reklam

05 Şubat 2004 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Ölçekleri yok eden ülke

Avrupa'nın gözünü korkutan 'mekânın yitimi' hali, ABD için adeta olağan bir şey.

Amerika kıtasına gelen herkesi çarpan, derinden etkileyen, bütün ezberleri bozan bir gerçek var: Ölçek. Bu kıta, gündelik hayatında dünyanın başka hiçbir yerinde görülmeyen bir genişliği kullanıyor

Amerika kıtasına geleni çarpan, derinden etkileyen, bütün ezberleri bozan bir gerçek var: Ölçek.

Bu kıta, dünyanın başka hiçbir yerinde görülmeyen, görünmeyen bir genişliği kullanıyor gündelik hayatında. Avrupa kıtasına aşina olanlar bu durum karşısında neredeyse renkten renge giriyor. Ortaçağı yaşamış Avrupa kentlerinde her şeyin yaya insan ölçeğine göre yapıldığı sokak genişlikleri, bina yükseklikleri, hatta mimari formları ve zorlamaları bu kıtada söz konusu bile değil.

Sonsuz bir büyüklüğün egemen, bir ucundan ötekine yürümenin olanaksız olduğu kentlerden kurulu bir ülke burası. Her şeyden önce bir kıta olması, idari yapının da ona göre düzenlenmesi işi bu noktaya doğru itmiş.

Amerika'daki eyaletlerin her birisi bir ülke aslında. Gerçekten de her eyalet ortalama bir Avrupa ülkesinden daha geniş. Bırakın onu bir yana, bu ülkede herhangi bir mağazanın içinde insan perişan oluyor. Bir katından diğerine geçmek insanı tüketiyor.

Ölçek sorununa çözüm
Hal böyle olunca araba sanayii devreye giriyor. Büyük kentler bir yana, benim şu sıralar bulunduğum küçük kasabalarda bile kentsel gelişme planı bu mantıkla hazırlanmış. Kentin içinde ufak tefek ihtiyacın karşılanacağı alışveriş yerleri var; dükkânlar, falan.

Fakat asıl alışveriş alanları kentin dışında. Oralara toplu taşıma aracıyla gitmek mümkün değil.

Mecburen bir arabanız olacak. Eğer bir aileyseniz, tek arabayla yetinmek de olanaksız. Neredeyse herkesin bir arabası olması gerekiyor. Öte yandan 'Amerikan arabası' denilence anımsanan da geniş, büyük, 'yayla gibi' arabalar. Hayata karışmak ancak ondan sonra mümkün. Kent dışındaki yerleşim alanları da öyle. Bir binanın, ötekini görmesi çok zor.

Herkes kendi başına yaşıyor.Sadece birbirine uzaklığı değil evlerin mekânla olan ilişkisini sağlayan, kuran. Yapıların kendisinde de aynı şey geçerli. Orta sınıfın 'town home' (kasaba evi) dediği türden bağımsız yapılar mutlaka birkaç katlı ve toplam yüzölçümü olarak da bir hayli geniş. Tek kat olanları için de aynı şey söylenebilir. Epey büyük mekânlar.

Büyüklüğün, genişliğin ötesinde, Amerikan evi, bizim Anadolu eviyle temelde ayrılsa bile ortak bir özelliği paylaşıyor. Tümü 'açık' mekânlar bunlar.

Amerika, 'kent planlaması' üstünde en çok araştırma yapılmış akademik alanlardan birisi. Bütün bu süreci, tarihsel, sosyolojik, ekonomik nedenler bağlamında açıklıyor. Fakat bir o kadar önemli olan şey bütün bu değindiğim şeylerin, nedenleri düşünülmeksizin, bilinmeksizin insan hayatında bir 'sonuç' olarak yaşanması.

İnsanlar kendilerini o mekânların içinde buluyor ve galiba bütün 'sorun' da ondan sonra başlıyor. Sorun, işte eski kıtanın darlığına, sıkışıklığına karşın bu kıtanın sere serpe genişlemiş olması.

Bir örnek:Paris'te, Londra'da bir odaya insan sığamaz. Burada ise verilen otel odalarının evimden daha geniş olduğunu bilirim. Peki, bütün bunlar ne demeye geliyor?

Bu noktada, Amerika için coğrafyanın tarihe galibiyetinden söz etmeli. Amerika, çok söylendiği gibi, Avrupa'yla karşılaştırıldığında tarihi yok bir kıta. Sanılanın aksine, bir basitleştirme de değil bu.

Binlerce yıllık tarih birikimi bu kıtadaki insana bir şey söylemiyor. Buna mukabil, bu kıta coğrafyanın kıtası. Uçsuz bucaksız kırlar, ovalar, sonsuz çayırlar bu ülkede yeşeren ve zamanında Sartre'ın '20. yüzyılın en büyük romanı' diye tanımladığı (yoksa, her defasında olduğu gibi koca Sartre bir kez daha mı yanılıyordu?) Amerikan romanının çok uzun boylu işlediği

'taşra'ya ait konuların başında geliyor. Amerikan romanının da bolca sorguladığı özgürlük fikri, bu kıtanın ürettiği düşüncenin ve yaygınlaştırdığı alışkanlıkların başında geliyor. O zaman insan geriye yaslanıp düşünüyor, 'nedir özgürlük?' diye.

Tarih dediğin hafızadır
Tarih en nihayetinde hatırlamak ve hafıza demek. Oysa, Amerika kıtası bunu bilmiyor. Daha işin başlangıcında bağlanmamayı, tersine kopmayı seçmiş. Bir kıtanın 'artık'ları bu kültürü oluşturmuş durumda. O da işe bir kopuşla başlandığının en önemli kanıtı. İkincisi, 18. yüzyıldan sonrası Avrupa için daha da beter. Çünkü, işin içine milliyetçilikler girmiş ve içinde bulunan tarihle insanlar yetinmemiş. Tüm uluslar kendilerine bir 'büyük geçmiş' inşa etmiş. Oysa, bu kıta, onu da bilmiyor.

Şu sıralar gitgide yoğunlaşan bir milliyetçilik baskısı olsa bile kendilerini 'yurtsever' olarak nitelendirmişler. Bugün bu 'dikey' kıta mekân olgusunu her düzeyde inceliyor. Psikanalizin mekânı, toplumsal kuramın mekânı artık mimarinin ve coğrafyanın mekânını aşmış durumda. O nedenle, kıta Avrupa'sının gözünü korkutan, orada yaşayanları ürküten 'mekânın yitimi' denilen şey burada neredeyse kendiliğinden gelişiyor.

Bunları düşününce insan Amerikalıların daraldıkları zaman 'aman bana biraz ferahlık' anlamına gelecek biçimde niye 'mekânıma ihtiyacım var' dediklerini biraz daha iyi anlıyor.

2500 yıllık İstanbul'dan Amerika'ya gelince insanın içini her defasında bir ferahlık duygusunun sarması boşuna değil, anlaşılan...
Radikal - Hasan Bülent Kahraman

 

Ocak 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04
05 06 07 08 09 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Diyalog

Günkut Akın 16 Aralık 2003 tarihinde Diyalog bölümümüze konuk oldu.

Günkut Akın hakkında daha fazla bilgi edinmek için  tıklayın. 

Diyalog buluşmasını soru cevap şeklinde okumak için  buraya tıklayın...


Vitra - Artema'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz