Uzun seyahatlerden hep içim sızlayarak dönüyorum son zamanlarda. Yemyeşil ormanların, kurşuni yalçın dağların, köprülerle üzerinden geçtiğim irili ufaklı derelerin, çayların, ırmakların, uzak yakın göllerin, denizin, dalgaların büyüsü araya şehirler girdiğinde adeta betondan bir kâbusa dönüyor. Şehir başlar başlamaz deniz binaların ardına öteleniyor, gözden kayboluyor. Dağlar, tepeler beton bloklarca her yanından hançerleniyor. Ağaçlar orasından burasından çevrilerek düzene disipline sokuluyor, doğallığını yitiriyor. Dereler ya yeraltına gömülüyor ya da içine atılan çerçöple kirletiliyor. Bizim şehir dediğimiz şey tabiatın bağrına açtığımız yaralardan ibaret... Kimi kabuk bağlamış, kimi halen kanıyor. Tuhaf olan herkesin halinden memnun olması... Hayatsızlığın hızla yerleşik hale getirildiği bu düzene hemen hiç itiraz eden olmaması...
Yeryüzünde insan eli değmiş alanlarla, değmemiş alanların bir karşılaştırmasını yapabilsek faciayı görebileceğiz. Diğer bütün canlılar hayatlarını kendi tabii seyrinde, kendi tabii sınırları içinde sürdürüyor. Ama insan öyle değil, bir türlü gem vuramadığı hırslarıyla her şeyi bozuyor, kirletiyor, yok ediyor insan. Yani biz! Dedelerimizi ninelerimizi bir tarafa bırakalım; kendi anne babalarımızın hayatlarının bile ne kadar uzağına düştük. Ben bahçesi olan o düzayak evlerden birinde doğdum, onun gibi evlerde büyüdüm. O bahçelerde çocuk olmanın, koşup oynamanın, o ağaçların anlatılamaz lezzetteki meyvelerini koparıp yemenin hazzını yaşadım. Kendi çocuğuma o hayatın ancak fotoğraflarını gösterebiliyorum. Ne büyük hüsran!
Nasıl olduysa oldu alıştık biz böyle yaşamaya. Beton kutucukların içinde sıkışıp kalan soğuk ve hayatsız insanlar olmaya... Şimdi geri dönmekten, bütün hatalarımızı tek tek geri almaktan umudumuzu da kesiyoruz yavaş yavaş... Bu mudur bizim insanlığa göstereceğimiz insanlık? Bu mudur hakikat namına söyleyeceğimiz söz?
Eskiler bu dünyaya gereğinden fazla meyledeni garipser ve "Dünyaya kazık mı kakacaksın?" diye sorarlardı hayretle. Galiba biz o kazığı kaktık dünyaya ve şimdi istesek de yerinden çıkaramıyoruz.
İnsanın kendini Kaf Dağı'nın ardında arayacağı tuhaf zamanlara geldik demek ki!