Hayatın çatlakları
Burası, büyük bir şehrin gıpta edilesi imkanlarına sahip bir konutuydu.
Topluca çatlaklarla örülü kafeslerde yaşıyoruz. Üstü sıvanmış onca
çatlağın uğultusuyla sağır olmuş kulaklar
Herkes şaşırmış gibi yapıyor. Konya'da bir an içinde yerle bir
oluveren 11 katlı binadan söz ediyorum. Bu, elbette çöp dağının patlayıp
gecekonduyu kana boyamasına, yağmurun ıslah edilmemiş dere yataklarında
patlayıp yine gecekondulardan birkaç çocuğu alıp ölümün kıyısına
vurmasına benzemiyor. Burada söz konusu olan, zaten istenmedikleri şehirlerin
kenarına sığınmış, çoğu muhtar kaydı bile olmayan, fasulyeden yaşayanların
başına geliveren, zaten beklenen bir felaket değil. Onların hayatları birer
tevatür ne de olsa. Onlar topluca uçup gidiverenler. Kayıtlı ahaliyle çarpışmalarında
isimleri bile anılmaz. Futbolcu Emre, işinden yorgun argın dönen sendikasız
işçi bir vatandaşı ezdiğinde ölen adama uğursuz bir şarampol muamelesi
yapıldığını unuttunuz mu? Adamın ezilip ölmesinin Emre'nin talihsizliği
olarak tescil edildiğini.
Ama Konya'da yıkılan apartman, 11 katlı bir çağdaş yaşam dekoru.
Yoksul, yuvasız, göçmenlerin sığındığı saçak altı değil. Büyük bir
şehrin gıpta edilesi imkanlarına sahip bir konutu. İşte şaşkınlığın
nedeni de bu? Yalan üretim merkezlerine yaklaştıkça, felaketler gürültülü
infial korosunun başını çektiği bir konsensusa kurban ediliyor. (Hangi
mizahçının sözüydü, hatırlayamıyorum: 'Konsensus. Gözlerin konuşsun.')
Başkan bilmiyor
Çok yazıldı, listelendi. Tam da yerel seçimler öncesi yaşanan bu felaketin
hemen ertesinde Selçuklu Belediye Başkanı'nın açıklaması, bu konuda söylenebilecek
her şeyi bir çırpıda aşikâr ediyor. Başkan, "Ne olduğunu
bilmiyoruz" diyor. Hırslı bir NASA projesindeki öngörülemeyen aksaklıktan
söz ediyor sanki. Başkan, binanın imar iskan izinlerinin 2000 yılında
verildiğini hatırlatıp, "Bayındırlık İl Müdürlüğü tarafından
bize 'Bu binada oturulamaz' diye bir yazı gelmedi. Belediye bu konuda üzerine
düşeni yapmıştır. Binanın niçin çöktüğü konusunda bilirkişi tespit
edecek ve bir rapor verecek. Binanın yerinin dere yatağı olup olmadığını
bilmiyorum. (Belediyeye sorsa ya) Bizim dönemimizde imar hareketi olmadı.
Denetim konusunda gerekeni yaptık." İhale yatağı belediyelerin
siyasilerle düşüp kalkan açgözlü müteahhitlerle el ele verip, devletin
oturduğu yerden kaşeci bürokrasisiyle terbiye edilmek suretiyle hayatımızı
inşa ettiğini bilmiyor muyuz? Bunları tekrarlamanın bir yararı yok. Asıl mücrim
gibi titreyerek baktığımız istikbalimiz bize ne fısıldıyor acaba. Bu örgütlenmeyi
ıslah etmek, bu iç içe geçmiş rant kapılarını bir bir devirmek mümkündür
elbet. İnfial korosu, yasal müeyyidenin hafif olduğunu; Diyarbakır'daki
Hicret apartmanında 83 kişiyi katleden müteahhidin sekiz yıl hapis aldığını,
deprem canavarı müteahhitlerin de hakeza bu vartayı hafif atlattıklarını
hatırlatıp bu katliamı cezai düzenlemeler çerçevesinde açıklıyor.
Elbette haklılar. Ama hayatın adaletini yalnızca hukukun merhametine teslim
ettiğimizde çatlaklardan içeri yeterince ışık sızıyor mu?
Mücrim gibi titreyerek istikbalimize bakarken cürmümüzün farkında mıyız?
Enkazdan kurtulan bir vatandaş, "Bina çatlaklarla doluydu. Altta tadilat
yapıldığını duyduk" demiş. Bir diğeri, "Binanın çürük olduğuna
dair sözler duymuştuk ama bunların dedikodu olduğunu düşünüyorduk"
diyor. Asıl çatlak buradan başlamıyor mu?
Görmezden gelmek, umursamamak; bilgiye dedikodu, yuvasındaki çatırtıya söylenti
deyip oturmak, bu toprakların toptan yetim insanlarının hayatla bağlantı
kurma yordamıdır. Bütün örgütlenmelerin mükemmel olduğu, seçimlerde en
hassas en iyi belediyelerin başa getirildiği, rüşvet-yolsuzluk-partizanlığın
tarihe karıştığı bir hayat modeli, bu fay hattında kurulsa ne olur? Bu
topraklarda yaşayanlar, kendi hayatlarından çoktan vazgeçmiş, huzuru genişlik,
itirazı tatsızlık zannediyor. Duvarları çatlamış evlerinde sessiz sedasız
çoluk çocuk büyütüp, 'aman bir tatsızlık çıkmadan' yaşayıp
gidiyorlar.
Hayatımızda sızıntısıyla zehirlendiğimiz onca çatlak var. O çatlakları
işaret edenler, vatan haininden paranoyağa, bölücüden bozguncuya çeşitli
adlarla taltif ediliyor. Sürüklenip gitmek; kendi hayatına sahip çıkacak
iradeyi bile küçük görerek iyi, uyumlu, sessiz, sıradan vatandaş olup dünyaya
ancak seçim kütüklerinden bakmak, kolay ıslah edilebilir bir insanlık
durumu mudur? Kendi başına gelene kadar işkenceyi, örgütlü zulmün her türünü,
hepsinden geçtim kapısında sallanan baltayı söylenti zannedip ruhunu
yelpazeleyen insanların artırılan cezalarla korunabileceğine kim inanır?
Topluca çatlaklarla örülü kafeslerde yaşıyoruz. Yalnız dilsizler, sözünü
duyuracak kanalı olmayanlar değil, yangın yerlerinde, fay hatlarında, çöplük
kıyılarında titreşerek sağ kalmaya çalışan. İyi kötü bir dil edinmiş,
kendini yırtmış sananlar da tepelerinde, ayaklarının dibinde gün geçtikçe
genişleyen çatlakları görmemeye çalışarak, kimileyin üstlerini taksitle
alınmış eşyalar, dantel örtülerle kapatıp devam ediyorlar. Hayatından çoktan
vazgeçmiş insanların toplumu. Üstü sıvanmış onca çatlağın uğultusuyla
sağır olmuş kulaklar.
Radikal - Yıldırım Türker
|