömürü ve tahakküm ilişkilerini ortadan kaldıracak; hem insanın doğayı tahakküm altına almasına son vererek insanın iç doğasını da özgürleştirecektir. Bunun için de, farkında olmadan bizi esir alan iktidar alanlarının dışına çıkmak, yeni yaşam alanları oluşturmak ve bu fantazmagorik alanları deşifre etmek son derece önemlidir.

(*) Yazının tamamına www.planlama.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.