reklam

10 Şubat 2004 Salı
Ana Sayfa > Haberler

Hayatın çatlakları

Burası, büyük bir şehrin gıpta edilesi imkanlarına sahip bir konutuydu.

Topluca çatlaklarla örülü kafeslerde yaşıyoruz. Üstü sıvanmış onca çatlağın uğultusuyla sağır olmuş kulaklar

Herkes şaşırmış gibi yapıyor. Konya'da bir an içinde yerle bir oluveren 11 katlı binadan söz ediyorum. Bu, elbette çöp dağının patlayıp gecekonduyu kana boyamasına, yağmurun ıslah edilmemiş dere yataklarında patlayıp yine gecekondulardan birkaç çocuğu alıp ölümün kıyısına vurmasına benzemiyor. Burada söz konusu olan, zaten istenmedikleri şehirlerin kenarına sığınmış, çoğu muhtar kaydı bile olmayan, fasulyeden yaşayanların başına geliveren, zaten beklenen bir felaket değil. Onların hayatları birer tevatür ne de olsa. Onlar topluca uçup gidiverenler. Kayıtlı ahaliyle çarpışmalarında isimleri bile anılmaz. Futbolcu Emre, işinden yorgun argın dönen sendikasız işçi bir vatandaşı ezdiğinde ölen adama uğursuz bir şarampol muamelesi yapıldığını unuttunuz mu? Adamın ezilip ölmesinin Emre'nin talihsizliği olarak tescil edildiğini.

Ama Konya'da yıkılan apartman, 11 katlı bir çağdaş yaşam dekoru. Yoksul, yuvasız, göçmenlerin sığındığı saçak altı değil. Büyük bir şehrin gıpta edilesi imkanlarına sahip bir konutu. İşte şaşkınlığın nedeni de bu? Yalan üretim merkezlerine yaklaştıkça, felaketler gürültülü infial korosunun başını çektiği bir konsensusa kurban ediliyor. (Hangi mizahçının sözüydü, hatırlayamıyorum: 'Konsensus. Gözlerin konuşsun.')

Başkan bilmiyor
Çok yazıldı, listelendi. Tam da yerel seçimler öncesi yaşanan bu felaketin hemen ertesinde Selçuklu Belediye Başkanı'nın açıklaması, bu konuda söylenebilecek her şeyi bir çırpıda aşikâr ediyor. Başkan, "Ne olduğunu bilmiyoruz" diyor. Hırslı bir NASA projesindeki öngörülemeyen aksaklıktan söz ediyor sanki. Başkan, binanın imar iskan izinlerinin 2000 yılında verildiğini hatırlatıp, "Bayındırlık İl Müdürlüğü tarafından bize 'Bu binada oturulamaz' diye bir yazı gelmedi. Belediye bu konuda üzerine düşeni yapmıştır. Binanın niçin çöktüğü konusunda bilirkişi tespit edecek ve bir rapor verecek. Binanın yerinin dere yatağı olup olmadığını bilmiyorum. (Belediyeye sorsa ya) Bizim dönemimizde imar hareketi olmadı. Denetim konusunda gerekeni yaptık." İhale yatağı belediyelerin siyasilerle düşüp kalkan açgözlü müteahhitlerle el ele verip, devletin oturduğu yerden kaşeci bürokrasisiyle terbiye edilmek suretiyle hayatımızı inşa ettiğini bilmiyor muyuz? Bunları tekrarlamanın bir yararı yok. Asıl mücrim gibi titreyerek baktığımız istikbalimiz bize ne fısıldıyor acaba. Bu örgütlenmeyi ıslah etmek, bu iç içe geçmiş rant kapılarını bir bir devirmek mümkündür elbet. İnfial korosu, yasal müeyyidenin hafif olduğunu; Diyarbakır'daki Hicret apartmanında 83 kişiyi katleden müteahhidin sekiz yıl hapis aldığını, deprem canavarı müteahhitlerin de hakeza bu vartayı hafif atlattıklarını hatırlatıp bu katliamı cezai düzenlemeler çerçevesinde açıklıyor. Elbette haklılar. Ama hayatın adaletini yalnızca hukukun merhametine teslim ettiğimizde çatlaklardan içeri yeterince ışık sızıyor mu?

Mücrim gibi titreyerek istikbalimize bakarken cürmümüzün farkında mıyız? Enkazdan kurtulan bir vatandaş, "Bina çatlaklarla doluydu. Altta tadilat yapıldığını duyduk" demiş. Bir diğeri, "Binanın çürük olduğuna dair sözler duymuştuk ama bunların dedikodu olduğunu düşünüyorduk" diyor. Asıl çatlak buradan başlamıyor mu?

Görmezden gelmek, umursamamak; bilgiye dedikodu, yuvasındaki çatırtıya söylenti deyip oturmak, bu toprakların toptan yetim insanlarının hayatla bağlantı kurma yordamıdır. Bütün örgütlenmelerin mükemmel olduğu, seçimlerde en hassas en iyi belediyelerin başa getirildiği, rüşvet-yolsuzluk-partizanlığın tarihe karıştığı bir hayat modeli, bu fay hattında kurulsa ne olur? Bu topraklarda yaşayanlar, kendi hayatlarından çoktan vazgeçmiş, huzuru genişlik, itirazı tatsızlık zannediyor. Duvarları çatlamış evlerinde sessiz sedasız çoluk çocuk büyütüp, 'aman bir tatsızlık çıkmadan' yaşayıp gidiyorlar.

Hayatımızda sızıntısıyla zehirlendiğimiz onca çatlak var. O çatlakları işaret edenler, vatan haininden paranoyağa, bölücüden bozguncuya çeşitli adlarla taltif ediliyor. Sürüklenip gitmek; kendi hayatına sahip çıkacak iradeyi bile küçük görerek iyi, uyumlu, sessiz, sıradan vatandaş olup dünyaya ancak seçim kütüklerinden bakmak, kolay ıslah edilebilir bir insanlık durumu mudur? Kendi başına gelene kadar işkenceyi, örgütlü zulmün her türünü, hepsinden geçtim kapısında sallanan baltayı söylenti zannedip ruhunu yelpazeleyen insanların artırılan cezalarla korunabileceğine kim inanır?

Topluca çatlaklarla örülü kafeslerde yaşıyoruz. Yalnız dilsizler, sözünü duyuracak kanalı olmayanlar değil, yangın yerlerinde, fay hatlarında, çöplük kıyılarında titreşerek sağ kalmaya çalışan. İyi kötü bir dil edinmiş, kendini yırtmış sananlar da tepelerinde, ayaklarının dibinde gün geçtikçe genişleyen çatlakları görmemeye çalışarak, kimileyin üstlerini taksitle alınmış eşyalar, dantel örtülerle kapatıp devam ediyorlar. Hayatından çoktan vazgeçmiş insanların toplumu. Üstü sıvanmış onca çatlağın uğultusuyla sağır olmuş kulaklar.
Radikal - Yıldırım Türker

 

Şubat 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01
02 03 04 05 06 07 08
09 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
diğer aylar için tıklayın

ARKIMEET


Fotoğraf: Maurizio Marcato

ARKIMEET Konferans Serisinin davetlisi olarak,  Massimiliano Fuksas 
17 Şubat 2004 Saat: 19:00'da Askeri Müze Kültür Sitesi Büyük Konferans Salonu'nda konferans verecek.

Davetiye için tıklayın.

 


BETONART'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz