Uzak tarih, yakın tarih
Felsefe profesörü Hilmi Ziya Ülken'in Bağdat ve Irak gezisi izlenimleri.
Önce Bağdat adında bir köy vardı. Ünlü Bağdat kenti bu köyün
Dicle'nin öteki yakasına doğru büyümesiyle meydana geldi ve İslam İmparatorluğu'na
tam beş yüz yıl başkentlik yaptı; bütün İslamlığın hatta dünyanın
bilim ve kültür merkezi oldu.
Hocam, felsefe profesörü Hilmi Ziya Ülken' in Irak'a 1954 ve 1962'de iki
kez gittiğini biliyordum. Birincisinde İstanbul Üniversitesi'nden bir profesörler
grubuyla daha çok Bağdat'ı tanımak, gezip görmek için gittiği anlaşılıyor.
İzlenimlerini Yeni Sabah gazetesinde yazmıştı. 1962'deki gezisini ise
bilimsel ve düşünsel amaçla yaptı. Buradaki izlenimlerini Eğitim
Hareketleri dergisinde yayımladı.
Prof. Ülken, birinci geziyi anlatırken, yedi bin yıllık Bağdat
tarihinin, tek perspektif içinden görülebildiğini söylüyor. Müzeler
insanlığın tarihteki nice deneyimini sergilemektedir. Kent her çağda bir
uygarlığın beşiği olmuş, her uygarlıktan birçok eser kalmış.
Müzeleri gezmeye tarih öncesi bölümlerinden başlıyor; yani yazının
olmadığı dönemden. Yazı, MÖ 3300'de Sümerlerle ortaya çıkmıştır. Bu
olayın sergilenmesine müzede ayrı özen gösterilmiş.
Sümerleri, Akadlar izliyor (MÖ 2500). Oldukça uzun bir zaman aralığından
sonra tarihteki ilk büyük yasa koyucu Hamurabi geliyor (MÖ 1780). Sonra
Keldanileri görüyoruz. Onun ardından Asur egemenliği Keldanileri gölgede bırakıyor
ve Babil kenti bütün görkemiyle kurularak tarihteki yerini alıyor.
Babil (daha eski adıyla Bab-ı İlo) ''Tanrı kapısı'' anlamına
gelmektedir. Yunanlılar ona ''Babilon'' diyorlardı. Doğu'nun bütün tanrı
putlarının öteki ülkelere buradan yayıldığı anlaşılmaktadır.
Yunan Kralı İskender , Babil'i dünya devletinin başkenti yapmayı düşlemişti.
Medayin kenti de bu dönemin son halkası olarak müzedeki yerini alıyor.
Aydınlanma döneminin Fransız düşünürü Volney (1791), Medayin
Harabeleri adındaki kitabında bu kenti ve yöresini insanlığın belleğine
unutulmamacasına işlemek istemiş, o bölgenin geçmiş yıllarını anlatarak
''din eleştirisi, tarih, toplum, uygarlık ve insanlık felsefesi'' yapmıştı.
Uygarlığın temeli Dicle ile Fırat'ın arasında, yani Mezopotamya'da atılmıştır.
Matematikte 'Pisagor Teoremi 'ni bulanlar Sümerlerdir. Cebir problemlerinin
çözülüşünü burada ele geçen kil tabletlerde görebiliyoruz. Eski
nehirlerle kentlerin adlarını veren, yerlerini gösteren ilk coğrafya
bilgileri yine bu tabletler üzerinde yer almıştır.
Mezopotamya uygarlıkları, matematiği, hukuku, coğrafyayı, hatta
astronomiyi akılcı temelleriyle Yunanlılardan önce bilim haline getirmeyi başardılar.
Bağdat kenti
Birinci yazısını müzelere ayıran Hilmi Ziya Ülken, Bağdat kentini ikinci
yazısında anlatıyor:
Önce Bağdat adında bir köy vardı. Ünlü Bağdat kenti bu köyün
Dicle'nin öteki yakasına doğru büyümesiyle meydana geldi ve İslam İmparatorluğu'na
tam beş yüz yıl başkentlik yaptı; bütün İslamlığın hatta dünyanın
bilim ve kültür merkezi oldu.
Ülken, çağdaş bir kentle karşılaşınca şaşırıyor. Caddelerin iki
yanında sütunlu ve üstü kapalı kaldırımlar görülüyor. Eskiden bunun küçük
bir örneği İstanbul'da ''Direkler Arası'' nda da vardı. Bağdat'ta devlet
dairesi, postane, kışla gibi büyük kamu binalarının hepsi Osmanlı döneminin
valisi Mithat Paşa tarafından yaptırılmıştır. Üniversitenin henüz bütünlük
kazanamadığı anlaşılmaktadır; fakülteler iki katlı pavyonlar halinde
uzanıp gitmektedir.
Arkadaşlarıyla birlikte Hazreti Hüseyin' in türbesini, şair Fuzuli' nin
mezarını ziyaret ediyor Ülken. Divan edebiyatımızın ünlü şairi Ruhi'
nin, Fuzuli'nin, İsmail Paşa' nın (Kâtip Çelebi' nin kaynakça kitabı Keşfüzzünun
'a ek yazan İsmail Paşa) Bağdatlı olduğunu söylüyor. Yakın zamanın tanınmış
şairi Ahmet Haşim de Bağdatlıdır.
Türkçe bilen Iraklılarla karşılaşmaları hoşlarına gidiyor. Onlarla söyleşip
Fuzuli'den, Ruhi'den şiirler okuyorlar.
Bağdat'ta Doğu ile Batı'nın karşı iki kutup gibi olmaması dikkatlerini
çekiyor. Batı, bütün Asya'yı olduğu gibi Irak'ı da her gün biraz daha
uyandırmaktadır. Devlet Bakanı (tek Hıristiyan bakan) laik ve Atatürkçü Türkiye'ye
hayranlığını Fransızca konuşarak anlatıyor.
Musul'u gezerken
Bağdat'tan sonra Musul'a gidiyorlar. Yerleştikleri otel tıpkı bir Batı
otelidir. Ne var ki pencereden gördükleri evler Doğu kentine geldiklerini
haber veriyor. Otelden çıkarak az yürüyünce birden ''ortaçağ'' başlamaktadır.
Burası için ''Bağdat'la tezat halinde bir kent'' diyor Ülken. Yenilik adına
gözle görünen bir şey hemen hemen yoktur.
Musul başta daha çok bir Türk kenti idi. Çoğunluk sonradan Araplara geçmiş.
Kerkük tamamıyla Türk, Süleymaniye tamamıyla Kürt.
Ülken, Musul Müzesi'nin Parth eserleri bakımından zengin ve dünyada eşsiz
olduğunu söylemektedir. Yarısı Asyalı, yarısı Grek tanrı putları,
mermer ve su taşından işlenmiş tanrıça heykelleri buradan başka hiçbir müzede
bulunmamaktadır.
Helenizmin anlamı, eski Doğu ile eski Batı'nın kaynaşması iyice ortaya
çıkıyor.
Buradaki uygarlığın bir kolu Anadolu'ya geçmiş, Nemrut'taki tanrı
heykelleri bu etkiyle yapılmıştır.
Cumhuriyet
|