Almanya'da mimarlik okuyan
bir ögrenciyim ve insallah seneye bitirip Türkiye'ye dönecegim. Insanlar dönecegimi
ögrenince,
su andaki kapagi disari atma modasindan midir nedir, cok sasiriyorlar ve
moralimi bozuyorlar.
Bir dergide "Avusturya'da mutsuz olurdum iyi ki döndüm" demistiniz.
Bu dönüs kararinizda size cevrenizin ve ailenizin Türkiye'de sunabildigi
altyapi ve imkanlarin payi ne? Biraz bu acidan hayat tecrübenizi bize
anlatabilirmisiniz?
Basarilar...
Sualiniz daha çok yurtdışında
kalıp kalmama ile ilgili. Bu çok kişisel bir tercih. Şahsım ile ilgili
olarak çevre ve ailemin Türkiye’de bana sunduğu olanaklar yurtdışından
biraz daha fazla idi. Kanımca önemli olan size en uygun doğru yolu tartıp seçmeniz.
Başarılar dilerim.
mimarlık ve mimarlık ödülleri
Merhaba!
Viyana Güzel Sanatlar Akademisi'nin Prof. Baravalle ve Avusturya Mimarlar
Cemiyeti'nin Josef Frank ödüllerini size vermelerinin ardından yaklaşık
yirmi yıl sonra Türkiye'den 5. Ulusal Mimarlık Sergisi'nde iki ödül -birden
ama epey gecikerek- almış olmanız sizce nedendir? (Her ne kadar uzun araştırmalar
yaptıysam da, Viyana'da almış olduğunuz ödüllerin kapsamını ya da size
ne vesile ile verildiğini öğrenmek için, herhangi bir şey bulamadım
maalesef. Yine de buradan formüle etmeye devam ediyorum, izninizle.) Anlaşılmamış
mıydı mimarlığınız? Ya da ürünleriniz yeterli olgunlukta değil miydi
1996'ya kadar sizce? Yoksa "iş"leriniz yeterince popüler mi olmamıştı?
Söz gelimi, 1982 yılından bir "iş" olduğunu, ARKİTERA forum hazırlık
dosyasından öğrendiğim Yeniköy'deki Üç Konutlu Yapı- kimseler tarafından
bilinmemekte miydi? - diye aklımda dizilip yola çıkan soruları toptan şöyle
yönelteyim:
Türkiye'de mimarlığın ödüllendiriliş biçimi/ biçemi hakkında neler düşünüyorsunuz?
Prof. Baravalle Ödülü diploma
tezine verilmiş bir teşvik ödülüdür. Josef Frank Ödülü ise Avusturya
Mimarlar Cemiyeti (Mimarlar Odası değil) genç mimarların yapmış olduğu
projelere verilen bir ödüldür. Her ikisini de talebeliğim sırasında yaptığım
projeler ile aldım. 1996’ya kadar beş altı farklı işim mimarlık
mecmualarında yayınlandı. Ancak çok fazla bu işin üstüne düşmediğim
bir gerçek. Yeniköy’deki Üç Konutlu Yapı Türkiye’den çok
Avusturya’da konu edildi.
Türkiye’de mimarlığın ödüllendirilişi, daha doğrusu Türkiye’deki
mimarlık ortamı ile yurtdışındaki mimarlık ortamı arasında temelde hiç
bir fark olmadığını düşünüyorum.
mortimes
quote:
Orjinal mesajı gönderen: şevki pekin
Yeniköy’deki Üç Konutlu Yapı Türkiye’den çok Avusturya’da konu
edildi.
İşte ben de tastamam bunu kastediyordum, neden Türkiye'den
çok Avusturya'da konu edildi o yapı? Ben de mimarlıktan çok anladığımdan
değil de, anlayan mı çıkmadı, yoksa birazdan okuyup yanıtlayacağınız aşağıdaki
sorulardan birinde de değinildiği gibi, "yeterince" -tabii, kime göre,
neye göre- popüler mi olmamıştı mimarlığınız?
Sizin nitelikli işleriniz neden Türkiye'de rağbet görmüyor da, adını
anmak istemeyeceğim bir dolu mimarın garabeti ile "yıkılıyor"
ortalık?
“Yeniköy’deki Üç Konutlu Yapı” Türkiye’de yayınlanmadı çünkü bunu yayınlatmak için ben bir çaba sarfetmedim. Avusturya’dan arkadaşlarım sıkça Türkiye’ye geldikleri için yapıdan haberdar oldular ve bu yapıyı tanıtmam için tekrar beni Viyana’ya davet ettiler. Burada kesinlikle ülkemizin herhangi bir eksiği söz konusu değil, sadece benim o yıllarda dergilerle hemen hemen hiç ilişkim yoktu.
diğerleri
Şevki bey,
Mimarlık dünyamızın nitelikli ürün verebilen azınlığından biri olarak
sizi hep diğerlerinden "ayrı" duran bir kimlik olarak görüyoruz.
Fazla ön plana çıkmıyor ve ve tabiri caizse "kuru gürültü" yapmıyorsunuz.
PR faaliyetiniz yok. Sessiz ve derinden ancak etkili ürünleriniz kısıtlı
bir meraklı çevre tarafından takip edilebiliyor. Oysa günümüz mimarlık dünyamızda
meslekdaşlarımızın sürekli olarak kendilerini gündemde tutmak için yoğun
bir çaba içinde oldukları gözlemleniyor. Olur olmadık sürekli yayınlarda
yer almak,sergiler açarak, kitaplar hazırlayarak dolaylı reklam faaliyetleri,
konuşmalar ve çoğu zaman mimarlık adına yapılmış görünümlü tanıtım
faaliyetleri.
İlk sorum bu faaliyetleri ve meslekdaşlarınızın bu tutumunu nasıl değerlendiridiğiniz
? "Ayrı" durmanızın bir stratejisi var mı?
İkinci olarak; Siz bunları yapmayan biri olarak kendinizi yapanlarla kıyasladığınızda
iş alma anlamında ya da işverenlere karşı sosyal güç edinimi bağlamında
bugüne değin herhangi bir eksiklikle karşılaşıp karşılaşmadığınız.
Keşke bende yapsaydım dediğiniz oldu mu? teşekkürler
Kişinin işi ile tanınmasını
ikiye ayırmak mümkün. Birinci grupta müşteriler, yani mimarlara iş veren
kişiler ve gruplar var. Kanaatimce bunlar arasında yeterince tanınıyorum.
Zaten bu sayede bugüne kadar (1974’ten beri) yılda ortalama 8-9 iş yaptım.
Bu yaklaşık irili ufaklı 250 iş eder.
Bu yukarıda bahsi geçen iş/yıl kriz yılları için geçerli değildir.
İkinci grupta mimarlar, yani mesleki ortam vardır. Bu ortam için “PR
Faaliyeti”nin gerekli olmadığını düşünüyorum. Her türlü yayın, konuşma,
sergi, kitap kişinin söyleyeceği doğru düşünceler olmasından ve işlerinden
bağımlıdır. Çevreye fikirleri yaymak için gerçekten söylenecek bir şeylerin
olması gereklidir. Kişi henüz olgunlaşmadan bu tür tanıtım faaliyetlerine
başlarsa neticenin olumlu olması kadar olumsuz olma ihtimali de vardır. Ben
1983 yılında büromla ilgili ilk yayınımı bir broşür halinde yaptım. Şimdi
bakınca yeterince olgunlaşmamış işlerin kitap haline getirilmesinin
gereksiz olduğunu düşünüyorum. Herhalde içgüdüsel olarak bu yaklaşımdan
dolayı çok fazla tanınmıyorum. Bu bir strateji veya taktik değildir. Yalnızca
kişisel değerlendirmemdir. Diğer meslektaşlarımın yaptıkları ile sürekli
gündemde kalmaları kendi kararlarıdır. Kanımca öğretici ve ilerici özelliği
olmayan işlerin gündeme gelmesi şart değildir.
“Keşke yapsaydım dediğim” anlar oldu. Ancak bu anlar çok beğendiğim
yapılara yönelikti, kesinlikle PR faaliyetine yönelik değildi.
...?
...sizce `modern`lik nedir?
geçmiş bölümlerin özeti için...
(bkz: Emre Arolat)
(bkz: Arkitera'nın G.A'ya hain saldırısı)
(bkz: Defne Koz'un cevabı)
(bkz: Doruk Pamir'in cevabı)
(bkz: Doğan Tekeli)
(bkz: Bülent Erkmen'in cevabı)
“Modern” kavramı ile çok
uzun yıllar geçirdim. İlk günlerdeki düşüncelerim (1960’ların ortası)
ile bugünkü düşüncem arasında nerdeyse hiç fark yok. Benim için
modernlik yanlızca bir düşünce şeklidir.
Takvim tarihi ile hiç bir ilişkisi yoktur. Örnek verecek olursam çok ilgimi
çekmiş olan Gelibolu’daki Azebler Namazgahı (Rönesans yılları) gördüğüm
en modern yapılardan biridir. 80’li yıllarda yapılmış pek çok yapı
modern olmanın yanına bile varamamaktadır.
Müzikten bir örnek verecek olursak, Mozart son derece moderndir, son yılların
dillerden düşmeyen pek çok pop şarkısı hiç modern değildir.
Toplumda 1900’lü yılların başında oluşmaya başlayan yeni sosyal
kavramlar ve bunların getirdiği düşünce şekilleri modernliğin temelidir.
Mimaride bu düşüncelerin forma yansıma şekli “modern” olarak nitelenmiştir.
Felsefenin temel taşlarının ortaya çıktığı asırlar ve o devirde yapılmış
pek çok yapı yine yukarıda bahsini ettiğim gibi moderndir. Piramitler, tapınaklar,
Aya Sofya, Topkapı Sarayı veya Kapalıçarşı gibi.
Özetlersek modernlik, çağı yakalayabilmiş ve hayatın anlamını sorgulayıp
kendini doğru yerlere getirebilmiş kişilerin düşünceleridir. Mimaride
modernlik bu kişilerin ortaya koyduğu eserlerdir.
Şevki Bey,
Hem Batı'da (ABD, Viyana vb) hem de Doğu'da (Bağdat) projelerini gerçekleştirmiş
bir mimar olarak Türkiye'deki mimarlık ortamında müşteri-mimar ilişkisini
ve toplumun mimarlık ürünlerine bakışını iş yaptığınız diğer ülkelerle
karşılaştırabilir misiniz?
Bir de, Bağdat'daki Büro binasını ve ABD'deki Otel ve Eğitim Merkezi
projeniz hakkında biraz daha detaylı bilgi verebilir misiniz?
Teşekkürler,
Ülkemizdeki müşteri-mimar
ilişkisi ile diğer ülkelerdeki (özellikle Batı’daki) müşteri-mimarlık
ilişkisi arasında hem çok fark var hem de hemen hemen hiç fark yok. Batılı
mimarın maddi olanaklarından dolayı toplumdaki yeri bizlere nazaran daha
kuvvetlidir. Parayı harcayan işverenlerin paralarını değerlendirme sırasında
kuvvetlerini başkasına kaptırtmama isteği, müşteri-mimar ilişkisinde
evrenseldir.
Türkiye’de genelde son yıllarda toplumun her kesiminde ortaya çıkan varlığın
ve kültürün el değiştirmesi mimarlık ortamını da çok etkilemiştir.
Yurdumuzda mimarın maddi olanakları Batılı meslektaşlarımıza göre daha kısıtlıdır.
Bundan dolayı kuvvet dengesi bozulmuş, eskiye göre kültür yerine daha fazla
maddiyata bırakmıştır.
Merhaba,
Sizce uluslararası alanda adını duyurabilmiş Türk mimar bulunmayışının
sebebi nedir?
Uluslararası alanda adını duyurabilmiş Türk mimar bulunmayışının kanımca
bir kaç sebebi var.
Öncelikle yapılan işler uluslararası alanda adını duyurabilecek ve öncü
olacak nitelikte değil. Yaptığımız işlerin pek çoğu Batı’da uygulanmış
yapıların yorumları. Diğer ülkelerde “çok iyi yorumcuların” mimari
ortamda yeri en yukarılarda değil.
70’li yıllarda Mısırlı Fathy, Iraklı Çadırcı ile birlikte Eldem’in
adı Batı’da bilinirdi. O yıllarda yöresellik uluslararası olmaktan daha
önemli idi. Bugün toplumun her kesiminde olduğu gibi mimaride de yöreselliğin
önemi oldukça azaldı. Netice olarak uluslararası düşünce ve yapılar öne
çıktı. Bu yapı tarzında Türkiye’de henüz yorumcular var.
Türkiye’de uluslararası öncü ekslikliği yanlızca mimaride değil,
toplumun hemen hemen her kesiminde var. Dolayısı ile mesleğimizi toplumun diğer
kesiminlerinden soyutlamamız mümkün olmadığına göre öncü mimar bulunmayışının
sebebi Türkiye Cumhuriyetinin gençliğinden kaynaklanmaktadır.
Ahşap Heykel Müzesi
Şevki Bey,
8. Ulusal Mimarlık Ödülleri'nde Proje Dalı "Düşler - Düşünceler"
Başarı Ödülü'nü aldığınız Değirmendere Ahşap Heykel Müzesi
projenizden bahsedebilir misiniz?
Değirmendere Ahşap Heykel Müzesi
Bu yapı Değirmendere Belediyesi’nin ve özellikle Belediye Başkanı Ertuğrul
Akalın’ın çok önemli bir işi ve başarısıdır. Depremde yıkılmış
bir şehiri ayakta tutmak için olağanüstü bir çaba sarfeden sevgili Ertuğrul,
büromuza güvendi ve çok kısıtlı olanaklarla bu projeye başladık.
Bu proje bir binadan çok Değirmendere Çınarlık Meydanı’nın düzenlenmesi
ile ilgilidir. Büromuzu yıllarca meşgul etmiş üç ana düşünce burada gerçekleştirilmiştir.
Birincisi, çok nadir haller dışında (Gelibolu Namazgahı) yapılar ancak çevresi
ile yaşayabilir. İkincisi, platform mimaride çok önemli bir unsurdur.
Projede platform ile çevreyi tanımlayıp binayı daha çok ortaya çıkartmaya
çalıştık. Üçüncü konu bu projenin İstanbul’da bir kaç büro yapısı
eskizi, projesi ve KSO Sosyal tesisinin devamı olmasıdır. Değirmendere’de
sadelik ve alışılmışın dışında bir bina tanımı üzerinde çalıştık.
Son yıllarda neredeyse moda
olan cam giydirmeyi pek kullanmıyorsunuz.
Özellikle bir kaçışmı ?
Cam giydirmeyi kullandığımız binalar oldu. Temelde tuğla, sıva gibi malzemelerin kullanılamayacağı yapıların cam ile kaplandığını biliyoruz. Fazla yüksekliği olmayan binalarda özel bir sebep olmadıkça cam kaplamanın anlamı biraz moda gibi oluyor. Galiba fazla moda düşkünlüğü yok.
merhaba,
23 nisan günü dikili de görüşmüştük hem yaptığınız bir işi sizinle
birlikte görmek oldukça iyi bir deneyimdi benim için.
1-Arredamento da ki röportajınızda Aydın Boysan'ın yanında çalışırken
Adana'dan bir arkadaşınızın apartman projesi isteğiyle iş hayatına atıldığınızdan
bahsetmişsiniz büro açma ve kendi başınıza çalışmaya başlama sürecinizi
biraz daha detaylı anlatır mısınız?herhalde çok kolay olmamıştır.
2-Yine aynı röportajda büyük büronun pek size göre olmadığından
bahsetmişsiniz buna rağmen bugüne kadar yapılmış irili ufaklı 270 e yakın
yapılmış iş var var bütün bunların altından kalkabilmek için nasıl bir
çalışma sistemi uyguluyorsunuz?
3-hep yakın çevrenizden iş aldığınızı söylüyorsunuz.Aldığınız
herhangi bir işin işverenle anlaşmazlıklar yüzünden yarıda kaldığı
oldu mu?işverenlerle iş bittikten sonra ki ilişkileriniz nasıl devam etti?ya
da hiç görüşmedikleriniz var mı?
Selam.
1.İnanılmaz zor oldu. Özellikle para işlerini bilmediğim için zaman zaman
işin içinden çıkamadım. Ancak yılmadım. Devam ettim. Para işlerini hala
öğrenemedim. Hala işin içinden çıkamıyorum. Hala yılmıyorum. Devam
ediyorum. Mimarlık kısmı çok zevkli idi.
2.Bir sürü işi bir iki kişi ile yapıyorum. Türkiye’deki ilk mimarlık yıllarımda
malzeme ve kalifiye işçilik azlığından mimariyi bütünde çözmeyi detayda
çözmeye tercih ettim. Bu düşünce tarzının gelişmesi ile projelendirme için
çok aşırı çalışana ihtiyaç yok.
3.İşveren ile ilişkilerim: Kısa boyuma rağmen yumruklaştığım işverenlerim
oldu. Bir daha hiç ayrılmamak üzere yakın dostluklar kurduğum ve sürekli görüştüğüm
işverenlerim de oldu.
Sorunun birinci kısmı Dikili ile ilgili. 2002’de biten yapının çok benzeri bir projeyi 1969’da talebe iken çizmiştim. Bu yapının temelinde ekolojik mimarlık yok. Hafiflik ve geçicilik var. Glenn Murcutt’un Priztker Ödülü’nü aldığını öğrenince hem çok şaşırdım hem de çok hoşlandım. Ekonomik olarak çok büyük şeyler ifade etmeyen çalışmaların değer görmesi “global” kültür yozlaşması içinde çok sevindirici.
Sorunun birinci kısmı Dikili ile ilgili. 2002’de biten yapının çok benzeri bir projeyi 1969’da talebe iken çizmiştim. Bu yapının temelinde ekolojik mimarlık yok. Hafiflik ve geçicilik var. Glenn Murcutt’un Priztker Ödülü’nü aldığını öğrenince hem çok şaşırdım hem de çok hoşlandım. Ekonomik olarak çok büyük şeyler ifade etmeyen çalışmaların değer görmesi “global” kültür yozlaşması içinde çok sevindirici.
Şevki Bey,
genç bir mimar olarak Şevki Pekin'in mimarlığını bugüne kadar çok iyi
tanımadığımı görerek üzüldüm. Arkitera'da yer alan çalışmalarınız
doğrultusunda mimarlığınızın profilini çok takdir ettiğimi söylemek
istiyorum. Size sormak istediğim; pek çok önde gelen mimar şuanda üniversitelerimizde
eğitim veriyor, sizin de böyle bir planınız var mı? Ya da tercih edeceğiniz
bir üniversite var mı?
İkinci sorum ise tüm çalışmalarınızı kapsayan bir web sayfanız neden
yok?
Başarılarınızın devamı dileğiyle...
İltifatınız için teşekkür ederim. Uludağ Üniversitesi’ne iki yıldır elimden geldiğince katkıda bulunuyorum. İTÜ ve ODTÜ’ye söyleşiler için gittim. İmkan olursa önümüzdeki yıl başka üniversitelerde de görev almak istiyorum.
quote:İki gruba ayırdığınız PR hedef kitlesinin "müşteriler" kısmında tanıtıma ihtiyacınız olmadığını belirtiyorsunuz.
Orjinal mesajı gönderen: şevki pekin
Kişinin işi ile tanınmasını ikiye ayırmak mümkün. Birinci grupta müşteriler, yani mimarlara iş veren kişiler ve gruplar var. Kanaatimce bunlar arasında yeterince tanınıyorum. Zaten bu sayede bugüne kadar (1974’ten beri) yılda ortalama 8-9 iş yaptım. Bu yaklaşık irili ufaklı 250 iş eder.
Müşteriler kısmında bir yanlış ifade var. Tabii ki tanıtıma ihtiyacım
var. Söylemek istediğim bunun için özel bir PR yapmadım. İşler birbirini
takip etti. Müşteriler müşterileri getirdi.
Türkiye’de mimarlık yayınları haricinde mesleğimiz ile ilgili yazı çok
az çıkıyor. Pek çok ülkenin gazete, dergi ve televizyonlarında spor veya müzik
gibi mimarlık danışman veya muhabirler var. Toplumumuzda buna ihtiyaç
duyulduğu zaman yayın ve yazılar çoğaldıkça mimarlık toplum tarafından
daha yakın takip edilecek.
Merhaba,
Sizin gibi değerli bir mimarın gerçekten henüz bir web sayfası olmaması şaşırtıcı.
İşlerinizin pek çok genç tarafından rahatça tanınıp incelenmesi açısından
veya daha çok iş imkanı açması açısından böyle bir sitenin gerekliliğine
inanmıyormusunuz?
Zeynep ve Mozart
Büromuzun çalışmalarını bu yıl yayınlamak istiyorum. Web sayfası çalışmanın önemli bir kısmı olacak.
"Mimaride etik"
konusunda ne düşünüyorsunuz?
Kendi etiğinize uygun projeler ürettiğiniz hissediliyor. Bugüne kadar gelen
bir işi anlayışınıza uymadığı için redettiğiniz oldu mu?
Etik aynen modernlik gibi çok
uzun yıllardır düşüncelerimi meşgul ediyor. Kanımca toplumdaki etik
“ahlak anlayışı” ile mimarideki etik her zaman uyuşmuyor. Pek çok kere
mimaride iyi ürün verebilmek amacı ile toplum kuralları (imar yönetmelikleri
vs) ile teknik yapı prensipleri veya gereksinimleri çiğnenmiştir.
Büromuzda da arzu ettiğimiz düzgünlükteki yapıya ulaşabilmek için bazen
kaçak zaman zaman da kurallara tam anlamı ile uymayan yapılar üretilmiştir.
Yine arzu ettiğimiz düzgünlükteki yapıya ulaşabilmek için teknik
konularda fen şartlarının dışına çıktığımız olmuştur.
Bu ve benzeri yaklaşımlardan dolayı kişinin inandığı iyi mimariyi yapmanın
yolu her zaman ahlaklı vatandaşlıktan veya iyi mühendislikten geçmiyor.
Bunun neticesinde ortaya mimarinin kendine özgü etik anlayışı ortaya çıkıyor.
Modernliğe verdiğim cevabın son paragrafında bahsedildiği gibi çağı
yakalayabilmiş hayatın anlamını sorgulayıp kendini doğru yerlere
getirebilmiş kişilerin ortaya koyduğu eserlerin oluşması için verdiği çaba,
mimari ahlakı oluşturur.
ozel sayilabilecek 2 sorum
var size:
1-turkiye'ye dondukten sonra "venedik'e giris kapisi" yarismasi
(kaybetmek icin girilmis bir yarisma) disinda hic yarismaya katilmadiginizi
biliyorum.bunun ozel bir sebebi var mi? ve acaba viyanada kaldiginiz (ozellikle
de ogrencilik) yillari sirasinda da hic yarismalara girmediniz mi?
2-arena,hipodrom,stadyum gibi tribunlu gosteri alanlarinin kentsel cevreyi
etkilemelerinde esas sorun anitsal yapilar olmalari mi? yoksa giris kapilarinin
iyi tasarlanmamis olmasi midir?
sevgiler
burcak pekin
Sevgili Burçak,
1 Yarışmalar için F.L.Wright’ın sözlerine hala inanıyorum. “Yarışmalar,
vasatların vasat projelerinin vasatlar tarafından değerlendirilmesidir”
Venedik’te proje yapmak girişimim yarışma için değil Venedik içindi.
2 Tribünlü gösteri alanları konusunda döndüğünde uzun uzun tartışacağız.
Sana ve Baha’ya içten sevgiler.
Kentlerde yasayan insanlarin
yasam bicimleri , ihtiyaclari , davranislari degisiyor. basit bir mekan
yaratiminda bile mobilite , ekoloji ve numerik teknoloji gibi kavramlar mimariye
yeni amaclar ve ortamlar sagliyor.
Konut tasariminindan, kent sinirinda - ki turkiyede sinirdan bahsetmek biraz
zor- olusmus terkedilmis endustriyel alanlarin yeniden duzenlenmesine kadar her
yaratida bu kaygilarin izlerini gormek mumkun .
Dogal olarak bu sosyal degisimi yakindan gozlemleyip ustune dusunmesi
gereken mimar , aslinda cok onemli toplumsal bir gorevi de ustlenmis oluyor.
Turkiyede ihtiyaci fazlasiyla hissedilen bu reaksiyonlar maalesef cok kisitli
sayida mimar tarafindan veriliyor ve projelerinde sekilleniyor.
Bunun yarattigi sikinti sehirlerimizde sikca rastlanmakta.
Dolayisiyle size ihtiyaci bu ulkenin .
tesekkurler
ben de teşekkür ederim.
Ayrica bunu genclerle
paylasmanizda cabasi .
baha