Ömer Kanıpak

Kaya Bey merhaba,

Nasılsınız? Herkesin sormak isteyeceği soruyu ben önceden sorayım dedim.

Adana'da mimarlık yapmak: Sizce artıları eksileri nelerdir? Tüm meslektaşlarınız neredeyse İstanbul ve İzmir'de üretim yaparken siz neden Adana'yı tercih ediyorsunuz?

İkinci bir sorum daha var: Türkiye'de kentlerin kimlikleri gitgide birbirine benzerken mimarların pozisyonu ne olmalı sizce? Kent ölçeğinde müdahale şansı bulunmayan mimarın bina ölçeğinde manevra kabiliyeti olabilir mi sizce?

Teşekkürler...

Kaya Arıkoğlu

Adana'da mimarlık?

Diyalog'a biraz erken ısınmam için Figen Karaman'ın kibar yazısı ve Ömer Kanıpak'ın sorusu için teşekkür ederim.

Adana'ya dönme kararımı, mimari dışında, biraz duygusal sebeblerle verdiğimi itiraf etmeliyim.

Adana'da mimari yapmanın avantajlarına bu diyalog için yazdığım önsözde biraz değindim. Adana mimari ortamının negatifleri çok uzun bir liste oluşturabilir ama, aralarındaki en üzücüsü Adana'da mimariye talep olmaması.

Türkiye'de hızlı yapılaşan diğer kentler gibi Adana'nın kimliksiz olduğu tartışılmaz. Tarihi taş köprü, Sabancı Cami ve Hilton Oteli kentin yaşanan bütününe kimlik veremez.
Adana kentinin kimliği olabilmesi için gereken doğru kararlar ve kısıtlamalar imar planında mevcut değil veya yanlış verilmiş.
Kent içindeki yoğunluk çok yüksek ve kat sınırlaması yok. Parsel ve sokak planlanması topografiye uymuyor ve düz alanda bile dikdörtgen parsel tercih edilmemiş. Bu liste çok uzuyabilir, ama neticede mevcut planlama ile Adana'nın ortak kentsel bir kimliğe kavuşması imkansız. Sadece altyapı yapılması ile karışık ve düzensiz bir üst yapıyla bir kent kimliği oluşamaz.

Adana kentsel tasarımını yapmadan imar planı hazırlamış ve mimarlara fazla "manevra kabiliyeti" vermiş. Kentin en güzel semtleri 1930'larda Jansen tarafından mimarca tasarlanmış ama uygulanan o rasyonal örnek tekrarlanmamış.

Her türlü insan yapıtı tasarlanınca daha bir nitelik kazanır. Önceden tasarlanmıyan bir kent gelişi güzel yapılaşırsa şans eseri nitelikli olabilirmi? Tasarlanmış kent planlarının uygulanması için gereken kuralları imar planı verebilir ama tasarımın yerini tutamaz.

Adana kent karmaşasında benim şahsi mimarimin, uzun vadede, bir kalıcı değeri olamaz diye düşünüyorum. Meslekdaşım Figen'e tekrar teşekkür ederim ama benimki sadece "çabalama kaptan" oluyor galiba.


Figen Karaman

Merhabalar Kaya Bey,

Bir mimardan önce bir Adanalı olarak size, Adana'ya kazandırdığınız nitelikli yapılardan dolayı teşekkür etmek istedim. Daha yaşanılabilir bir çevre oluşturma ve bir dönem Adana'da varolan değerleri, güzellikleri koruyabilmek adına gösterdiğiniz çaba için sağolun! İyi ki Adana'dasınız!


bkaptanoğlu

Amerika - Türkiye - Adana

Sayın Kaya Bey,

Öncelikle çalışmalarınızdan dolayı sizi tebrik etmek istiyorum. Sorularım özetle şöyle:

1) Amerika' da ve Türkiye' de mimarlık yapmak, sizce bu iki kavram arasındaki avantajlar ve dezavantajlar nelerdir? Bu soru ile bağlantılı olarak Türkiye' de yeni bir mimari büro açmış genç bir mimarın iş alabilmesi ile Amerika' da yeni açılan bir mimari ofisin iş alabilmesi açısından durum ne boyutlardadır?, aradaki farklar ve/veya benzerlikleri kısaca nasıl özetleyebilirsiniz?

2) Sizce dünya mimarlık literatürüne ve ustalarının arasına girebilmek için, bir mimarın Türkiye' de Adana' da - İstanbul' da - Ankara' da veya Anadolu' nun başka bir şehrinde görev alması bir dezavantaj mıdır?

3) Türkiye' de ortaya konan eserlerin giderek birbirlerinin veya yabancı örneklerin taklitleri olması durumuna siz katılıyor musunuz? Eğer katılıyorsanız bu durumun sebepleri neler olabilir? Ya da bu durumu değiştirebilmek için mimarların neler yapmaları gerekmektedir?

Çalışmalarınızın ve başarılarınızın devamını dilerim.

Kaya Arıkoğlu

Sayın bkaptanoğlu,

Sorularınız için teşekkür ediyorum.

1. Türkiyedeki mimari mesleğinin şartlarını hepimiz az çok tanıdığımız için ben size Amerikada tipik genç bir mimar mesleğine nasıl girer ve nasıl müşteri bulur onu genel olarak anlatmaya çalışacağım. Türkiye ile olan farklar hakkında siz karar verin.
- ABD 'de yeni mezun mimar bağımsız çalşabilmesi için eyalet yetki belgesi gerekir. Belgeyi alması için yetkili bir mimar yanında asgari 3 yıl staj tamamlayıp, 5 gün süren mesleki imtahanı geçmesi gerekir. İmtahan zor olduğu için genelde bu süreç en az 5 yıl sürebilir.
- Dolayısiyle, ABD'de genç mimar genelde büyük bir şirkette çalışmaya başlar ve zamanla, yetenekliyse ortaklığa doğru yükselebilir.
- Genç mimar sabırsızsa, eyalet yetkisini alır almaz bir kaç elemanla birlikte ve bazı müşteri bağlantılarını alarak şirketten ayrılır ve kendi bürosunu kurar.
- Genç mimar küçük başlarsa küçük kalabilir. İş merkezi yaptırmak istiyen müşteri banyo ve mutfak tadilatı yapan bir mimara asla gelmiyebilir. Amerikada bir evvel yapılan proje daha sonrakiler için gereken referanstır.
- Genç mimar akadamisyen olmayı tercih edebilir ve bunun yanında bir büroda kurabilir. Akademisyen mimar yarışmalarla bir isim yaparak müşteri bulabilir ve bürosunu genişletebilir.
- Genç mimar kendisi kadar yetenekli olmıyan ama aile iş bağlantıları mükemmel olan ve müşteri cazibesi olan bir mimar meslekdaşıyla ortaklık kurabilir.
- En kolayı kurulmuş bir düzen ve müşteri portfoliyosu genç mimara aileden miras kalmasıdır. Yeteneği varsa mevcut düzeni genişletebilir ve seviyesini yükseltebilir.

Belkide ABD ölçek olarak bizden çok farklı ama genelde benzer tarafları var. Yanlız, Amerikada mesleki sorumluluklar çok ciddi boyutlarda olduğu için orada genç mimarların mezuniyet sonrası kolayca büro açabilmeleri neredeyse imkansız.

2. Mimari ortamınız dünya ekonomik merkezlerinden (yani para olduğu yerlerden) uzaklaşdıkça iletişim merkezlerinle olan bağlarınızda o kadar zayıflıyor. İstanbul'da bir mimarın dünya çapında olması nekadar zorsa, Adana'daki imkanlar, tabiki, dahada zor.
Batı mimarları kendi aralarında iyi bir diyalog kurmuşlar ve geniş çapta paslaşabiliyorlar. Türkiye bir çok sebebten dolayı bunun dışında kalmış. Türk mimarları dünya çapında olmaları için önce yurdumuzdaki mimari kalite seviyesinin gelişmesi ve yükselmesi gerekiyor. Kendi aramızda rahatça diyalog kurabilmemiz ve kritiğe sınırsız açık olabilmemiz bu işin ön şartı.

3. Herhalde, çağdaş mimari çağdaş yaşamla direkt bağlamlı. Mimari toplumun aynasıdır derler. Türkiyede müşteri ve kullanıcı kültür seviyesi özgün bir mimari'yi talep etmiyorsa mimarın mücadelesi çok zorlaşıyor. Her türlü üretim için Batı modeli tek örnek teşekkül ediyorsa, onlar gibi yaşamak ve onlar gibi olmak tek isteğimizse, yaratıcılığa gerek kalmıyor. Yaratıcılığa önem vermiyeceksek, herzaman için onları iki adım geriden takip etmeye mecburuz.
Örneği onlarda olmıyan cami mimarisinde bile 500 yıl evvelki modellere takılıp kalmışız ve busefer mimarimizle kendi geçmişimizi kopyalıyoruz. Halbuki, o ölçekte ve mimari anlamda kimbilir çağdaş neler yaratabiliriz. Kentsel tasarım ölçeğinde Batı'yı Batı'dan daha acımasızca uyguluyoruz ve artık Batı'da bile rasyonelliğini yitirmiş modelleri kopyalamaya devam ediyoruz.

Galiba, özgün olmak istiyorsak kendimizi biraz tanıyıp kabul etmemiz gerekiyor. Bize handikaplar gibi görünen tüm takıntılarımız değişik bir kafa yapısıyla avantaj'a dönüşebilir. Türkiyede mimarimizin çağdaş ve özgün olması toplumumuzun kendine olan inancı destekliyebilir.
Sakın beni yanlış anlamayın. Milli bir mimari üslubu yaratma taraftarı değilim.
Sadece çağdaş mimarimizin şu andaki sosyal yapımızla uyum içinde olmasını ve bizler için en kaliteli yaşam ortamını yaratabilmesini arzu ediyorum.

Belkide beklediğinizden fazla uzun ve detaylı bir cevap oldu
kusuruma bakmayın.


Gozde Erdogan

Degerli Hocam,

Size mezuniyetimden 4 yil sonra hala boyle hitap etmekle gurur duyuyorum. Cunku ben, sizin " okulunuz "da hala bir ogrenciyim ve umuyorum ki bu hep boyle devam edecek. Benimle birlikte bu hisleri paylasan pek cok arkadasim oldugunu biliyorum; bizimle sadece mimari goruslerinizi degil yasam felsefenizi de paylastiginiz icin, bu forum ortamini bize hergun sizinle birebir yakalama firsatini verdiginiz icin, bir Adana'li olarak, Adana'ya kazandirdiklariniz icin sonsuz tesekkurler...

Sayin Kaptanoglu'nun sorusuna istinaden degindiginiz genc mimarin Turkiye-Amerika kosullarinin kiyaslanmasi ile ilgili bir sorum olacak. Anladigim kadariyla Turkiye'de ofis acma sartlari genc mimar icin kisa vadede avantaj gibi gorunurken uzun vadede dezavantaja donusuyor. Bu avantajin ileride handikapa donusmemesi icin genc mimarin nasil bir yol izlemesini onerirdiniz?

Tesekkurler...

Kaya Arıkoğlu

Mimarlık Mesleğinin Süreci

Sevgili Gözde,

Kullandığın "Hocam" hitabı için bende sana teşekkür ederim.

Ben hocalık yaparken bile kendimi bir öğrenci olarak algılamışımdır. Mimarlık eğitimimin sürekli devam etmesini arzu ediyorum. Bu senin sorduğun soruyla yakından ilgili.

Turkiyede genç bir mimar mezuniyet sonrası kolayca bir laptop bilgisayar ve telefon bağlantısıyla mesleğine başlıyabilir.
Böyle başlamanın handikapı normal mimarlık eğitim sürecinin kesintiye uğramasıdır.
Dünyanın en iyi okulları bile bir mimara ancak tasarım prensiplerini verebilirler. Tek başına büro açan genç mimar tatbikat problemleriyle henüz tanıştığı için, onların önemini fazla abartıp, mimari prensiplerden gereksiz fedakarlıklar yapabilir.
Olgun bir büro ortamındaki bilgi paylaşımı ve desteği olmadığı için, ancak kendi tecrübesinle ilerlemeye mecbur kalır. Halbuki mezuniyet sonrasındaki uzun staj dönemi mimari eğitimin en önemli parçasıdır. Staj döneminde genç mimar: ana prensiplerinden feragat vermeden nasıl tatbikat yapabilir'i öğrenir.

Olgun bir mimar, orta deneyimli mimarlar ve yeni genç mimarlardan oluşan bir mimari atölye eğitimin devam etmesi için ideal bir ortamdır. Olgun Mimar tecrübelerini paylaşır, orta yaşlı gurubun pratik bilgileri vardır ve genç mimarların'da sınırsız enerjileri ve okuldan aldıkları taze prensip ve ideal leri vardır. Bu üç yaş gurubu birbirlerine saygıyla beraber çalışırsa işte ozaman kıvılcımlar patlar ve yaratıcı tasarımlar çıkabilir.

Türkiyedeki mimari eğitim süreçi içinde stajın mecburi olmaması büyük bir eksik. Mimari deney tecrübeyle geliştiğine göre her genç mimarın sıfır tecrübeyle mimarlığa başlamaması gerekir.
Şayet kaliteli bir ortam bulup satj yapma imkanı yoksa, genç mimarın kendisini eğitmesi lazım. Bunu yapmak kendi kendiyle konuşmak gibi çok zor bir mesele.

Dolayısiyle sevgili Gözde staj'a devam. Eminimki ileride bayrağı kapıp koşmaya devam edeceksin.

Sevgiler,


blur

Merhaba Kaya Bey,

İlk olarak içtenlikle yazdığınız önsöz için teşekkürler.

Tartışma genelde Adana üzerinden devam ediyor.
Ben de ilk sorumu o eksende sormak istiyorum: Eğer geçtiğimiz 10 yıl boyunca Adana'da değil de İstanbul'da olsaydınız bugün farklı bir yerde olur muydunuz?

Mimar bir aileden geliyor olmanın katkılarını sıkça görüyor musunuz?


Bir soru da kendim için sormak istiyorum: Yazınızda Jansen'in Adana planından bahsediyorsunuz. Bu Jansen, Ankara'yı planlayan Jansen mi?



Çalışmalarınızda başarılarınızın devamını diliyorum.

Kaya Arıkoğlu

Sayın blur,

Geçirdiğim 10 yıl Adana yerine İstanbul'da olsaydı tabiki bugün daha farklı yerde olurdum. Ama benim için İstanbul ortamının daha verimli olabileceğinden emin değilim. Adana'da yakın bir aile ortamı ve dostlarım olduğu için çok mutluyum. Ben 70'ler kuşağı olarak bir mimarın en iyi ürününü kendi insanı için kendi arka bahçesinde verebileceğine inanıyorum.

Mimari bir aileden geliyorum ama annem ve babamdan bana kurulmuş bir mimari büro miras kalmadı. Onların tüm değerli katkılarını beynimde taşıyorum ve bana bıraktıkları değerli kütüphane için onlara teşekkür ediyorum.

Adana ve Ankara planlarını ustaca hazırlıyan Jansen aynı şahıslar. Kentsel tasarım planlarını 1930'larda yapmış ve hala iki kente'de biraz nitelik veren kararlar onun verdikleri. Ne yazıkki onun verdiği doğru kararları takdir edememişiz.

Saygılar,


serdalerturk

Merhabalar Kaya Bey

Sizinle yeni bir ortamda tekrar karşılaştığım için çok mutlu oldum.Emeklerinizden ve bize edindirdiniz tecrubelerden dolayıda teşekkür ederim.

Şehirlerimizle ilgili sorum olacak.Şehirlerimizin durumu ortada, ciddi manada kent oluşumu konusunda en büyük ölçeğinden,en küçük ölçeğine kadar hatalar yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Yeni inşaa edilen her yapıdada aynı hataları yapmaya devam ediyoruz. Sizce nerede hata yapılıyor .Şu ana kadar yapılmış olanın(nekadar büyük yanlış kararlar alınmış olsada), belirli bir düzene konulması konusunda nasıl bir öneride bulunursunuz? Nereden nasıl başlanmasını önerirsiniz?
Bu soruyu sorarken kendimede şu soruyu soruyorum,talebe karşılık çıkan sonuç bu ve çoğunluk bu tarz kentlerden yana. Bu yanlışın aslen değiştirilmesi Sizce mümkünmü?

Birde belki olabilir diye düşündüğüm, genç mimarların mimari anlamda kendilerini geliştirmeleri ,kentlerin birbirlerine benzemesi anlamında yöresel mimarinin ,mimarların kendi yörelerinde,kendi yörelerine hizmet vermesi şeklinde ,nasıl bazı sektörler değişik finans kaynakları ile devlet tarafından destekleniyorsa mimarinin ve mimarlarında desteklenmesi gerektiği inancındayım.

Teşekkürler...

Kaya Arıkoğlu

Sevgili Serdal,

En önemli konunun üzerine parmağını bastın.

Türkiyede kentler tasarlanmıyor. Kentlerimiz en alakasız kararlarla şekilleniyorlar. Güzel binalar güzel bir kent yaratmaya yeterli değil ama güzel bir kent çok güzel olmıyan, iddasız ve basit binalarla yapılabilir.
Ancak kentin tasarımı yapılırsa amaç ve hedefler belirlenebilir ve yanlış kararlar barizleşir.
Adana'nın 20 yıl sonra nasıl olmasını istiyoruz?
Bunun hayalini bile kuramıyorsak ve paylaşamıyorsak tabiki tatbik edilmesi mümkün olamaz.
İmar Planı ile birşeyler yapılıyor ama sonuç nereye gidiyor?, bütün ne olacak? Bunu bilemiyoruz.
Zaten imar planı sadece neyin yapılamıyacağını belirtiyor ama neyin yapılması gerektiğini şahıslara bırakıyor. İmar planını delerlerse toplum olarak ortak kaybımızı hayal edemiyoruz. Mevcut bir kentsel tasarım planın olmaması ortak kaybın toplumsal algılanmasını engelliyor.

Bu durumda neler yapılabilir?
- Nekadar geçte olsa, kentsel tasarım planı imar planından önce yapılmalıdır.
- Kent içinde mevcut yoğunluk korunabilir ve hatta düşürülebilir.
- Yeni banliyö kentler ve onların merkezleri tasarlanabilir.
- Kent merkezleri kültürel merkezler olarak canlandırılabilir.
- Mevcut bina stoku ve altyapı tamir edilir ve değerlendirilir.
- Tüm cadde ve sokaklarda ciddi yeşillendirme yapılabilir.
- Mevcut binalardaki tüm teller, reklamlar, klimalar temizlenebilir.
(Örnek Şişli Belediyesi)
- Kent merkezlerindeki hakimiyet yaya trafiğine bırakılabilir ve toplu taşıma sistemi bunu destekler.
- Etc., Etc.,,,,

Önemli olan kentlerimizi tekrar sevip, saymamız ve artık onları benimsememiz. Yapacak çok şey var ama aramızdaki kent düşmanlarıda mücadele vereceklerinden eminim.

Mimarların kendi yörelerine dönüp çalışmalarına gelince. Sevgili Serdal nerelerdesin? Buraya dönersen İstanbul'un kaybı bizim kazancımız olur. Bunu yapmak için nasıl bir destek beklediğini anlıyamadım.

Başarılar Dilerim,


uçurtma

Sayın Kaya Arıkoğlu,

Türkiye'de İstanbul, Ankara, İzmir gibi çok daha canlı ancak bunun yanısıra daha kapalı bir çevre içinde dönen mimarlık ortamlarında bulunmak yerine Adana'yı tercih etmeniz sonucunda, bu kendi içine dönük ve belirli isimlere takılmış kapalı çevreyi dışarıdan gözlemlediğinizi ve daha objektif olarak bu ortamın kritiğini yapabildiğinizi düşünüyorum.

Dışarıdan ve objektif bakıldığında, Türkiye'nin mimarlık gündeminde olan/gündeme getirilmiş olan tartışmaları, değerleri, kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ortamın dışında kalmak kuşkusuz bir tercih. Sizce bu tercihin avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Diyalog'da ve mimarlık üretiminizde başarılar diliyorum.

Kaya Arıkoğlu

Sayın uçurtma, ve Sayın mer

Haklısınız ben Adana'da hem İstanbul ortamının dışındayım hemde Amerika ortamından uzuk kaldım. Adana'da çok sınırlı ama değerli bir ortamın içindeyim. Bunada şükür ediyorum.

İçinde olduğum halde Türkiyedeki mimari ortama dışardan bakınca üzülüyorum. Herkes konuşmak istiyor ama diğerini dinlemek istemiyor. Mimarimiz kritik edilince hemen alınıyoruz. Mimarimizde neyi, niçin yaptığımızın izahatı vermeyi yaklaşmıyoruz. Türkiye çapında "star"lar "ben yaptım, oldu" ile yetiniyorlar. Mimarinin bireysel olmasının tarftarıyım ama bir mimar kendi özgün bireysel yaklaşımını izah edebilmeli. Mimari yapının kendi içinde tutarlı olabilmesi için bu gerekir.

Bence esas ortak problemiz Türkiyede bireysel mimarinin olmaması değil.
Türkiye'de mimari ortamın bütünsel olarak seviyesi yükselmedikçe yaşam kalitemizi etkiliyemiyecek. Kentlerimiz yaşanmaz olursa, mimarlık harikası bir kule ofis binasının kent merkezine inşa edilmesi neyi değiştirebilirki?
Kentlerimizin bütününü mimarlarımızın "mimarca" tasarlamaları gerekiyor.
Türkiyedeki mimarların'da bu mesuliyeti almaları gerekiyor. Mimarlar yapmaslarsa planlamacılar parselleri çizmeye devam edecekler.

İstanbul ortamının dışında kalmam bana daha az katılarak daha çok düşünebilme fırsatını tanıyor. Belki yaşım artık bunu gerektiriyor.

Saygılarımla,


F.Yorgancıoğlu

I first met Kaya in 1967, 36 years ago, in Baltimore, Maryland in the United States. We were two seventeen year olds, just waking up to an anti-establishment youth movement that was to change the world. We both wanted to study Architecture and ended up, together, at the University of Maryland School of Architecture near Washington, D.C.

The School of Architecture was a newly established department then, having only one graduating class in front of us. Charles W.Moore was the main driving force.Both the teaching staff and the student body were made of energetic groups of radical hippies as well as good doses of local conservatives. The school was definitely not in the Ivy League where then current theories of architecture were being battled out. Kaya and managed to be amony the best in our class.

Kaya wanted to expand his visions of Urban Design and Architecture at CORNELL Graduate School. He wanted to work with then widely influential urbanist and historian Colin Rowe. The school was more focused on formal aspects of architecture and urban design in the Modern Classic sense. Form was the organising element in teachings, and the philosophy was “form centered”. I followed Charles Moore to YALE and worked with vincent Scully, the historian, and architects like James Stirling and Hans Hollein.The approach at YALE was more pluralistic and inclusive. The philosophy was more experiential and “human centered”.
Even though Kaya and I were coming from two seemingly different teachings, our search, always, was for the delights of space experienced in time.We studied with prominent architectural and urban form givers of their times.

Kaya’s underlying interset and approach in his art has been the 1920’s modern thought and the International Style. In his work, form, function, expression of inner functions on the exterior of the structure, honest expression of structure, honesty in form and the use of materials, economy and minimum waste, and professional edict are paramount. In urban situations, existing forces and conditions guide his artistic sensibilities while sculpting form and space.Kaya has a more regimented and less tolerant character than I do which make him more frustrated with disfunctioning and unsympathetic surroundings especially when it comes to artistic creativity. I have a tendency to be more flexible and accepting.I think of myself more as a “mid-wife”where I start a creative process and then let it develop by perceived nature rather than by force or superimposed will.

Kaya and I, however, have been quite compatible and complimentary in many ways, because of our tradition of respect for each other’s logic and approach. We always had room for our common as well as disparate views in our discourse. One’s capability always complimented and completed the other’s strenght and vice versa. Our winning competition entry for “The Revitalisation of the City of Samarkand” in Uzbekistan is a very good example of this collaborative process. My work is malleable and leisurely. I do not think of a “Faruk”style per se. For me, every project has its own life. There is definitely a “Kaya”style. I know it when I see it. Such difference in approach to creativity also comes from upbringing. Kaya’s father, İlhan Arıkoğlu, was an engineer as well as an architect. He was a stern man. His mother, Nezahat Arıkoğlu, was an architect. He was a stern man. His mother, Nezahat Arıkoğlu, was an architect trained in the traditions of Istanbul Academy of Fine Arts when the German influence of modernity was at its highest. Fine Arts when the German influence of modernity was at its highest. Kaya’s temperament is more formal and more wilful. He is not afraid of drawing determined, impressionable but very sensitive lines on paper. My temperament is softer, more amenable. Surrounding forces act more directly on what I do. My contextualism is more complex and has a lot bends. My father, also, was at the İstanbul Academy of Fine Arts, drawing and sculpting. He never finished his studies at the Academy due to serious differences between his and his most beloved professor’s approaches to life. He later became a furniture designer and contractor. My mother is a costume designer with much flair. I grew up on my father’s shoulder watching his painterly charcoal and pastel strokes on his planchette. While Kaya’s mother was a painter also, Kaya grew up watching his parants in a relatively modern architectural environment discussing 1920’s Modernism.

We are both artists with somewhat differing sensibilities, approaches and statements, but we come from a common dual-cultured experience of the human mind and body within the everyday spaces that we create. Our works are not sensational and do not seek stardom. Both our works are thought of within a long thern approach; and it is the actual built object or environment that we seek, not just its graphic representation on paper. Graphic representation is a means to us and not an end. We both believe that our hands’ agility and their connections to our mind’s eyes can rarely be matched by computer technology. The “feel of the hand”is different for us. As urban designers, we do not believe in superimposing a totally foreign idea, concept, form, or a way of life onto an existing, living environment or organism’s nature, history, organic growth and its deep meaning and try and give it support to sustain and develop its growth in the healthiest way possible.
Kaya has been living and practising his art in Turkey for some time now where certain priorities have been quite different than the ones he had originally set out for himself. Logic works differently in Turkey; planning is short term, not long term. Quick results and gains and especially the need for showing of them are more prevalent than the needs for long term sustainable growth and gains built upon sound foundations. Kaya’s source of frustration and difficulty in an environment such as in Turkey is the scarcity of such sustainable, healthy, living urban environments or organisms to be working within since most of what existed until as late as the 1950’s have been wiped out in very large measures or have been superimposed on in every form and manner possible. There is little left to work with in urban conditions to strengthen, make healthier, pleasing and livable. Gentrification of what is left is still to come.

The concept of three dimensional urban design in public domain is practically non-existent in Turkey. Socioeconomic forces push most substantial development projects to the outskirts of urban centers; so for most architects, artists,developers, and well-to-do lay people, “escape” to walled-in private domain becomes the norm. Everyday life for the public remains largely in ill-planned, incomprehensible, chaotic environments. Bulldozing flat and creating something new and different for the market place is supported by poor, deficient policies and planning practices in Turkey as in many other developing countries. Billboards take over literally as well as in the shape of buildings. Oceans of nondescript virtual wastelands of supposed urban growth and urban life leave very little room for the concerns of higher levels of humanity, let alone any concerns for “high art”. What good there of limited quantities in established urban centers slowly give way to commercial pressures, and what is being built new generally make no sense vis-a-vis any formal continuum and have no comprehension as a whole except as one very fast growing “wasteland”.

So, what is an architect or an urban designer to do? In image conscious market driven professional, political and corporate environments where early 20th Century’s bankrupt Corbusiean “tower in the park” planning concept is still the prevailing philosophical thought, there is no chance of “reweaving the broken fabric” as part of public policy. Examples of “Fabric” are seen only in isolated private domains mostly to feed the hunger for nostalgia. The effort is usually stopped at the “secerity wall or fence” smack on the private property line and outside the wall still continues to be the inevitable garbage dump that is owned by no one and cared for by no one.

Such is the main source of frustration for Kaya, the urban designer, where the continuum in the urban fabric, in the time and space relationships, in the everyday experience of delight for the human mind and body are non existent except in the yet untouched urban centers or in the open landscapes where the human hand and its indiscriminate visual, atmospheric and noise generating interventions have not yet been able to reach. Lack of supporting public policy, existing central government sponsored uninformed official planning and architectural practices, public funding focused more on planning for commercial vehicles and automobiles rather than pedestrians, etc. push the able architect to side with remain in isolated private enclaves.

Another source of frustration for Kaya, now the architect practising in modern Turkey, is the scarcity of a healthy critical environment for positive, nurturing creative support. Such support is so far down the list of priorities among professionals that any appreciation for the artist’s effort for high art is quickly lost to the dark realities of common everyday life and struggle for survival.

It is curious that after a 36 year stint in the United States, I am geographic locations, and the discourse continues.

Kaya Arıkoğlu


pulp

Sayın Kaya Arıkoğlu,

Mimar bir anne ve mühendis bir babaya sahip olma ve onlarla birlikte çalışma olanağına sahip olan bir mimar olarak böyle bir aile ve iş ortamının şu anki çalışmalarınızdaki etkileri nelerdir?

Teşekkür ederim.

Kaya Arıkoğlu

Sayın pulp,

Müsade ederseniz bir küçük düzeltme yapmak istiyorum.

Babam İlhan Arıkoğlu ITÜ inşaat mezunuydu ama hayat boyu mimarlık yaptı. Adana'da onun tasarladığı yapıların değerini ancak şimdi anlıyabiliyorum.
Annem Nezahat (Sügüder)Arıkoğlu'da çok yetenekli bir mimardı. Mesleklerinde ikisi birbirlerini tamamladılar ve yemek ortasındaki o ateşli münakaşalarında bende çok şeyler kaptığıma eminim.

Onlardan öğrenmeye gelince. Genç bir mimar olarak ben onlardan tamamiyle başka bir ortamdaydım ve kendimi ispat etmek sevdasıyla onlardan bilgi almak için yeterince uğraşamadım.
İkisinide kayıp ettikten sonra bunun değerini daha iyi anlıyorum.

Ayrıca, sebebini bende izah edemiyeceğim, ailemin yarı nüfusu mimardır. Benim dayım, halam, 6 adet kuzenim hepsi mimarlar.
Büyükbabam Damar Arıkoğlu villa yaptırmak için ne yapsın? Ailenin dışına gitmiş ve yeni mezun bir mimar bulmuş. O durumda başka ne yapılabilirdi?

Saygılar,


idil

Sayın Kaya Arıkoğlu,

Ben size Türkiye'deki kentsel tasarım yarışmaları ile ilgili görüşünüzü sormak istiyorum.

Kentsel tasarım yarışmalarında kanımca her zaman gerçekçi bir tavır izlenmemekte. Sizce bu ölçekteki yarışmalar sadece bir beyin egzersizi midir yoksa gerçekten o kenti geliştirme kaygıları taşımalı mıdır?

Kaya Arıkoğlu

Sayın İdil,

Size teşekkür ediyorum. Sanki sorunuzla kafamdaki düşünceleri okumuş gibisiniz.

Hakikaten, Bizimde katıldığımız veya katılmadığımız kentsel tasarım konkurlarında ödül alan projelere bakınca bende onların ölçeğini anlamakta zorlanıyorum. Onları "beyin egzersizi" olarak siz adlandırıyorsunuz. Ben onları "basic design" garfik egzersizi olarak adlandırabilirim.

Güncel mimaride "deconstructive" kayan veya uçan formlar moda ise bu iki buyutlu geometrik, garfik oyunlar kentsel tasarımın ölçeğinde geçerlimi?
Kentsel tasarım kenti mimarca tasarlamalıdır ama binalardaki planlama mantığı o ölçekte çalışmaz. Başarılı bir mimar çok başarısız bir kent tasarımcısı olabilir. Le Corbursier bunun en iyi örneğiydi. Kentlere bireysel yüksek yapılar yerleştirerek müdahele etmek istemesi tamamiyle yanlış bir tavırdı ve bunun faturasını hala ödüyoruz. Bizde dahil.

Kent tasarımı "dolu"'yu ve "boş"'u tasarlıyarak oluşur. "Dolu" kentin dokusudur ve "boş" kentin mekanlarıdır. Dolaşım sistemi kentin iskeletini oluşturur. Tanımlı ve ölçekli mekanlar ve sokaklar kente kimlik kazandırır. Kent parselleri nekadar rasyonal ve doğaya uyumlu yerleştirilirse mimari problemler okadar azalır.

Jansen'in Ankara ve Adana planlarına bakınız. Ne kadar basit ve nekadar iddasız olduklarına şaşırırsınız.
Washington D.C. kent tasarımını inceleyin. Rasyonal bir ızgara yapılmış ve önemli noktalar çapraz caddelerle birbirlerine bağlanmış. Bu planı bir iskelet veya raf sistemi gibi düşünürsek bu sistem her türlü yapılaşmaya demokratik olarak müsade edebiliyor. Zamanında klasik yapılar yapılmış şimdi "deconstructive" bir binada aynı parsel üzerinde yer alıp kent görünümüne zenginlik katıyor.

İstanbul'a gelince. Kentin okadar kuvvetli doğal karakteri varki, neredeyse çirkin bir kent yaratmak imkansız, eğer ölçeği kaçırmazsanız. Ama bir kent "omlet" gibi nekadar büyük olabilirki? İstanbul'un bir noktada sınırlarını tanımlayıp çevresine uydu kentlerin tasarlanması gerekirdi. Bunlar sadece banliyö olup kent içine girip çıkan trafiğin hacmini artırırlarsa, işte ozaman problemin içinden çıkılması zorlaşır.

Türkiyede sınırlı imkanlara sahibiz. Kent tasarımı gerçekçi olması için ekonomik olarak uygulunabilir olması gerekir.

İzmir Limanı yarışmasındaki teklifimizde yeni bir kent dokusu oluşturduk. Yani küçük ölçekli parseller üzerine bireysel binaların yapılanması daha az ön yatırımla ek kaynak yaratabilir ve kendini finans eder diye düşündük. Deniz kıyısını (Boğaz'da olduğu gibi) kısmen özel mülkiyet olarak yapılaştırdık kısmen kamuya açık park yaptık. Neticede mevcut Alsancak'daki çok kullanımlı kentsel dokunun devamını önerdik. Jurinin tercihi tam tersiydi.
Geniş yeşil alanların üzeride yüksek katlı mimari harikası kuleleri uygun gördüler. İzmir bu ölçekte iddalı bir kent tasarımını uygulıyabilse bile bu bizim yaşam tercihimizmi?

Galiba Avrupa Birliğine katılabilmek için kendimize eziyet ediyoruz.
"Bakın bizde kuleleri diktik. Bizde artık çağdaşız" diyebilmemiz o kadar önemlimi?

Park içinde kuleler yapmanın rasyonelliğini artık Amerika bile kabul etmiyor. Ne yazikki biz giderken onlar geliyorlar.

Bu düşünceler sorunuzu yanıtlıyabildimi?

Saygılar,


mer

Sayın Kaya Arıkoğlu,

Amerika'dan Türkiye döndüğünüzde mimari açıdan beklediğiniz gibi bir ortamla karşılaşabildiniz mi?

Teşekkürler.

Kaya Arıkoğlu

Sayın uçurtma, ve Sayın mer

Haklısınız ben Adana'da hem İstanbul ortamının dışındayım hemde Amerika ortamından uzuk kaldım. Adana'da çok sınırlı ama değerli bir ortamın içindeyim. Bunada şükür ediyorum.

İçinde olduğum halde Türkiyedeki mimari ortama dışardan bakınca üzülüyorum. Herkes konuşmak istiyor ama diğerini dinlemek istemiyor. Mimarimiz kritik edilince hemen alınıyoruz. Mimarimizde neyi, niçin yaptığımızın izahatı vermeyi yaklaşmıyoruz. Türkiye çapında "star"lar "ben yaptım, oldu" ile yetiniyorlar. Mimarinin bireysel olmasının tarftarıyım ama bir mimar kendi özgün bireysel yaklaşımını izah edebilmeli. Mimari yapının kendi içinde tutarlı olabilmesi için bu gerekir.

Bence esas ortak problemiz Türkiyede bireysel mimarinin olmaması değil.
Türkiye'de mimari ortamın bütünsel olarak seviyesi yükselmedikçe yaşam kalitemizi etkiliyemiyecek. Kentlerimiz yaşanmaz olursa, mimarlık harikası bir kule ofis binasının kent merkezine inşa edilmesi neyi değiştirebilirki?
Kentlerimizin bütününü mimarlarımızın "mimarca" tasarlamaları gerekiyor.
Türkiyedeki mimarların'da bu mesuliyeti almaları gerekiyor. Mimarlar yapmaslarsa planlamacılar parselleri çizmeye devam edecekler.

İstanbul ortamının dışında kalmam bana daha az katılarak daha çok düşünebilme fırsatını tanıyor. Belki yaşım artık bunu gerektiriyor.

Saygılarımla,


muge d. karakus

biraz kisisel bir soru...

ben 95 itu mezunuyum.orencilik yillarimda adanada yazlari staj yaptim ve mimarlik konusunda ciddi soru isaretlerim oldu.butce nedeni ile oyle tasarim yapmak gibi bir acik uc yerine kaliplarla kisitli kaldim.istanbulda mezun olduktan sonra 6 yil kadar mesleki kariyerimi surdurdum ve careyi dc de mimarligi denemek uzere kacista buldum.su anda nispeten mutluyum.ama sorun bu 6-7 yillik deneyim suresince kalemin gucunu kaybetmeye bilgisayar bagimlisi olmaya basliyosunuz.tasarim imkanlari oldugu halde detay calisirken buluyosunuz kendinizi.burda ozellikle catholic veya maryland da master yapma planim var.bu universitelerdeki tecrubelerinizi goz onune alarak ... kalemimin akicigiligini ve ufukumu tekrar kazanmak icin ...hangi bolumu tavsiye edersiniz.

adanada ki calismalarinizda basarilar dilerim.(ne kadar ozlesemde donmek bana hala bir alternatif olarak gorunmuyor.)

Kaya Arıkoğlu

Sayın Mugde Karakus,

Boylece Diyalogu'un sonuna geldik sanırım.

ITU mimari alt yapınızın iyi olduğundan eminim.
D.C. çalışmaya başladıysanız buda bir başarı sayılır.
Master yapma kararınızıda çok olumlu buluyorum.

Ben zamanında Catholic Universite ve Maryland Universite de hocalık yaptım . İkiside kaliteli okullardır.
Benim tercihim University of Maryland olurdu, çünki orada gayet kaiteli bir kentsel tasarım kadrosu mevcutdur. Sizinde kentsel tasarım konusunda master yapmanızı öneririm.
Bir mimar "yüksek" ünvanını alacaksa herhalde mimarinin yanında kenti oluşumunu tanıması gerekir.

Ben hep şaşırmışımdır, Türkiyede Master tezi bir yapı malzemesinin analizi üzerine yapılabiliyor. Halbuki, "Master" üstat demek olduğuna göre mimar bu ünvanı kazanmak için ölçeğini büyütmesi gerekir. Kentsel tasarım master programı bunun raconudur. İleride kent tasarlamaya fırsat bulmasanız bile o ölçekte rahat çalışmayı öğrenmek size mimar olarak derinlik ve esneklik kazandıracaktır.

Fırsatınız olursa Maryland'de kentsel tasarım konusunda
Prof. Mathew Bell ile görüşün.
Ayrıca oradaki Prof William Bechhoefer'de Türkiye ve Türklerin hayranıdır ve sizinle görüşmeyi severek kabul edecektir.

Başarılar Dilerim,