Haberler

İşte Türkiye'nin nükleer araştırma üssü

Tarih: 11 Nisan 2011 Kaynak: Radikal Yazan: Ruhi Sanyer
Çekmece'deki üs uykusundan uyanıyor. Bilimsel çalışma yapılan merkezdeki reaktör, tüm güvenlik önlemlerinin tamamlanmasıyla gelecek yıl devreye girecek.

Nükleer enerji ve atom bombası kelimelerini ilk kez 1960'lı yıllarda ABD ile Rusya arasında soğuk savaşın hüküm sürdüğü yıllarda duydum. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından ordudan çok sayıda subay atılmış ancak ‘sinirlenip' darbecilere karşı darbe yapmasınlar diye hepsine iş icat edilmişti. Bu iş de kamu kurum ve kuruluşlarında onlar için oluşturulan ‘Sivil Savunma Uzmanlığı' göreviydi.

Babam da atılıp sonra sivil savunma uzmanı yapılanlardandı. Bu uzmanlar kamu kurum ve kuruluşlarındaki güvenlik ekibinin yani bekçilerin başkanlarıydı. O dönemde başta devlet büyüklerimiz olmak üzere herkes can dostumuz ABD'nin telkinleriyle, komünizmi yaymak isteyen Rusya'nın bir gün saldırıp atom bombası atacağına inandığı için bu tür kurumlarda atom bombasından nasıl korunulacağı anlatılırdı.

Ruslar saldırırsa...
Lojmanlarında oturduğumuz Konya Şeker Fabrikası'nda da bu iş babama düşerdi. Babam lojman sakinlerine ara sıra ders verir, radyoaktif serpintiden korunmayı, sığınaklara yani evimizin bodrum katına ne kadar su ve yiyecek stoklamamız gerektiğini anlatır, biz de bir gece (neden geceyse) tepemizde patlayacak atom bombasının korkusuyla evin yolunu tutardık.

Dedemin 1968'den sonra gelmeye başladığımız Küçükçekmece'deki evinin balkonundan beyaz ve o zaman bize çok haşmetli gelen binaları görür, ne olduğunu merak ederdik. Büyüklerimize sorduğumuzda da ‘Atom Santralı' cevabını alır ve küçücük yaşımızda bile ‘atomun bizi her yerde izlediğini ve kurtuluşun olmadığını' düşünürdük.

Geçen hafta, elimde Enerji Bakanlığı Müsteşarı Metin Kilci'nin imzasını taşıyan izin kâğıdımla o ‘Atom Santralı'na, resmi adıyla ‘Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'ne gittim. Küçükçekmece Gölü'ne tepeden bakan 2200 dönümlük araziye kurulu Türkiye'nin tek ‘Nükleer Araştırma Üssü'nün bahçesinde de ağaçlar çiçeğe durmuştu, her yer yemyeşildi.

Merkezin müdürü Doç. Dr. Erdal Osmanlıoğlu'nun verdiği bilgiye göre Türkiye'de bir atom reaktörü kurulması için 1956 devlet bütçesine tahsisat konmuş ve sekiz kişilik bir profesörler komitesi tarafından da Küçükçekmece Gölü kenarındaki şimdiki arazi seçilmiş.

1958'de ‘1 megavat takatinde havuz tipi bir atom reaktörü kurulması' kararı alınmış ve bir Amerikalı şirketin yaptığı ‘araştırma amaçlı' TR1 adlı reaktör 1962'nin sonunda devreye girmiş.

Bugün de işlevi azalmakla birlikte yine o görevini sürdürüyor. Yani burada atom bombası yapmak için hiç kimse çalışmamış, kimse de elektrik üretmeye niyetlenmemiş. Burası nükleer alanda eğitim gören ve çalışan bilim adamlarının araştırma yapmalarını sağlayan, tıpta hastalık teşhis ve tedavisinde kullanılan birtakım izotopların üretildiği, üniversitelerin de çalışmalarına yardımcı olunan bir okul ve eğitim tesisi.

TR1'in devreye girişiyle birlikte Türkiye nükleer alana adım atmış. Daha sonra reaktörün birçok araştırma için yetersiz olduğu görülünce daha güçlü bir reaktör kurulmasına karar verilmiş ve durdurulan TR1'in yerine 1981 yılının sonunda 5 megavatlık TR 2 reaktörü devreye girmiş.

Bu izahattan sonra taktık dozimetrelerimizi (radyasyonölçer) boynumuza, merkez müdürü Osmanlıoğlu ile birlikte TR2 reaktörünün kalbine doğru yola koyulduk. Karşımıza çıkan tek katlı binanın önünde bizi bekleyen bilim adamı Dr. Onur Uzonur'un kimlik kartı okutarak açtığı kapıdan içeri girdik. Uzunca bir koridordan sonra yine kimlik kartı okutularak açılan ve üzerinde ‘Radyasyon Tehlikesi' yazan bir kapıdan geçip küçük bir odaya girdik. Ardından başka bir kapıdan reaktörün kalbinin bulunduğu salona adım attık. Karşımızda, yıllar önce paydos etmiş TR1 ve hemen yanında 450 metreküp su alan yakıt havuzuyla TR2 reaktörü...

Duvar kalınlığı 120 santim
Osmanlıoğlu ve Özonur başlıyorlar sorularımı yanıtlamaya ve işte o anda bir hayalden uyanıyorum: TR2 reaktörü de çalışmıyor. O da istirahatte. Reaktör 1995'e kadar 5 megavat gücünde çalışmış. Ancak o yıl 5 megavat gücünde çalışması durdurulmuş. Arkasından 1997'de de kısa bir süre 5 megawatt gücünde çalıştıktan sonra ‘yeni güvenlik kriterleri'ne ulaşıncaya kadar 300 kilovat güçle çalışmasına izin verilmiş. 1999 depremi sonrası kriterler daha da yükseltilmiş. Ardından bu kesikli çalışma kimi kez 100 kilovat güce kadar inerek 2009 temmuz ayına kadar sürmüş. O tarihte de reaktör tümüyle devre dışı bırakılmış. Kesikli çalışma döneminde ancak reaktörü çalışır durumda tutabilmek için sistem devreye sokulmuş. O zayıf güçle de pek bir bilimsel çalışma yapılamamış, tıpta kullanılan radyoaktif kaynakları da üretmek mümkün olmamış.

Çekmece'de bugünlerde yoğun bir çaba var. Hedef, duvar kalınlığı kimi bölümlerde 120 santime ulaşan yakıt havuzunu yani nükleer yakıtın reaksiyona girdiği su dolu havuzu 8-9 gücündeki depremden bile etkilenmez hale getirmek. En büyük doğal afette bile çatlayıp patlamasını engelleyecek şekilde tahkim etmek. Bunun için ilk adım atılmış. Açılan ihaleyi Gebze İleri Teknoloji Enstitüsü kazanmış ve hazırlayacağı teknik şartnameye uygun olarak tahkime başlanacak. Osmanlıoğlu, bu yıl tahkim işini bitirip ardından lisans alarak merkezi, güvenlik kriterlerinin tümünü karşılamış şekilde ve tüm alanlarda devreye sokacaklarını söylüyor...

Radyoaktif atıklar Çekmece'ye emanet
Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi eğitim ve araştırmanın dışında Türkiye'nin radyoaktif atıklarının ‘yönetimi'ni, yani güvenli bir şekilde korunmasını sağlıyor. Türkiye'nin dört bir yanındaki hastane ve sanayi tesisinden ‘orijinal kapları' içinde getirilen radyoaktif kaynaklar ‘Radyoaktif Atık İşlem Birimi'ne teslim ediliyor. Radyoaktif atık bu birimde 25 santimlik kurşun duvarlara sahip özel odaya koyuluyor. Personel oda duvarındaki kurşun camlı pencereden bakarak manipülatörler (bir tür maşa) kullanarak radyoaktif maddeyi orijinal kabından çıkartıyor. Birden fazla kaynak daha sonra aynı odada, özel olarak imal edilmiş daha güçlü, ancak daha küçük boyutlu bir kaba yerleştiriliyor. Bu kaplar da çelik levhalarla güçlendirilmiş beton varillere konup depoya kaldırılıyor. Böylelikle radyoaktif atıklar, suyla ve havayla temas etmeyecek şekilde kontrol altına alınmış oluyor.

Her varilin üzerine içinde hangi radyoaktif kaynağın bulunduğu yazılıyor. Bunun nedeni ise radyoaktif kaynakların 10 yarılanma süresi boyunca kurumsal kontrol altında bulundurma zorunluluğu. Yarılanma süresi, bir radyoaktif izotopun yarıya inme süresi. Örneğin yarılanma süresi 30 yıl olan bir radyoaktif maddeyi tam 300 yıl kontrol altında tutmak gerekiyor. Türkiye'de uzun yarılanma süresi (30 yıldan fazla) olan radyoaktif atık bulunmuyor. Çünkü reaktörde kullanılan ve kullanılacak radyoaktif kaynaklar kullanım ömrünün bitişinde veren ülkeye geri gönderiliyor.

"Japonya'dan Türkiye'ye gelen radyasyon yok"
Merkezdeki bilim adamları şu anda Japonya'daki ‘enerji üretim' amaçlı Fukuşima Nükleer Santralı'ndan Türkiye'ye ulaşan radyasyon olmadığını söylüyorlar. Verdikleri bilgiye göre radyasyonlu bulutlar şu anda 10 bin metre yüksekliğinde, yani uzun mesafe yolculuk yapılan uçakların seyahat ettiği yükseklikte. Yağmur bulutları ise en fazla 6 bin metre yükseklikte bulunduğu için yağmur yoluyla radyasyon transferi söz konusu değil. Anlaşma gereği 11 Mart'tan beri Tokyo Narita Havaalanı'ndan kalkan ve her gece saat 23.00'te İstanbul Atatürk Havalimanı'na inen THY uçağında radyasyon taraması yapılıyor. Bugüne kadar uçaklarda radyasyon görülmemiş.

Uluslararası hızlı kurye şirketi DHL'in bugüne kadar bu ülkeden gelen gönderilerde yaptığı denetlemeler de aynı sonucu vermiş. "Peki radyasyon uçuş sırasında kabine girmez mi?" sorusuna da şu yanıtı alıyorum: "Konuyu THY ile değerlendirdik. Motorlardan giren havanın yüzde 78'i motorları besliyor. Yüzde 22'si de iki Hepa filtresinden geçerek kabine veriliyor. Hepa filtresi iyonları bile tutan çok gelişmiş bir filtre. Reaktörlerde de xenon gazını atmosfere vermemek için kullanıyoruz. THY'ye ‘Bu filtreleri değeştireceğiniz zaman bize haber verin' dedik. Biz uçağın içinde, yolcu kabinlerinde ölçüm aldık, hepsi temiz çıktı. THY'de tehlike yok."

Yakıt çubukları reaktörün çalışacağı günü bekliyor
Yakıt havuzuna bakıyoruz. Aşağıda su dolu havuzun içinde reaktörün kalbi var. Reaktör çalışmaya başladığında oraya ince bir alüminyum zarfla kaplı yakıt çubukları yerleştirilecek. Reaktör çalışırken burada bilimsel araştırmalar yapılıyor, tıpta teşhis ve tedavi için kullanılan bazı ilaçlar üretiliyordu. Ancak dünyada ABD'nin yakıt çubuklarını verdiği araştırma merkezlerinde eskisi gibi yüksek zenginleştirilmiş, yani içinde yüksek oranda uranyum bulunan yakıt yok. ABD nükleer silah yapımında da kullanılabilecek bu yakıt çubuklarını teröristlerin eline geçebileceği endişesiyle topladı. Bizim ‘Nükleer Araştırma Üssümüz' de elindeki yüksek zenginleştirilmiş yakıt çubuklarını Amerikalılara 2010 başlarında teslim etti. Onun yerine yine ABD'den gelen düşük zenginleştirilmiş yakıt çubukları merkezde, reaktörün faaliyete geçeceği günü bekliyor.

Takvim
<<Nisan 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30  
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.