İstanbul'da yaşamak istemem...
Doğrusunu isterseniz ben hiçbir zaman İstanbul'da yaşamak istemem.
Gece yatarken ‘‘köprünün ayağının sağlam olup olmadığını’’
düşünmemeliyim.
Köprünün ayağının sağlamlığı bana dert olmamalı.
Yani oturup kara kara ‘‘acaba köprünün ayağı sağlam mı?’’ diye
düşünmek enteresan bir şey.
Bugünlerde nerde bir masanın etrafına oturmuş İstanbulluları görsem,
nedense ‘‘köprünün ayağının sağlam olup olmadığını’’ konuştuklarını
düşünüyorum.
Nitekim gazetelerde ‘‘köprünün ayağı sağlam mı, değil mi?’’
tartışması başladı mı?
Ya da evde oturup ‘‘Boğaz'dan geçen gemi ya bize çarparsa?’’ diye
düşünmek...
Yani gemi yoluna gidiyor.
Ama İstanbul'da yaşayanların içinde her zaman bir kuşkudur:
‘‘Ya bize çarparsa?..’’
Bunu da istemem.
Oturup, yaklaşmakta olan bir geminin ‘‘ya bize çarparsa’’ korkusunu
yaşamak da iyi bir şey değil.
Boğaz Köprüsü'nün ayağının sağlam olduğuna karar verip, geçecek
geminin bize çarpmayacağından emin olsam bile, bu sefer de Marmara Denizi'nin
ortasından geçen fay hattının ne zaman harekete geçeceği takılmaz mı
evhamlı aklıma?
Kimisi, ‘‘Harekete ilerde geçer’’ diyor.
Kimisi, ‘‘Ne zaman harekete geçeceğinin şu an belli olmayacağını’’
söylüyor.
Devamlı, ‘‘Marmara Denizi'nin ortasından geçen fay hattının ne zaman
harekete geçip geçmeyeceğini’’ düşünmek de istemem.
Boğaz Köprüsü'nün ayağının sağlam olduğuna karar verip, geçecek
geminin bize çarpmayacağından emin olup, Marmara Denizi'nin ortasından geçen
fay hattının da harekete geçmeyeceğini bilsem bile...
Ya kar yağarsa?..
Kısacası İstanbul'da yaşamak istemem.
Türkiye'nin her yerinde yaşamaya razıyım, ama İstanbul'da değil.
Yeryüzünün en güzel doğa parçası nasıl bu hale geldi bilmiyorum. Nasıl
oldu da eşsiz Boğaz'ı, eşsiz Marmara Denizi, eşsiz havası-suyu tehdide dönüştü
İstanbul'un?
Ve nasıl oldu da içinde oturanlar ondan korkar oldular?
Hürriyet - Bekir Coşkun
|