reklam

05 Şubat 2004 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Uzak tarih, yakın tarih

Felsefe profesörü Hilmi Ziya Ülken'in Bağdat ve Irak gezisi izlenimleri.

Önce Bağdat adında bir köy vardı. Ünlü Bağdat kenti bu köyün Dicle'nin öteki yakasına doğru büyümesiyle meydana geldi ve İslam İmparatorluğu'na tam beş yüz yıl başkentlik yaptı; bütün İslamlığın hatta dünyanın bilim ve kültür merkezi oldu.

Hocam, felsefe profesörü Hilmi Ziya Ülken' in Irak'a 1954 ve 1962'de iki kez gittiğini biliyordum. Birincisinde İstanbul Üniversitesi'nden bir profesörler grubuyla daha çok Bağdat'ı tanımak, gezip görmek için gittiği anlaşılıyor. İzlenimlerini Yeni Sabah gazetesinde yazmıştı. 1962'deki gezisini ise bilimsel ve düşünsel amaçla yaptı. Buradaki izlenimlerini Eğitim Hareketleri dergisinde yayımladı.

Prof. Ülken, birinci geziyi anlatırken, yedi bin yıllık Bağdat tarihinin, tek perspektif içinden görülebildiğini söylüyor. Müzeler insanlığın tarihteki nice deneyimini sergilemektedir. Kent her çağda bir uygarlığın beşiği olmuş, her uygarlıktan birçok eser kalmış.

Müzeleri gezmeye tarih öncesi bölümlerinden başlıyor; yani yazının olmadığı dönemden. Yazı, MÖ 3300'de Sümerlerle ortaya çıkmıştır. Bu olayın sergilenmesine müzede ayrı özen gösterilmiş.

Sümerleri, Akadlar izliyor (MÖ 2500). Oldukça uzun bir zaman aralığından sonra tarihteki ilk büyük yasa koyucu Hamurabi geliyor (MÖ 1780). Sonra Keldanileri görüyoruz. Onun ardından Asur egemenliği Keldanileri gölgede bırakıyor ve Babil kenti bütün görkemiyle kurularak tarihteki yerini alıyor.

Babil (daha eski adıyla Bab-ı İlo) ''Tanrı kapısı'' anlamına gelmektedir. Yunanlılar ona ''Babilon'' diyorlardı. Doğu'nun bütün tanrı putlarının öteki ülkelere buradan yayıldığı anlaşılmaktadır.

Yunan Kralı İskender , Babil'i dünya devletinin başkenti yapmayı düşlemişti. Medayin kenti de bu dönemin son halkası olarak müzedeki yerini alıyor.

Aydınlanma döneminin Fransız düşünürü Volney (1791), Medayin Harabeleri adındaki kitabında bu kenti ve yöresini insanlığın belleğine unutulmamacasına işlemek istemiş, o bölgenin geçmiş yıllarını anlatarak ''din eleştirisi, tarih, toplum, uygarlık ve insanlık felsefesi'' yapmıştı.

Uygarlığın temeli Dicle ile Fırat'ın arasında, yani Mezopotamya'da atılmıştır. Matematikte 'Pisagor Teoremi 'ni bulanlar Sümerlerdir. Cebir problemlerinin çözülüşünü burada ele geçen kil tabletlerde görebiliyoruz. Eski nehirlerle kentlerin adlarını veren, yerlerini gösteren ilk coğrafya bilgileri yine bu tabletler üzerinde yer almıştır.

Mezopotamya uygarlıkları, matematiği, hukuku, coğrafyayı, hatta astronomiyi akılcı temelleriyle Yunanlılardan önce bilim haline getirmeyi başardılar.

Bağdat kenti
Birinci yazısını müzelere ayıran Hilmi Ziya Ülken, Bağdat kentini ikinci yazısında anlatıyor:

Önce Bağdat adında bir köy vardı. Ünlü Bağdat kenti bu köyün Dicle'nin öteki yakasına doğru büyümesiyle meydana geldi ve İslam İmparatorluğu'na tam beş yüz yıl başkentlik yaptı; bütün İslamlığın hatta dünyanın bilim ve kültür merkezi oldu.

Ülken, çağdaş bir kentle karşılaşınca şaşırıyor. Caddelerin iki yanında sütunlu ve üstü kapalı kaldırımlar görülüyor. Eskiden bunun küçük bir örneği İstanbul'da ''Direkler Arası'' nda da vardı. Bağdat'ta devlet dairesi, postane, kışla gibi büyük kamu binalarının hepsi Osmanlı döneminin valisi Mithat Paşa tarafından yaptırılmıştır. Üniversitenin henüz bütünlük kazanamadığı anlaşılmaktadır; fakülteler iki katlı pavyonlar halinde uzanıp gitmektedir.

Arkadaşlarıyla birlikte Hazreti Hüseyin' in türbesini, şair Fuzuli' nin mezarını ziyaret ediyor Ülken. Divan edebiyatımızın ünlü şairi Ruhi' nin, Fuzuli'nin, İsmail Paşa' nın (Kâtip Çelebi' nin kaynakça kitabı Keşfüzzünun 'a ek yazan İsmail Paşa) Bağdatlı olduğunu söylüyor. Yakın zamanın tanınmış şairi Ahmet Haşim de Bağdatlıdır.

Türkçe bilen Iraklılarla karşılaşmaları hoşlarına gidiyor. Onlarla söyleşip Fuzuli'den, Ruhi'den şiirler okuyorlar.

Bağdat'ta Doğu ile Batı'nın karşı iki kutup gibi olmaması dikkatlerini çekiyor. Batı, bütün Asya'yı olduğu gibi Irak'ı da her gün biraz daha uyandırmaktadır. Devlet Bakanı (tek Hıristiyan bakan) laik ve Atatürkçü Türkiye'ye hayranlığını Fransızca konuşarak anlatıyor.

Musul'u gezerken
Bağdat'tan sonra Musul'a gidiyorlar. Yerleştikleri otel tıpkı bir Batı otelidir. Ne var ki pencereden gördükleri evler Doğu kentine geldiklerini haber veriyor. Otelden çıkarak az yürüyünce birden ''ortaçağ'' başlamaktadır. Burası için ''Bağdat'la tezat halinde bir kent'' diyor Ülken. Yenilik adına gözle görünen bir şey hemen hemen yoktur.

Musul başta daha çok bir Türk kenti idi. Çoğunluk sonradan Araplara geçmiş. Kerkük tamamıyla Türk, Süleymaniye tamamıyla Kürt.

Ülken, Musul Müzesi'nin Parth eserleri bakımından zengin ve dünyada eşsiz olduğunu söylemektedir. Yarısı Asyalı, yarısı Grek tanrı putları, mermer ve su taşından işlenmiş tanrıça heykelleri buradan başka hiçbir müzede bulunmamaktadır.

Helenizmin anlamı, eski Doğu ile eski Batı'nın kaynaşması iyice ortaya çıkıyor.

Buradaki uygarlığın bir kolu Anadolu'ya geçmiş, Nemrut'taki tanrı heykelleri bu etkiyle yapılmıştır.
Cumhuriyet

 

Ocak 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04
05 06 07 08 09 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

ARKIMEET


Fotoğraf: Maurizio Marcato

ARKIMEET Konferans Serisinin davetlisi olarak,  Massimiliano Fuksas 
17 Şubat 2004 Saat: 19:00'da Askeri Müze Kültür Sitesi Büyük Konferans Salonu'nda konferans verecek.

Davetiye için tıklayın.

 


BETONART'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz