Haberler

Psikiyatri Mimarisi

Tarih: 9 Temmuz 2010 Kaynak: Wikipedia, Ekşisözlük, Dr. Nedim Havle Derleyen: Dilek Öztürk


İnsanın yapabileceklerinin sınırı nereye kadar?

Mimari, insanoğlunun yapabileceği her şeye karşılık verebilen bir disiplin oldu hep. İnsanın yapabileceğinin sınırları, mekanların sınırlarını da çizip bize kentler, kent içinde tanımlı-tanımsız bölgeler kazandırdı. Her zaman konut, eğitim merkezi gibi hizmet veren yapılar değil, insanların sorunları, hastalıkları, ölümleri, sapkınlıkları, yakılmaları için yapılar, siteler büyük kompleksler tasarlandı. Mimarlık hep toplum tarafından sempati gören şeylere hizmet etmedi. Psikiyatri ve adli psikiyatri için mimari, kent içinde her zaman sakınılıp çekinilen, fakat hasta psikolojisi açısından çok dikkat edilmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor.

Mimari ve tasarım, şüphesiz tedavi ve iyileşme sürecinin ayrılmaz unsurları. Burada farklı bir mimari dil yatıyor: psikiyatri mimarisi... Ayakta tedavi edilen hastalar, vakit geçirilen aktivite kompleksleri, yataklı tedavi edilen hastalar, dinleme alanları için koşullara uygun bir şekilde mekanlar yaratılıyor. En önemlisi de bu hastalıkların ve hastaların çeşitleri ve ayrıca tedavi çeşitleri, hastanenin tasarımına bire bir yansıyor, ya da yansımak zorunda. Sonuçta şizofreni, madde bağımlılığı, panik atak, ağır depresyon ya da bunun gibi pek çok hastalıkta, hasta özel olarak korunan bir mekanın içinde tedavi ediliyor ve mekanın onu bu süreçte nasıl ve neye yönlendireceği de ayrı bir uzmanlık konusu. Burada mimar ve plancılara büyük bir sorumluluk düşüyor: Onlar gibi düşünüp, yaşayabilmek...

Psikiyatrik klinikler, eskiden olduiğu gibi günümüzde de şehir içinde birer efsane... Gizemli kalmış, herkesin girip bakmaya çekindiği ve hakkında her zaman yeni bir hikaye üretilen büyük alanlar. Şehir içinde çok büyük alanlara yayılan bu mekanlar, güvenlik amaçlı yapılmış duvarları ve içlerinde bulundukları korularla kentten izole olmuş durumda.


Shutter Island filminden bir kare

Martin Scorsese'nin son filmi "Shutter Island"da Massachussets sahili açıklarındaki bir adada suç işlemiş akıl hastalarının tedavi edildiği Aschecliffe Hastanesi'ni konu alınıyor.


Shutter Island filminin fragmanı

Filmde, sadece suç işleyen akıl hastalarının kapatıldığı ada, özenle korunuyor ve dünyanın geri kalanından izole ediliyor. Hastanenin ürpertici ortamına, mimari öğeler de destek veriyor. Filmde, ürkütücü bir mimariden söz etmek mümkün. Suç işlemiş akıl hastalarının, bir adaya kapatılması ve burada uygulanacak güvenlik önlemleri ve tedavi şekilleri göz önüne alınırsa, görsellik birebir olarak mimarlığa dayanıyor. İnsanlara yaşam alanı yaratan mimari, burada insanların elektorşokla tedavi edilmesine, zindanlara atılmasına, psikiyatrik deneme ortamı oluşturan mekanlar yaratmaya hizmet ediyor.

Psikiyatri Hastanelerinin Tarihi

Ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinin tarihi çok eskiye dayanıyor. Aslında insanın varoluşundan beri yaşanan bu durum milattan sonra kurumlarca ele alınmaya başlandı. 490'lu yıllarda İsrail'de, akli dengesi ile ilgili sorunları olan hastalar, tedavi edilebilecekleri, onlara özel bir hastaneye alındılar. Avrupalı gezginler ise, gittikleri müslüman ülkelerdeki enstitüleri yazdılar. İslam dünyasındaki "Bimaristan (Bimarhane)" denilen enstitülerde hastalar tedavi ediliyordu. 872'de Ahmad İbn Tulun, Kahire'de böyle bir hastane inşa etti.

Orta Çağ'da Avrupa'da hastalar için yeni kllinikler oluşturuldu. Bunlardan birisi de hala ayakta olan Hotel-Dieu Hastanesi. Hastanede birkaç hücre de akıl hastaları için ayrılmıştı.

Hotel-Dieu'yü Valensiya, Sevilya, Zaragoza ve Barselona'daki hastaneler takip etti.

1247'ye açılan Bethlem Royal Hospital ise Londra'daki ilk akıl hastalıkları kliniği. Dünya'nın bu konuda en çok uzmanlaşan ilk kliniği olma özelliği gösteriyor. Bugün binalarının hepsi yerli yerinde durmuyor, fakat zamanında binalarıyla birlikte bir kompleks olarak çok saygı gördüğü ve şehir içinde bu hastaneden ürküldüğünden bahsediliyor. Büyük bir avlunun etrafında konumlanan taş binalar, etrafındaki yeşil alanlar ve büyük demir kapısıyla birlikte kliniğin tipik "korunma" güdüsü taşıyan formlarını yakalıyordu.

Hastane, önce Liverpool'da, bugünkü istasyonun bulunduğu yerdeydi. Aslında Kraliyet hastanesiydi fakat Londra şehir kurulu tarafından yönetiliyordu. Hastane 1600'lerde giderek popülerleşmeye başladı ve yönetim hastaneyi şehir merkezinin dışına, Moorfields'e, Robert Hooke'un tasarladığı taş binalara taşıdı. Hastenede, hastalar "tedavi edilebilir" ve "tedavi edilemez" diye ikiye ayrılıyordu ve iki grup da farklı binalarda kalıyordu. Tabii hastaların "tanımlamaları" farklı olunca da, yaşadıkları binada durumlarına göre bir tasarım yapılması gerekiyordu. Bu noktada burada farklı tedavi yöntemleri ve bu tedavi yöntemlerine göre mekanlar oluşturmanın önemi vurgulandı.


Hotel Dieu

 


Bethlem Hastanesi, St. George


Bethlem Hastanesi, Liverpool

Bina, 1815'de James Lewis tarafından tasarlanan binalara taşındı. Bu bina çok ilginçti. Çünkü, binada cam pencere yoktu. Bunun sebebi de klinikteki hastalar için cam kullanımının doğru olmayacağıydı. Bunun dışında hastanenin inanılmaz bir kütüphanesi ve arşivi vardı. Kadın ve erkek koğuşları ayrıydı. Fakat kadın ve erkek hastalar, büyük balo salonunda izin verilen saatlerde dans edebilmek için buluşabiliyorlardı. Bethlem Hastanesi'nde yatan hastalara, Bethem'liler anlamına gelen "Betlemers" deniyordu. Hatta, William Shakespeare'in Kral Lear oyunundaki Gloucester Kontu'nun oğlu, sürgünden sonra İngiltere'de kalabilmek için bir Bethlem'li rolü yapıyordu.


Bethlem Hastanesi'ni gösteren eski bir tasvir

Bu binanın içinde olanlarla ilgili daha çok bilgi var. Buradaki tedavi sürecinin barbarca olduğu, daha insülin şoku ve elektroşok tedavisi tam anlamıyla keşfedilmemişken, buna yakın tedavi yöntemlerinin kullanıldığı ve saldırgan ve tehlikeli hastaların klinikten gelen sesleri bunlardan sadece birkaçı...

Hastane, bugün Dünya'nın en saygı gören psikiyatri kliniklerinden biri.

Amerika'da tanınan ilk akıl hastalıkları hastanesi Virginia'da açıldı. Virginia'da açılan klinik, Amerika'daki ilk kamusal ruh hastalıkları kliniği.

Ruh ve sinir hastalıkları için kurulan ilk kliniklerin savaş sırasında açılması dikkat çekici. Savaş sırasında hizmet veren sağlık çadırlarında, ayrıca bu tür hastalıklar için de tedavi yapılıyordu.

İlk İslam bimarhanesi de Hendek Savaşı sırasında seyyar savaş hastanesi olarak kuruldu. Savaşta yaralananların müdahalesinin yapıldığı bu bimarhanelerden sonra ilk tam teşekküllü hastane 707 yılında Emevi Halifesi Velid Abdulmelik tarafından yaptırıldı. Hastanede cüzamlıların ve akıl hastalarının tecrit ve tedavi edildiği odalar bulunuyordu. İslam ülkelerinde ilk defa akıl ve beden hastalıklarının tedavisine özgü hastaneler bu dönemde gelişti..

847-861 yılları arasında Halife Mütevekkil Alellah döneminde Bağdat ile Vasıt arasındaki Deyrihizkıl'da akıl hastalarına özgü bimarhanelerin kurulduğundan söz edilir. Burasının sadece akıl hastalarının tedavisine tahsis edilmiş, döneminin en iyi hastanelerinden biri olduğu ve hatta 1400'lü yıllarda İspanya ve İngiltere'de kurulmuş olan psikiyatri hastanelerinden daha modern olduğu belirtilir.

Selçuklular döneminde genel bimarhanelerden başka sadece akıl hastalarının tedavisiyle uğraşan birimler kuruldu. Bunlardan en önemlileri Afyon'daki Karacaahmet Tekkesi, Burdur yakınlarında Onacak'taki Melek Dede Türbesi ve Erzurum civarında şimdiki adı "Deli Baba" olan köyde akıl hastalarının tedavisiyle uğraşan tekkeler olduğu biliniyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Mimar Sinan tarafından inşa edilen, Haseki Hastanesi (1538-1550), Süleymaniye Külliyesi'ndeki şifahane ile tıp medresesi (1550-1557) ve Atik Valide Hastanesi (1583-1587) her türlü hastanın yanı sıra akıl hastalarının da tedavi edildiği ünlü Osmanlı hastaneleriydi.

Osmanlı hastanelerinin en bariz mimari özelliği cami, medrese, imaret, tabhane, kervansaray, hamam, çarşı, çeşme ve benzerlerinden meydana gelen külliyelerin bir parçası olarak planlanmalarıydı. Bu külliyeler şehir içinde birer küçük şehir oluşturacak bir sosyal merkez gibi halkın her türlü sosyokültürel ve sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını da karşılıyordu.


Edirne II. Bayezid Darüşşifası

Edirne'de bulunan II. Bayezid Darüşşifası'nın diğer Selçuklu ve Osmanlı hastanelerinden farkı, mimari ağırlığın camiye değil de hastane ve onun bitişiğinde yer alan tıp öğrenimine ayrılmış medreseye verilmesi. Bu hastanede merkezi sistem mevcut. Ortadaki büyük, diğer on ikisi küçük, toplam on üç kubbe ile örtülü altı köşeli ana bina, hemen onun yanındaki küçük iç avlu etrafında gruplanmış, poliklinik ve idare binası olarak kullanılan kısım ile büyük avlu etrafına sarılmış saldırgan akıl hastalarına özel altı odalık bölüm ve mutfak ve çamaşırhanelerden oluşuyordu.


Edirne II. Bayezid Darüşşifası

Ana binada, ortası havuzlu ve üzeri büyük kubbe ile örtülü merkezi avlunun etrafında altısı kış, altısı yaz için tasarlanmış hasta mekanları sıralanıyor ve bunlardan girişin karşısındaki müzik odası olarak kullanılıyordu. Bina müzikle tedavi için kusursuz bir akustik yapıya sahip. 10 kişiden oluşan musiki topluluğunun haftada 3 gün verdiği konserleri yankılanmadan binanın her tarafından rahatlıkla dinlenebilir.

Tedavide musikinin yanı sıra su sesi ve güzel kokudan da yararlanılıyordu. Şadırvandan fışkıran suların çıkardığı ses, tedavinin önemli bir kısmını oluşturuyor, hastayı huzura kavuşturuyordu. Bu şifahanede tedavi parasızdı ve haftada 2 gün şehirdeki hastalara parasız ilaç dağıtılırdı.

Avrupa'da akıl hastalarının yakıldığı bir devirde, ruhsal hastalıkları olan kişilerin müzik ile tedavisi ve akıl hastalarının tecridi dahil gerekli her şey düşünülerek planlanan Edirne'deki II. Bayezid Darüşşifası, gerek ilk defa az personelle yüksek randıman almayı amaçlayan merkezi sistemi ve gerekse o döneme göre çok ileri hatta 18. ve 19. yüzyıllardaki hastane yapılarına ışık tutacak kadar mükemmel olan havalandırma sistemini getirmesi açısından çığır açmış nadide bir yapı konumunda.

1652 yılında Edirne'ye gelen Evliya Çelebi, Darüşşifa'dan, "Orada bir darüşşifa vardır ki, dil ile tarif edilmez ve kalem ile yazılmaz. Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur. Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne'nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar," diye bahsediyor.

İstanbul Lape (La Paix) Hastanesi

İstanbul'da Kırım Harbi'nin hatırası pek çok yapı var. Bu yapıların en ilgi çekicisi, şüphesiz Lape Hastanesi... Eskiden "La Paix" hastanesi olarak bilienen hastane, İstanbul'un sağlık tarihi açısından son derece önemli bir yere sahip.

1858 yılında kurulan Lape Hastanesi geçtiğimiz yıl 150. yaşını kutladı. Kırım Savaşı sırasında rahibeler Osmanlı ordusuna önemli ölçüde yarım etti. 1854-1856 yılları arasında gerçekleşen Kırım Harbi sırasında İstanbul'da bulunan "Filles de la Charite rahibeleri" yaralı askerlerin tedavisi konusunda hizmet sunmuş, büyük fedakarlıklar göstermişlerdi. Sultan Abdülmecit de bu yardımları karşılıksız bırakmak istemedi. Taksim civarında kurulan çadırlarda verilen hizmetten çok memnun olan Sultan I. Abdülmecit, Şişli'de bulunan araziyi rahibelere tahsis etti. Daha sonra çeşitli yardım ve bağışlarla hastane binaları oluşturuldu. Uzun bir süre kimsesiz çocuklara, yaşlılara ve yoksullara hizmet veren hastane, zamanla psikiyatri hastalarını kabul etmeye başladı. İşte Türkiye'nin ilk özel psikiyatri hastanesi bu şekilde kuruldu. İlerleyen yıllarda Mazhar Osman Uzman ve İhsan Şükrü Aksel gibi ünlü psikiyatristler hastanenin başhekimliğini yaptı.

 


Lape Hastenesi

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, aslında çok profesyonelce tasarlanmış büyük bir kompleks. Hastaların durumlarına göre üniteler çeşitleniyor ve hastanede dolaşırken ne kadar ciddi bir sürecin içinde olduğunuzu anlıyorsunuz.

İstanbul'un işgali sırasında (1919) Fransızların "Jiffar" ordusu tarafından kullanılıp, Cumhuriyet'ten sonraki yıllarda kullanılmadığından dolayı yıpranan yapı, geçirdiği onarımdan sonra bugünkü halini aldı.
Mevcuttaki pavyon döşemeleri, tavanlar, bölmeler, banyolar, salonlar birer hastane servisi haline getirildi. O zamanki Toptaşı Bimarhanesi'nden seroloji, anatomi laboratuvarları taşındı. Genel cerrahi, asabiye pavyonları ve röntgen dairesi kuruldu.
Hastane, bugün Ataköy'de çok büyük bir alanda konumlanıyor. Hastane etrafında, orman, yürüyüş yolları, piknik alanları da var. Bu haliyle de hastane, kendini dışarıya açmış durumda. Diğer hiçbir klinikte gözlenmeyen bu durum, burada biraz farklı.


Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin eski görünümü

Bakırköy, bugün Türkye'nin akıl hastalıklarının tedavisi açısından en büyük ve önemli kurum. İçinde madde bağımlılığı tedavisi yapılan AMATEM, adli psikiyatri klinikleri, tutuklu servisi, akut koruma ve tedavi servisi gibi birçok değişik üniteyi bir arada bulunduruyor.

Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

Bakırköy kadar popüler olmasa da, İstanbul'daki en önemli hastanelerden birisi de Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi.

Hastane, Verem Savaş Derneği'ne ait Sanatoryum olarak hizmet verirken, 1976 yılında ruh sağlığı hastanesi olarak faaliyetlerine başladı.

Hastane çok büyük bir alanda konuşlanıyor. İstanbul'un en huzurlu semtlerinden biri olan Erenköy'de tamamı çamlık 98 dönümlük bir alana sahip. Hastaneye dışarıdan bakıldığında, çam ağaçlarından dolayı binaların hiçbiri seçilemiyor. Bu yüzden de burası yıllardır gizemini korumuş durumda. Bu tarihi koru 1920 tarihine kadar dayanıyor.

Diğer Psikiyatri Klinikleri
Bunların dışında bir de hiç ilgilenilmeyen, bakımsız, kapanmış ve terk edilmiş ve şehirde sadece birer işgal alanı olarak yaşamaya devam eden klinik ve hastaneler var.

Aşağıda Sırbistan ve Kosova'da bulunan psikiyatri enstitülerini görebilirsiniz. Bu fotoğraflari aslında fotoğrafçı George Georgiou'ya ait olan "Between the Lines" isimli seriden. Projeye göre, hastanelerin durumu, ülkedeki NATO karmaşasının bir sonucu.


Fotoğraf: George Georgiou


Fotoğraf: George Georgiou


Fotoğraf: George Georgiou


Fotoğraf: George Georgiou

Bu enstitülerde, şaşırtıcı bir şekilde sadece akıl hastaları değil, bedensel özürlü insanların da olduğunu ve bu insanlar için tıbbi yardım ve tedavinin kısıtlı imkanlarını görebiliyoruz.

Bir yandan da İtalya hükümeti, 1978 yılında bütün psikiyatri hastanelerinin kapatılması kararı aldı. Hastaneler terk edildikten, 20 sene sonra bile toparlanamadılar ve şehirlerde boş, bakımsız alanlar olarak yaşadılar. Aşağıda Giordano Pisuttu'nun 2006 yılında çektiği fotoğraflardan bu hastanelerin durumunu görebiliriz.


Fotoğraf: Giordano Pisuttu


Fotoğraf: Giordano Pisuttu


Fotoğraf: Giordano Pisuttu


Fotoğraf: Giordano Pisuttu

Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.