Haberler

Romanların İstanbul'u

Tarih: 6 Haziran 2011 Kaynak: Zaman Yazan: Selim İleri
Yirmi yıl önceydi, belki yirmi yıla yakın, belki yirmi yılı aşkın. İşte epey bir zaman geçmiş. Bazı günler iz bırakıyor, anılar arasına karışıyor. Bir pazartesi günüydü. Aralık sonu. Soğuk ama güneşli bir gün.

Yeşil Ev'de cızbız köfte, patates püresi, kıvırcık salata yedikten sonra, Çelik Gülersoy'la birlikte İstanbul Kitaplığı'nı gezmiştik. Daha doğrusu, Çelik Bey'in kılavuzluğunda kitaplığı ben gezmiştim.

Gülersoy, kitaplığın pazartesi günleri bütün kitapseverlere açık olduğunu söylemişti. Kitapseverlerin sayısı ise her zamanki gibi çok azdı. Tek tük has okur kitaplara gömülmüştü, ama o kadar.

Huzur veren sessizliğin içinden geçiyorduk. O tek tük kitapseverle ilgilenen kitaplık çalışanlarının konuk ağırlar gibi bir halleri vardı. Biraz içim burkulmuştu. Kılavuzum hafiften gülüyor, "Bizde böyledir genç dostum" diyordu.

Dört bir yanda pırıl pırıl beyaz fayans temizliği. Onarılmış eski İstanbul evi şimdi kitaplık olarak yaşam buluyor. Çok etkilenmiştim.

Çelik Bey, İstanbul Kitaplığı'nın 1988 tarihinde basılmış kataloğunu armağan etmişti. Kataloğu karıştırır karıştırmaz, şehrin ortasında ne müthiş bir hazineyle birlikte yaşadığımızı fark etmiştim. İstanbul burada bütün geçmişiyle ayakta duruyordu, hiç değilse cilt cilt kitapta.

İstanbul Kitaplığı'nın 1988 yılına kadarki tüm dökümü olan katalog, bir yandan da, İstanbul üzerine çeşitli dillerde ne çok eserin kaleme alınmış olduğunun belgesiydi. Şaşırtıcı bir belge: Çünkü Türkiye'nin, bugün de 'kültür başkenti' olduğunu ileri sürdüğümüz İstanbul için yazılanlarla hemen hiç ilgilenmediğimizi gözler önüne seriyordu.

Yazık ki yirmi yıl sonra da aynı ilgisizlik, hem yayıncılık hem okur açısından, sürüp gidiyor. Gülersoy'un söylediğini yinelemekten kendimi alamayacağım: "Bizde böyledir..."

Dün katalogla yine baş başaydım.

Roma ve Bizans'la başlıyor; İstanbul haritaları, planlarıyla noktalanıyor. Roma ve Bizans daha çok yabancı yazarların kaleminden. Ostrogorsky'nin ünlü Bizans Devleti Tarihi'yle ilk kez İstanbul kitaplığında karşılaşmıştım; Tarih Kurumu'nun verimi, Fikret Işıltan'ın çevirisi. Kitabevlerinde bulamamış, Kurum'dan bin bir zorlukla edinmiştim. Sonra, Hepsi Alev'i yazarken çok yararlandım.

Ostrogorsky, Hepsi Alev'in baş kişisi ve anlatıcısı Eireni (İrene) için öyle iç açıcı şeyler anlatmaz:

"Düşüncesizliği ve alçakça zalimliği yüzünden Konstantinos VI. gerek hâkim olan ortodoks parti ve gerekse tasvir kırıcı muhalefet yanında bütün destek ve itibarını kaybetmiş bulunuyordu. Artık, intikamını almak için hiçbir el kalkmadan bertaraf edilebilirdi. 15 Ağustos 797'de imparator, yirmi yedi yıl önce içinde doğmuş olduğu aynı purpurlu odada, annesinin emriyle kör edildi. İrene artık hedefine varmıştı: Bizans imparatorluğunun tek hükümdarı oldu."

Bizans İstanbul'un ve gözü gözü dönük iktidar hırsının romanı olsun istediğim Hepsi Alev'de bu kör edişi uzun uzadıya çözümlemeye çalışmıştım. Hepsi Alev ölü toprağı serpilmiş romanlarımdan biri oldu.

İstanbul Kitaplığı'nın eserleri arasındaki İstanbul Geceleri Adalar'dan, özellikle Büyükada'dan söz açarken, irkilerek bakar Bizans tarihine. Sâmiha Ayverdi'nin bu çok önemli eserini Çelik Bey de elbette okumuştu; o gün konuştuğumuzu hatırlıyorum.

Kataloğun yalnızca edebiyat bölümünü incelemek bile, İstanbul kültürü konusunda sayısız çağrışımı ardı sıra getiriyor.

Çelik Gülersoy, nice zamanlara bağlı emeğini devşirirken, eserlere geniş yelpaze açmayı yeğlemiş. Örnekse, edebiyat tarihlerimizin -mirasyedi savurganlığıyla- 'piyasa romancısı' kabul ettiği Kerime Nadir, Esat Mahmut, Muazzez Tahsin Berkand gibi adlar spesifik kitaplıkta karşımıza çıkıyordu.

Esat Mahmut'un Sokaktan Gelen Kadın'ını düşündüm. 1930 sonrasının Fenerbahçe'si, Moda'sı, Kadıköyü bu romanda bir eski yağlıboya tablo gibidir. 'Çok satmak' ereğiyle yazılmış Sokaktan Gelen Kadın; ama bugün otuzların Fenerbahçe'sini onun sayfalarında yaşamaya koyuluyoruz...

Aynı durum, Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin'in eserleri için de geçerli. Bu romanlarda İstanbul'a ilişkin pek çok dikkat, gözlem karşınıza çıkar. Bu romanlardaki İstanbul tasvirleri dünkü İstanbul'un bazı semtlerini olanca canlılığıyla yansıtır.

İşte, Kerime Nadir'in toplu eseri, bence, kentin son peyzaj çizimlerinden biridir. Andığım yazarın Gelinlik Kız romanını okuyacak olanlar, "kuş kafesi" villalarıyla donanmış, eflâtun manolyaların açtığı geniş bahçeleriyle 1940'ların Mecidiyeköyü karşısında donup kalacaklar herhalde.

Yıkılan stadın yerine gökdelenlerin yükseleceği, bugünün ürpertici Mecidiyeköyü bir zamanlar "kuş kafesi" villalarla çevriliymiş. Eflâtun manolyalara gelince; bir yazımda anmıştım, manolyanın pembesi, eflâtunu mu olur sorularıyla karşılaşmıştım. Soranlar, Çallı'nın eflâtun manolya tablolarını besbelli görmemişler...

Muazzez Tahsin'e gelince, İstanbul kibar tabakasının bonjurlu, bonsuvarlı konuşmasını onun eserinden yakalamak mümkün. 1930'ların özentili dili, yabancı, özellikle Fransızca sözcüklerle bezenmiş İstanbullu konuşması, benim çocukluğuma, 1960'lara kadar sürmüştür. Hele, genç kızlara bir demet "viyolet" hediye edilmiyor mu, şimdi buruk buruk gülümsüyorsunuz...

Kataloğun bir sayfasında Peyami Safa'nın Server Bedi takma adıyla yazdığı Selma ve Gölgesi'ne rastladım. Âdeta sevindim.

Selma ve Gölgesi'ndeki Boğaziçi pitoreski, hele Selma'nın oturduğu harap yalı, rutubetli Boğaziçi akşamları yıllar yılı aklımdan çıkmamıştır. İlk okuyuşumdan bu yana en az kırk, kırk beş yıl geçti.

Venedik çağrışımlı, tuhaf bir Boğaziçi. Edebiyatımızdaki ilk 'dişi vampir' romanıdır Selma ve Gölgesi. Son sahneler sahiden de Venedik'te geçer. Ama yalnızca Boğaziçi ve Venedik değil. 1930'ların bohem çevreleri, şairlerin, muharrirlerin devam ettiği salaş meyhaneler, Beyoğlu'nun arka sokakları, insanlar, davranışlar, giyimkuşam. Dahası, yeni zenginlerin eline düşmemiş, yıkık fakat erden Boğaziçi günümüz İstanbul araştırmacılarına geçmişten pek çok söyleyecektir.

Kataloğun bir başka sayfasında Abdülhak Şinasi Hisar'ın eserleri. Gülersoy koyu bir Hisar hayranıydı. Onunla ilgili anılarını kısa ama özlü bir kitapçıkta derlemişti. Boğaziçi Mehtapları şairinin hemen hemen kimsesiz cenaze törenine handiyse gözyaşı döker Çelik Bey.

Cenaze törenindeki yalnızlığı, ne yazık ki, eserleri için sürüyor Hisar'ın, öteden beri. İmparatorluğun sonundaki İstanbul'u o kadar etkileyici bir rüyada diriltmiş Abdülhak Şinasi ancak has edebiyatseverlere ses yöneltebiliyor.

Katalogta Attilâ İlhan'ın Sokaktaki Adam romanı! Dolmabahçe'den Beşiktaş'a, ulu ağaçların örttüğü yolu, sonbahar gününde bütün ıssızlığıyla Sokaktaki Adam'dan okuyabilirsiniz. Şimdinin trafik canavarlıklarıyla dolup taşan yol, savrulan sonbahar yapraklarıyla bir aşka ağıt yakar...

Çelik Bey bu eserleri ne zaman derledi diye düşündüm. Hepsini okudu, hepsinden kendi İstanbul sevgisine duyuşlar damıttı. İstanbul Kitaplığı bu derin sevgi dolayısıyla kurulmuş olmalı.

Dedim ya, yirmi yıl önce güzel bir pazartesi günüydü.
Takvim
<<Mayıs 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
            1
2 3 4 5 6 7 8
9 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.