Söyleşi

Lüksün En Yalın Hali...

Tarih: Nisan 2011


Argos İletişim Grubu, Argos Turizm-Yatırım, Argos Bağcılık, Argos Yapı ve Argos Kültür Sanat... Her biri kendi alanında başlı başına uzmanlık gerektiren iş kollarında başarılı üretimler yapan Gökşin Ilıcalı, çok yönlü bir profil sergiliyor. İstanbul Tıp Fakültesi'nde üniversite eğitimini tamamlamış olan Ilıcalı, askerliğinin ardından o dönemde dünyada yaygın olmasına rağmen Türkiye'de bakir bir alan olan sağlık iletişimine yönelik şirket kurmuş. Hastanelere iletişim danışmanlığı hizmeti veren bu yapı zamanla büyümüş. Buna ek olarak iletişim danışmanlığı şirketi kuran Ilıcalı ardından kültür ve sanat işleri yapan Art Management Company'i kurmuş. İletişim grubu sağlıklı bir şekilde işlerken Kapadokya'dan gayrimenkul alan Ilıcalı bir yandan da turizm şirketi ile restorasyan işleriyle uğraşacak bir yapı şirketi kurmuş. Tüm bunların yanında "Hazır buradayken bağlarım olsun, bir de şarapçılık yapayım" diyerek bağcılık şirketine sahip olmuş. Burada en dikkat çekici olan ise el attığı tüm alanlardaki başarılarının ödüllerle tescillenmiş olması.

Gökşin Ilıcalı ile Uçhisar beldesindeki çalışmalardan hareketle Kapadokya bölgesinde 20 yılı aşan bir sürede, temelinde koruma ve restorasyon çalışmaları ile yürüyen, özel sektör, yerel yönetim, sivil toplum örgütü birlikteliği ile gerçekleştirilen projesini konuşurken bir yandan da onu, sade ve çarpıcı başarılara götüren yaşam felsefesini anlamaya çalıştık.

Özlem Duygu Çil: 2010 yılında Conde Nast Johansens tarafından dünyanın en çevreci 4 otelinden biri olarak seçilen, ARKIPARC 2011 Gayrimenkul Ödülü kapsamında En İyi Otel Ödülüne layık görülen "Argos in Cappadocia"yı da içine alan Kapadokya bölgesindeki geliştirme projenizden bahseder misiniz?

Gökşin Ilıcalı: Proje, Uçhisar Köyü'nün aşağı yukarı yarısını kapsıyor. Burası çok güzel ama yaşamayan, sosyokültürel açıdan canlılık kazanması gereken bir bölge idi. Terkedilen köye gidenlerin geri dönmesi ve az sayıda olsa da kalanların mutlaka kalmasının sağlanması gerekiyordu. Bölgede yaptığımız çalışmalarla bunu sağlamaya çalıştık. Geçtiğimiz seneden itibaren festivaller, konserler, bağbozumu günleri, şarap günleri düzenleyerek sosyal hayatı canlandırdık.

"Argos in Cappadocia" otelinin açılması projenin sanki bitmiş olduğu havasını yaratıyor fakat aslında daha çok fazla iş var. Argos Yapı, Uçhisar'ın çevre düzenlemesi, Kapadokya bölgesinde başka önemli restorasyonların devam etmesi, yeraltı şehirleri ve açıkhava müzelerinin restorasyonu gibi uzun soluklu çok sayıda iş yapıyor olacak. Restorasyon sürecinin belki de yüzde 20'si bitti.

Dolayısıyla aslında en heyecan verici şey bence daha nitelikli ve büyük ölçekli bir yere giden projenin ortasından devam etmek, rafting gibi. Bitti diye bir şey yok, aşama aşama devam edecek. Önümüzdeki sene şaraphane açılacak, sonraki sene müzik stüdyoları açılacak gibi sürekli dinamik olan bir projenin içindeyiz. Başta bu kadar büyük çapta bir proje yapmak için yola çıkmamıştık, daha mütevazi bir projeydi. 3 milyon Dolar'lık küçük bir yatırımdan 10 milyon Dolar'lık daha büyük bir yatırıma döndü. Muhtemelen bu böyle katlanarak büyüyecek.

Argos in Cappadocia

ÖDÇ: Projenin ilk yılları nasıl geçti? Neler yaptınız?

GI: Projeye başlarken ilk yılımız planlama, akıl yürütme ve akıllı insanlarla konuşarak fikir almakla geçti. Sağduyusuna, bilgi birikimine inandığım insanlarla biraraya geldim. Tavit Köletavitoğlu'nun katkısı büyük oldu. Köye birlikte gittik, geldik. Bütün hayallerimi onunla paylaştım. Turgut Cansever'in büyük katkısı oldu. Yapı nedir? Kent nedir? gibi önemli sorulara cevap bulmamıza yardımcı oldu.

Köyde kanalizasyon sorunu vardı ve her şey vadiye akıyordu. Elektrik ve su altyapısı çok kötüydü. Yollar aynı şekilde düzenli değildi. Geçen sürede su ve kanalizasyon sistemi sıfırdan ele alındı; yolların büyük bölümü tamamlandı; evler restore edildi.

ÖDÇ: O bölgenin ileride değer kazanıp sadece köye yabancı ve elit bir sınıfa hitap etmesi gibi endişeniz var mı?

GI: Bu biraz karmaşık bir şey. Aslında köyün zaten elit bir yer olması gerekirdi ancak bunu köylülerin yapması gerekirdi. Yani köylüler de evlerini dönüştürüp kendi sosyal hayatlarını zenginleştirebilmelilerdi. Çünkü öyle bir kapasite var. Köylülerin turizmden çok ciddi paralar kazanması mümkün, şimdi kazanmaya da başladılar. Kapadokya bölgesinde organik tarımdan büyük miktarda paralar elde edilebilir. Yüz yıldır ekilmemiş, dikilmemiş, ilaç görmemiş bir alan.

Ben sadece otel olan projelerin gerçekleşmemesini sağlamak istedim. Çünkü o zaman sadece turistlerin gelip gittiği, yaşamayan bir alan ortaya çıkıyor. Her yerin otel olmasını engelleyecek şekilde gayrienkul satın alma yaptım. Köyün bir çok yerinde konutlar var artık. Köylülerin de İstanbullu, Ankaralı insanların da evleri var. Fransa'dan, İtalya'dan, Almanya'dan gelip köyde 12 ay yaşayan yabancıların da...Dolayısıyla bu proje temelinde, bir taraftan kentsel dönüşüm gibi hem gayrimenkul değerinin yükseldiği ama bununla beraber akıllı insanların ev almasının sağlandığı, köylülere de evlerini terk etmesinler diye destek olduğumuz bir proje.

Bir takım kriterler koydum, evinde oturan köylülerin hiçbirinin evini satın almadım. Köylünün köyden ayrılması kötü bir şey. Şimdi köylüler bize gelip evlerini satmak istiyor. Neden diye sorduğumuzda evlerinde ihtiyaç duydukları şeyleri söylüyorlar, kendilerine göre yeni bir ev yapmak istediklerini söylüyorlar. Biz de Argos Yapı olarak gidip onlara evlerinin tadilatında yardımcı oluyoruz. Onarım ve bakım yapıyoruz, malzeme veriyoruz. Böylelikle köylülerin bir bölümüne köyü sevdirdik. Köyden gidip geri dönenler de oldu.

Tabii şöyle bir iktisadi gerçek var. Her şehrin bir takım cazibe alanları zaman içinde konut alanı olmaktan çıkıp başka türlü bir şeye dönüşüyor. O dengeyi kurmak çok zor. O denge sadece yukarıdan müdahale ile korunmuyor, bunun sosyoekonomik paradigmaları var. Amsterdam bu dengenin kurulması açısından iyi bir örnek. Burada lüks bir otelin yanında ev, onun yanında bir restoran, altında kötü bir bar bulunabilir. Bunların hepsi içi içe. Muhtemelen kendi doğası içinde olmuş bir şey bu ama iyi bir çözüm. Bunun tersi örnekler de var, tamamen turizm kenti olmuş ve insanların oradan kaçtığı örnekler de var.

Uçhisar ölçeğinde de bölgenin oteller bölgesi olma riski var. Ama turizm açısından bakıldığında Uçhisar, Bodrum, Kaş, Kalkan gibi 4 aylık  turizm sezonu olan yerlerin tersine 12 ay insanların gidip geldiği bir yer. Böyle olunca köylüler hem kendi evlerinde oturup, altlarına bir dükkan açıp tüm yıl boyunca normal hayatlarını sürdürebiliyorlar.

Konakların temizlenmesi sürecinde yer altı şehrine ulaşılmış. İstinat duvarı yıkılınca tarihi manastır bulunmuş.

ÖDÇ: Geliştirme projeniz sayesinde gerçekleşen gayrimenkul değer artışları oldukça dikkat çekici...

GI: 10 sene önce gayrimenkul değerlerinde artış yaşanmaya başladı. Metrekare fiyatları 200 Dolar'dan 1000 Dolar düzeylerine geldi. Bu miktar iki yıl içerisinde muhtemelen ikiye katlanacak. Buradaki zorluk, köyde hala evi olan köylülerin evlerini bu rakamlara satmak istemeleri. Çünkü restorasyon çok pahalı bir şey. Böyle bir ekonomi olmadığı için o evleri satıp oradan çıkmak gibi bir istekleri var. Bu, gayrimenkul döngüsündeki problemlerden bir tanesi. Halbuki finansal destek sağlayabilecek programların içinde olabilseler bu döngüyü sağlamak mümkün. Düşünün bir kere Galata - Tünel tarafında binalar kaç kez el değiştirmiştir? Muhtemelen 5 kere el değiştirmiştir. 10 sene önce orada herhangi bir binayı 100 bin Dolar'a alabiliyordun, şimdi 4 - 5 milyon Dolar'a satın alınıyor. Bu fiyat 100 milyon Dolar'a kadar çıkacak.

Kentler dönüşüyor, alışveriş merkezleri oluşuyor, turizm alanları oluşuyor ve orada gayrimenkul de sürekli el değiştirerek dönüşüyor. Bu da engellenebilir bir şey değil. Yerin gayrimenkul değerinin artıyor olması aslında iyi bir şey. Ama burada problem sosyal hayatın tamamen değişiyor olması. Bu değişimi gösteren en çarpıcı örneklerden birisi Paris'tir. Ben Paris'e ilk kez 30 sene önce gittim. Bugüne kadar 6-7 kere ziyaretlerim oldu. Şunu söyleyebilirim ki 30 sene önce Paris Paris'ti. Parisli insanlarla yan yana otururdun, sohbet ederdin. Oysa ki şimdi Parisliler yok. Saint-Germain'de bir kafede birkaç Fransız görüyorsun. 45 milyon turistin geldiği şehirde artık sosyal hayatı yeterince yaşayamıyorsun. Paris bence o nedenle çok kötü durumda. Tersi örnekler de var. Barselona mesela çok iyi gelişti ve Barselona'daki İspanyolların sosyal hayatı aynen devam ediyor.

Buradan tekrar Kapadokya'ya geri dönersek gayrimenkul gelişimi ve turizm daha yeni başladı diyebiliriz. Turizmin geliştiği yerlerde merkezde durup etrafınıza baktığınız zaman aşağı yukarı 500 tane lüks oda görürsünüz. Kapadokya'da toplamda henüz bu kadar oda yok.

ÖDÇ: Sizin çıkış noktanız ve motivasyonunuzun diğer gayrimenkul geliştiricilerinden farklı olduğu açık. Siz bu farklılığı nasıl açıklarsınız?

GI: Gayrimenkul şirketlerinin belli amaçları var, gayrimenkul geliştirip para kazanmak istiyorlar. Gayrimenkulle ilgili her şeyi biliyorlar, nerede ne yapmak lazım gibi ve elbette finans güçleri var. İstisnai şeyler de yapıyorlar. Mesela Fi-yapı'nın Kalem Adası'nı alıp orada bir şey yapması istisnadır. Burada yaratıcı bir zeka sözkonusu. Şimdilerde karma kullanımlı yatırımlara girmeye başladık. Ama aslında benim yaptığım şey gayrimenkul anlamında çok daha doğru olduğunu düşünüyorum. Hem çok nitelikli bir yapı stoğu oluşturuyorsunuz, tüm gayrimenkul geliştiriciler çok nitelikli gayrimenkul geliştirmeyi kafaya takmazlar. Bununla birlikte çevresel, ekolojik etkileri de düşünüyorsunuz. Yani oranın sosyokültürel hayatına katkınız oluyor, üretim modellerine katkınız oluyor, çevresine katkınız oluyor. Bunun bir sonucu olarak para da kazanıyorsunuz.

Burada o kadar ciddi bir katma değer oluşuyor ki 3 kuruşa yaptığınız yatırımlar yükselmeye başlıyor. Buna bütünlüklü bir gayrimenkul geliştirme olarak bakmak lazım. Ama eğer gayrimenkul işinde büyürseniz bu kadar küçük işlere giremezsiniz, oraya konsantre olmanız çok zor. Mesela Zorlu ve Ağaoğlu'nun böyle bir şey yapması mümkün değil. Çünkü çok büyük yatırımlarla uğraşıyorlar. Küçükten başlayıp büyüyenler butik işleri zaten görmek istemiyorlar. Onların amacı zaten büyük karlarla iş yapmak. Dolayısıyla bu bizim ülkemizdeki boşluklardan bir tanesi.

Londra, 1800'lerin ortasında korkunç bir şehirdi. Fareler sokakta geziyor, insanlar hastalıktan ölüyordu. Yani kentlerin bir düşme ve yükselme evreleri oluyor. İstanbul şimdi toparlanma sürecinde. Tarihi İstanbul'u, Boğaz hattını düşünürsek, İstanbul'a ilk geldiğim zaman tüm yalılar yerlebirdi. Şimdilerde ülke zenginleştikçe, burjuvası oluştukça adam edilmeye başlandı. Aynı şey Kapadokya için de geçerli. Kapadokya'nın en büyük şansı unutulmuş olması. Kaş, Kalkan ve Kuşadası'nın başına geleni bizzat gördüm. Oralarda trajediler var. Birkaç tane çok çirkin otel binası dışında Kapadokya'da böyle bir trajedi yok. Kapadokya aslında yıpranıyor ama çirkinleşmiyor. Dolayısıyla bunu düzeltmek, toparlamak şu anda mümkün. Yakın zamanda Sabancıların Ayışığı Manastırı'nı aldıklarını okudum. Yani yavaş yavaş bu incelikleri görüp iyi bir iş çıkarmaya odaklanılıyor, ekonomik kazanç ikinci planda bırakılıyor.

ÖDÇ: Önümüzdeki dönemde hangi alt projelere odaklanacaksınız?

GI: Geçtiğimiz gün dünyanın en başarılı ilk 100 ve ilk 50 restoranı açıklandı. Türkiye'den hiçbir restoran yok. Biz dünyanın en iyi mutfağına sahibiz fakat dünyanın ilk 100 restoranı içerisinde bir tane bile Türk restoranı yok. Uçhisar'da kendi meyve, sebze bahçelerimizi kuruyoruz, kendi şaraplarımızı üretiyoruz. Altyapı hazır ve onun üzerinde sağlam çalışıp iyice odaklanmamız gerekiyor. Çünkü bu işler titizlikle oluyor. Amacımız 2014 listelerine girmek.

Bunun yanında büyük bir işe kalkışıyoruz. Uçhisar Kalesi'ni de içine alan Cevizlibağ diye bir yer var. Bu alanın çevre düzenlemesi ve restorasyonu projesine soyunduk. Koruma Kurulu, Belediye ve Valilik ile birlikte gerçekleşecek bir çalışma. Yatırım ve gayrimenkul açısından önemli bir proje fakat daha ziyade restorasyon, çevre koruma açısından değerli. Türkiye'de bu ölçekte bir proje şu anda yok. Mesela İshak Paşa Sarayı'nın restorasyonu, Sümela Manastırı'nın restorasyonu sadece bina ölçeğinde projeler. Bizim yapacağımız proje ise tüm bir bölgenin dönüşümünü içeriyor. Şimdi bunun üzerinde çalışıyoruz, iyi de gidiyor. İlk sunumlarımızı yaptık, Vali de çok beğendi.

Diğer büyük projemiz de, otelimizin önünde, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın tahsisini verdiği büyük peribacasının müze olması üzerine. Jeolojik etüdünü bitirdik, statik raporunu aldık, rölevelerini çıkardık. Şimdilerde fikir projesi üzerinde çalışıyoruz. Koruma Kurulu fikir projesini onaylayınca bunun çalışmasına başlayacağız. Türkiye'de hatta dünyada böyle bir müze yok.

"Kalburüstü müzisyenleri ağırlama fırsatımız oldu. Sosyokültürel birikimi artırmak için kardeşim Mercan Dede ile stüdyo kuruyoruz. Dünya çapında müzisyenler gelip, burada 1 ay kalarak kayıtlarını yapabilecekler."

ÖDÇ: Aynı anda farklı uzmanlık gerektiren konularda girişimci olmak zor değil mi?

GI: Bence bunun bilgiyle alakası yok. Her yerde mimarlık eğitimi alan var ama ben onlardan daha fazla mimarlık biliyorum. Bunu övünmek için söylemiyorum, nedeni çok basit. 15 yıldır günde 24 saat mimarlıkla iç içeyim. Eğitim demek bence bu anlama geliyor. Bağ kurayım dedim ama kendi kafama göre yapmadım, pek çok destek aldım.

Üniversitede sana gelen öğretmen eğitim veriyor, burada ise en iyi öğretmeni kendin seçiyorsun. Tuğrul Şavkay, Reşit Soley, Mehmet Yalçın'la konuşuyorsun. Aslında hayatın içinde bütün bu hocalar duruyor bir yerlerde. Dolayısıyla öğrendiğin zaman bütün bunları yanyana çok iyi biçimde götürebiliyorsun.

ÖDÇ: Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

GI: Ailemle zaman geçirdiğim günleri saymazsak günümü aşağı yukarı 16 saat çalışarak geçiriyorum. 6 saat uyurum. İşim gereği sık sık seyahat ediyorum, inanılmaz bir sosyal çevrem var. Otelimize gelen Nicolas Cage ile barbekü yapıyorum. Aslında paranın kazandırabileceği zevklerin hepsi orada var. Dolayısıyla bu yaşam şekli olarak da çok akıllı ve hoş bir şey.

Onun yanında kendi bağlarımızı kuruyoruz sıkıldığım zaman çapa yapıyorum. Köpeklerim var. Çalışmaya böyle bakıldığında gayet güzel. Akşam 8-9 gibi evime gidiyorum, saçma sapan televizyon programlarını izleyeceğime bilgisayarımı açıp yeni ürün olarak ne dikeceğimi araştırıyorum. Bir akşam getirttiğim üzümden yapılmış tüm şarapları tadıyorum. Bu da bir çalışma ama çok zevkli.

ÖDÇ: Titiz ve detaycı bir yapınız olduğunu söylüyorsunuz. Sizinle birlikte çalışanlar, sizi bir patron veya yönetici olarak nasıl tanımlar?

GI: Süreçlerimiz çok demokratiktir, sorumluluk ve yetki veririm, sonuçlarını sorarım, işlerine karışmam. Ama günlük olarak mail yoluyla çok iyi takip ederim. Benimle çalışmak zevklidir, öyle diyorlar. Çünkü ben öğrendiğim gibi öğretiyorum da. Çok kolay biri değilim tabii çünkü titizlik zorlayıcı bir şeydir, orta kalitede bir sonuçla yetinmeme halleri, daha iyisini isteme gibi. Sürekli hedef koyarım. 15 yıllık hedeflerim şimdiden hazır.

Genel olarak arkadaşların söyleyeceği şey demokratik olduğumdur. Aynı zamanda kurumsal bir kültürümüz var. Ben bir taraftan motive eden bir taraftan da hesap soran bir patronum.

Söyleşi Arşivi
Dönem içinde gerçekleştirilen söyleşilerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz söyleşiyi listeden seçiniz.