Sevgili hocam,
ITU Mim. 4. snf ogrencisiyim,
Size sorum bir ogretim elemanı gozuyle, mimarlık okulları ogrencilerini
profesyonel hayata yeterince hazırlayabiliyorlar mı? konusu...
Bir diğer sorum ise "hafta sonu felsefecisi" olarak degerlendirdiğiniz(yanlıs
hatırlamıyorsam) mimar tipi nedir? ne değildir?
Saygılarımla,
Gokhan ONDEM
Sevgili Gökhan,
Hayır hazırlayamıyor. Bunu mezunlarımızı istihdam eden mimar-işverenler söyleyip duruyor. Ama diploma projelerinin çoğu da bu konuda ipuçları veriyor. Ayrıca benim "Mongeri'nin Komşuları I"de eğitime getirdiğim temel bir eleştiri var.
Gerçi mimarlık bilgisi yalnızca okulda öğrenilebilecek bir şey değildir. Tamamlanabilecek bir şey de değildir. Yaşam boyu sürer. Ancak dört yıllık eğitim sonunda uygulama yetkisi veren uygar bir ülke yok.
Ayrıca lisans eğitiminin kısa tutulup, onun yüksek lisans ile desteklenmesini (4+2 veya 3+2) ben hiç onaylamıyorum. Kendi iç bütünlüğü olan 5 yıllık bir lisans eğitimi gerekiyor. Bir de tabii, Türkiye koşullarına dayanan bir eğitim modeli uygulanmalı.
İkinci soruya gelince, "hafta sonu felsefecisi" deyimiyle, felsefeyi sistematik olmayan bir ikinci ilgi alanı olarak, bir hobi gibi öğrenme çabasında olanların durumu dile getirilmek isteniyor. Felsefeye ilgi duymak iyi bir şey, ama böyle parçalı bir bilgi birikimiyle yanlış yapma olasılığı yüksek.
"...Türkiye mimarlığında
bilginin yaşamla ilişkisinde bir sorun bulunduğunu düşündüren gözlemler
vardır. Yaşamın içindeki deneyim bilgiye dönüşememekte, bilgi yaşamla sınanmamakta,
yaşam tarafından doğrulanmasa da varlığını sürdürmektedir."
Bu yorumunuzdan yola cikarak mimarligin sosyal bir sorumlulugu oldugu yorumunu
yapabilir miyiz? Boyle bir mimarlik-toplum iliskisini modernist proje sonrasi
mimarliginda nereye koyabiliriz?
Boyle bir iliskide hayat bilgisinin, mimarlik objesine donusmesi sureci
Eisenman'in 'the end of the classical, the end of the begining, the end of the
end' makalesinde ele aldigi representation problemine ornek teskil etmez mi?
Hayat bilgisinin edinilmesi gozlemcinin ideolojik suzgeciyle bicimlendigi olcude
mimarligi aslinda bir anlamda felsefeye yakinlastirmaz mi ve herhangi bir
ideolojinin mimarligin miti haline gelmesi mutlak dogruya yonelmek gibi bir
sorun yaratmaz mi? son olarak felsefe-mimarlik iliskisi baglaminda kisisel ve
rastlantisal deneyimden elde edilen bilgi dogasi geregi mimarlik teorilerinin
sonu mudur ve boyle sonsuz elamanli bir deneyim bilgisi kumesi hakikaten
ozgurlestirici midir yoksa bu gerilla savasi global hiyerarsi icinde bireyin
caresiz durumunu ifadesinden ote bir girisim degil midir?
tesekkurler,
eren
tesekkurler,
Evet, mimarlığın toplumsal bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. "Modernist proje sonrası" dediğiniz şey yine bir projedir. Modern olandan farkı asosyal olması. Mimarlık buna direnmenin yollarını aramak zorundadır. Varlığının meşruiyeti bence buna bağlı.
Yaşam içindeki deneyim temsil edilecek bir şey değildir. "Felsefe Mimarın Ne İşine Yarar?" içinde onun dilin öncesinde konumlandığı söylendi. Bu nedenle zaten temsil edilmesi mümkün değil. O bir sınama aracı. Ancak belirlenmiş ölçütleri yok. Deneyim mimarlık objesinin nasıl olması gerektiğini söyleyemez. Olsa olsa onda bir sorun bulunduğunu farkedebilir. Deneyimi önemseyen bir mimarlığın, Eisenman'ın önerdiğine benzer bir biçimde başlangıcı, sonu ve hedefe yönelmişliği yoktur, mutlak doğru arayışı da. Fakat Eisenman'ın fazla akıl-merkezli metin-mimarlığından farkı, yine de keyfi olmamasıdır.
Felsefe ideolojiden arınmış değildir, ama ideoloji denilince felsefenin akla gelmesini anlamam mümkün değil. Tam tersine, felsefe ideolojinin kendini en rahatsız hissedeceği yerdir her halde. İdeolojisiz bir boşluk yoktur. Zaten sorun ideolojide değil, onun inandırıcı olma zahmetine katlanmadan egemen bir söylem içinde yuvalanmasındadır (örneğin vaktiyle ve Türkiye'de hala modernist, şimdi küreselci söylemde olduğuı gibi).
Deneyimin fazla muğlak bilgisi mimarlık kuramlarının sonu değil. Yukarıda söylendiği gibi o sınama aracıdır. Kuramı sınar. Onun sonsuz elemanlı olduğunu da düşünmüyorum doğrusu. Sadece kendisi olan, temsil etmeyen mimarlık yoluyla da bir iletişim kurabiliyorsak eğer, deneyim ne fazla kişisel ve raslantısal ne de sonsuz elemanlı olabilir.
Son olarak, global hiyerarşi içinde çaresiz olmak, onun seçeneksiz olduğunu düşünmektir.
ben mimarlik tarihi egitimi
ile ilgili iki soru sormak istiyorum:
1. Su an Turkiye'de bu alanda yuksek lisans ve doktora egitimini birlikte veren
baslica kursunun yoneticisiniz, ders iceriklerine bakildiginda gecen yillardan
farkli ilginc degisimler goze carpiyor. Sanat tarihi ve mimarlik kurami arasinda
mimarlik tarihi disiplinin sinirlarini sizce neler belirler?
2. Belki bir tek Turkiye'de gecerliligi olan selcuklucu, osmanlici, modernci
ayrimini nasil karsiliyorsunuz? insanlar diyelim osmanli donemi uzerine iki
yillik yuksek lisans egitimi aldiktan sonra 4 yillik mimarlik egitimini rafa
kaldirip kendilerini yalnizca bu konuda uzman ilan ediyorlar, boyle yapay
ayrimlar sizce anlamli mi? Cunku sizin profilinize baktigimda cok yonlu ve pek
cok doneme yogunlasmis bir uzmanliginiz oldugunu goruyorum.
1. Yüksek lisans ve doktora eğitimini birlikte veren başka mimarlık tarihi kürsüleri de var. Sizin hiyerarşik sıralamanıza pek aklım yatmadı. Umarım programımızdaki değişimler gerçekten ilginçtir. Ancak bu değişimde benim bir katkım yok, olması da mümkün değil.
Tarihin tüm insanbilimlerinde olduğu gibi, mimarlık bilgi alanında da çok temel bir işlevi var. Aslında mimarlığın uygulamaya ve içinde bulunulan zamana ait bir uğraş olmasına karşın, ona ait bilgi tarihin içinden geçerek edinilmek zorunda. Yani, çelişkili gibi görünse de, mimarlıkta tarih bilgisi yeni bir şey üretebilmenin koşulu. Bu nedenle mimarlık tarihçisinin, mimarlık fakülteleri içinde bir işlev taşımak istiyorsa, kendi araştırmasını ve eğitim çalışmasını bu perspektif içinde görmesi iyi olur.
2. Bu sorunun yanıtı galiba
birinci yanıt içinde bulunuyor. Ancak eklemek istediğim bir şey var: Mimarlık
tarihçisinin tüm diğer bilimlerde de olduğu gibi iki farklı yaklaşımını
da önemsiyorum:
a. Daraltılmış bir alanda uzmanlaşma. Bu alanda somut bilgi üretimine katkıda
bulunma.
b. Mimarlığa ilişkin bir bakış açısını, farklı dönemler ve nesnelerin
yorumlanmasında kullanma.
Birincide ufuk daralması, ikincide ise nesnel verilerden kopma sorunu ortaya çıkabilir.
Merhaba Hocam,
Sizce, Cumhuriyet dönemindeki mimarlık üretimini etkileyen faktörler
-kubizm(!), "modern movement", "asrileşme çabaları"- günümüz
mimarlığını tetikleyen faktörlerden temelde ne kadar farklı? Çağdaş Türk
mimarlığını besleyen unsurlar radikal değişikliğe uğradılar mı geçen
80 yıl boyunca? Şu an Türk mimarlığını sürükleyen ortak bir tutku var mı
sizce?
Teşekkürler...
Sevgili Ömer,
"Kübizm" ve "modern hareket"i "asrileşme çabaları"ndan ayırmak gerekiyor. İlk ikisi daha çok biçimsel ifadeyle, üçüncüsü onların ardındaki ideolojik içerikle ilişkili. İçinde bulunulan zamanın ifadesi olan biçimler kullanarak zamanın ruhunu görünür kılma çabası, sözkonusu biçimleri üreten Batı'da da var. Ancak Türkiye o biçimleri alırken, ideolojisine ek yüklemeler de yaptı. Batılıya batılılığı onun araçlarıyla kanıtlama çabası da eklendi buna. Bu sonuncu ve milliyetçi ek sanıyorum oldukça değişmedi. Hatta asrileşmenin salt biçimsel algılanışına getirilen eleştiri azaldı bile. Bu eleştirinin azalması galiba sözünü ettiğin tutkuyu da azalttı.
Selamlar.
Merhaba Hocam,
Size sormak istediğim aslında mimarlık tarihi yüksek lisans programıyla
ilgili.
1- Türkiye'de yüksek lisans olarak "Mimarlık Eleştirisi" okumak
isteyen bir öğrenciyi; hangi okula/kürsüye/kişiye yönlendirirsiniz?
Türkiye'deki mimarlık fakültelerinde böyle bir program olmaması sizce de önemli
bir eksik değil midir? Bu eksiklik nasıl giderilebilir?
2- 'Mimarlık Tarihi', hem yüksek lisans eğitimi olarak hem de kuramsal açıdan;
ne dereceye kadar 'Mimarlık Eleştirisi' ile paraleldir; hangi noktalarda ayrışır
ya da ters düşer?
Merhaba Uçurtma,
Eleştiri konusu, hatta herhangi bir konu, paket program olmasın daha iyi. Bir
ad bulup içini doldurma işi her zaman sorunlu, formelleşiyor, boşluklar
yapay derslerle dolduruluyor. Onun için kendi programını kendin yap. Ayrıca
zaten eleştiri programla öğrenilebilir mi ki? Kendine ait bir bakış açısı
gerektiriyor. Bunu da sana kimse öğretemez.
Okul veya kişi adı veremem. Sen kendine yakın birini seç. Ama kürsü
olarak, Mimarlık Tarihi’ni önerebilirim. Kuramsal alt yapı oluşturmak için
en uygun yer mimarlık tarihi. Tarih öğrenimi için gereken disiplin,
sistematik bir kuramsal alt yapı oluşturmak için uygun bir destek olabilir.
Yanlış anlaşılmak istemem. Tasarımda kuram çalışması yapılmaz
demiyorum. Yine de mimarlık tarihinin tarafsız ve telaşsız ortamı soluklu
bir kuram çalışması için uygun.
Tafuri “Eleştiri yok, sadece tarih var” demişti. Bence her türlü mimarlık
eleştirisinin başlangıç noktası, nesneyi tarihin içinde konumlandırmak
ile başlamalı. Bu, eleştirinin tarihsel bilgiçlikle donatılması anlamına
gelmez tabii. Tıpkı bir 19. yüzyıl romanı gibi, tarihsel fon doğru oluşturulmazsa,
bireysel öykü havada kalır. Hiç tarihsel konumdan söz etmese bile, 19. yüzyıl
romanına o yoğun atmosferi veren, yine de tarihin belirli bir noktasında
bulunma duygusuna ilişkin kimi dolaylı verilerdir.
Merhaba hocam,
İki sorum olacak size, şimdiden teşekkürler:
Mekan yaratabilme becerisinin "tarihi" bilmekle bağlantısını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İstanbul'un mimarlık tarihine baktığımızda, yurdışında hala
"D'aranco'ların" yapıtlarıyla, Aya Sofya ile anılan bir şehir
olması, günümüz mimarisinin başarısızlığından mı ileri geliyor yoksa
kendini yeterince ifade edememesinden mi?
Merhaba Zeplin,
Sorular hep havai cisimlerden geliyor!
1. Ratty’ye verdiğim yanıtta çok kısa anlatmaya çalıştığım gibi,
tasarımın yolu tarihsel örneklerin deneyimlenmesinden geçiyor. Hele mekan
gibi salt deneyimin muğlak bilgisine dayanan bir şeye, ancak daha önceki
mekanları deneyimleyerek yaklaşma olanağı dışında bir yol bilmiyorum. Ve
tabi kendinizi modernist dışlama veya seçicilikten kurtararak. Mekanın
eskisi yenisi olmaz çünkü.
2. İstanbul’daki yakın tarihli yapıların yurtdışında yeterince tanınmaması,
bence öncelikle kent bütününün zavallı hali ile ilgili. İstanbul,
mimarların kente ilgisinin minumun olduğu bir kent. Mimarlar tabula rasa’nın
üstüne yerleştirilen tekil objelerle yetindiği sürece yaptıkları herşey
boşa gidecek gibi geliyor bana.
Merhaba Hocam!
Mimarlık yayıncılığıyla ilgili olarak yurt dışında yüksek lisans için
önerebileceğiniz bir üniversite var mı? Mimarlık tarihi ya da mimarlık eleştirmenliği
olabilir ama programın tam olarak nasıl bir adı olmalı? Araştırma yaparken
nasıl bakmak gerekiyor? Onu tam olarak bilemiyorum. Hollanda ya da İtalya
olarak düşünmüştüm ama sizin farklı bir tavsiyeniz olabilir mi?
Teşekkür ederim.
Merhaba marquise,
Ne yazık ki mimarlık yayıncılığı eğitimi üzerine hiçbir bilgim yok.
Selamlar.
Merhaba Hocam,
Bir İTÜ'lü olarak benim sormak istediğim mimarlık tarihi kürsüsünün fakülte
içinde kendini konumlandırışı üzerine. Mimarlık eğitiminin proje tabanlı
olup diğer branş ve kürsülerin "tasarlama" eğitimini tamamlayıcı
bir rol üstlenmesi zaten işin temelinde yatıyor. Ancak bu diğer kürsülerin
kendilerini tamamen geri çekmelerini gerktirmemeli bence. Öğrenci gözüyle
bakıldığında, İTÜ'de mimarlık tarihi kürsüsünün kendisini bilinçli
olarak geri çektiğini görüyorum ne yazık ki. Bunun sebebini sorabileceğim
en doğru kişinin siz olduğunu düşünüyorum. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Ayrıca yine aynı kürsünün üreticiliğini neden dışarıya yansıtmadığını
merak ediyorum. Dolayısıyla (eminim ki üretim süreci içe kapalı olsa da
devam ediyordur?!) biz dışarıdan neler olup bittiğinin farkında değiliz.
Bizi bu konuda da aydınlatırsanız çok sevinirim.
Çok önem verdiğim ve ilgi duyduğum mimarlık tarihinin kürsü olarak daha dışa
açık ve aktif olması dileklerimle,
Başarılar diliyorum.
Merhaba,
İçten uyarıların için çok teşekkürler. Haklısın, mimarlık tarihi
tasarım disiplini ile ilişkisini geliştirmeli. Bunun olmaması biraz kürsü
üzerindeki yük ile ilgili (Çok az sayıda eleman, birçok zorunlu lisans
dersi ve iki yüksek lisans programı, iki doktora programı). Ama daha çok da
insanların kendilerini tasarımdan soyutlamaları veya mimarlık tarihine bakış
açıları ile ilgili. Tasarım ile bir ilişkiyi arzulayan öğretim üyeleri
de, bir süre sonra genel talebe yetişemez oluyorlar. Çünkü talebi paylaşacak
fazla gönüllü veya uygun öğretim üyesi yok.
Mimarlık tarihinin dışarıdan görünen yüzü yanında, görülmeyen bir yüzü olduğuda doğru. Mimarlık tarihi disiplinini öğrenmek ve araştırma yapmak oldukça yoğun zaman istiyor. Dışa açılma, biraz da anabilim dalımızdaki öğretim üyelerinin kişilikleri ile ilgili. Yazılanlar elbette yayımlanıyor. Bu açıdan, okumak isteyen zaten onları bulabilir.
Merhaba Günkut Bey,
Türkiye'de çağdaş mimarlığın önündeki tıkanmanın açılacağı
konusuna iyimser olmalı mıyız?
İyi Diyaloglar...
Merhaba Zeynep Hanım,
Teşekkürler, evet, böyle bir umudum olmasa hiçbir şey yazmazdım. Son yazımın
“Mongeri’nin Komşuları 1” ilk satırları
yeni ufuklara açılmaktan söz ediyor. Ama gerçekten Türkiye Modernizmi’ne
biraz eleştirel, uzak bir açı ile bakmak, yetmiş yıllık söylemi sürdürmekten
vazgeçmek gerekiyor önce. Özellikle gençlerin ağzından yaşlı kuşağın
söylemini duymak beni çok rahatsız ediyor.
benim sorum mimarlik tarihi kursulerinin kemiklesmis yapisiyla ilgili, bir kere kadro cok zor turuyor ve sanki babadan ogula gecen bir sistem soz konusu. yoksa mimarlik tarihi bir grup tekelinde olmaya mahkum, gunluk yasama dokunamayan skolastik seckinler ugrasisi mi? sizin yazilarinizi okudugumda oyle olmadigini dusunmek istiyorum.
Eleştirilerin çok haklı. Ama bu kemikleşmiş yapıyı değiştirmek çok ama çok zor. Üniversite toplumunu anlamak için Norbert Elias’ın saray toplumu üzerine yazdıklarını okumak gerek.