reklam

04 Mart 2004 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Kentimiz ve kendimiz

Kent, 'olanaklar mekânı' olarak görüldü. Ankara, otoritenin imkânlarını kullandıran; İstanbul, kapitalin imkânlarına taşıyan bir mekân; İzmir ise, 'gâvur' diye adlandırıldı

28 Şubat'ta yerel seçimler var. Kentler, kasabalar kendilerini yönetecekleri seçecek. Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, mahalle muhtarları bu seçimle belirlenecek. Belki de genel seçimlerden daha önemli bir seçim bu. Genel seçimler, merkezi yönetimi seçiyor, belli bir temsil esasına göre. Demokrasinin derecesi, düzeyi, işleyiş biçimi bu seçimlerin sonucundan payını alıyor. Bugün dünyanın birçok yerinde, henüz daha iyisi bulunmamış ama sorunları da çözülmemiş bir süreç olarak işliyor demokrasi. O sorunların başında da temsil edilenlerle temsil edenlerin yeterince özdeşleşmemesi geliyor.

Daha özel olarak yerel yönetim daha genel olarak da yerellik kavramı demokrasinin yaşadığı sorunları çözmenin, aşmanın en önemli araçlarından, olanaklarından biri. Çünkü, yerel yönetim denilen şey, insanın gündelik yaşantısını doğrudan belirleyen bir olgu. Batı'nın tarihi yerellik ve yerel yönetim kavramının çevresinde oluşmuş bulunuyor. Genel yönetimleri belirleyen de gene yerel yönetimler. Birçok ülkede sürdürülen federatif yapılar zaten yerellik kavramına dayanıyor ve gücünü oradan alıyor.

Kent tarihimiz yok
Biz, bu tarihe yabancıyız. Merkezi yönetim bizde her zaman daha önemli sayıldı. Göçebe bir kavim olmamıza karşın merkezi devlet kavramını çok eski zamanlardan beri öğrenmiş, benimsemiş ve uygulamışız. Batı'daki feodalitenin olmaması, hatta Mustafa Akdağ gibi tarihçilerin çalışmalarına bakılırsa, ancak Celali İsyanları türünden atılımların başarılı olsaydı yol açacağı o olmayan feodalite, yerellik kavramına, çevre kavramına uzak duruşumuzun ana etmeni.

Çünkü, feodalite merkeze uzak ve bir ölçüde de direnen yerellikler anlamı taşıyor, öteki anlamlarının yanı sıra. O meyanda da kent kavramının Batı toplumsal tarih ve bilincinde başka hiçbir şeye benzemeyen bir önemi var. Rönesansla birlikte başka bir boyut kazanan şehir-devletler işin bir başka yönünü hazırlıyor. Bu süreç burjuvazinin gelişmesiyle beslenmiş, desteklenmiş. Kimi araştırmacılara göre 'burjuva' sözcüğünün temelde kentle bir akrabalığı var.

Bizim böyle bir kent tarihimiz yok. Kent, bugün de bizim için pek fazla bir şey ifade etmiyor. Bunun bir nedeni olarak, (Orta) Doğu kültüründen gelişimizi gösteriyoruz. Oysa o kültürlerin kaynağını meydana getiren Arap uygarlığı hiç de yerellik kavramını yok saymış, bir kenara itmiş değil. Bir kere, (öğrene)bildiğim kadarıyla 'belediye' o dilin bir sözcüğü.

'Beled' kökünden geliyor ve 'kent' demek. 'Belediye' de biraz 'kentselleştirmek' anlamına geliyor. İkincisi ve çok daha önemlisi 'uygarlık' dediğimiz kavramın eski sözcüğü olan 'medeniyet' de gene bir Arapça sözcük ve kentle doğrudan bir ilişkisi var. 'Medeniyet', 'medeni' sözcükleri Medine şehrinden geliyor. Yani, 'medeni' olan, 'Medine'den olan (kentten olan) anlamı taşıyor. (Ayrıca, Medine'ye verilen sıfat da 'münevvere', yani 'aydınlanmış' ki, bu da herhalde şehrin nasıl olması gerektiğini tanımlıyor her ne kadar 'ışıklı' olması Hz. Muhammed'e atfen olsa da.)

Biz, bunca büyük tarihli uygarlıklarımıza rağmen kentle ilişkimizi bu düzeyde tanımlayamamışız. Bir kere henüz 'belediye' sözcüğüne yerli bir karşılık bulamadık. 'Şehir' diyoruz genellikle. O da Farsça bir sözcük. Öte yandan onların karşılığı olarak 'kent'e başvuruyoruz. O, bizim 'antik' sözcüklerimizden birisi. 'Uygar' sözcüğü de öyle. (Fakat, yanılmıyorsam 'uygar' sözcüğüyle 'Uygur' sözcüğü arasında bir ilinti kurulmuştu.) 'İl' sözcüğü de öyle. Bir ara da, ' 'şar' sözcüğünü anımsadık. Fakat o da Farsça. Gayet 'eklektik' bir biçimde valilere 'öz' Türkçe 'ilbay', belediye başkanlarına 'şarbay' demeye başladık. Sonra onları da unuttuk.

İktidarın denetiminde
Bütün bunlar, zihinsel, kültürel birer olgu olarak kentle ilişkimizin bir hayli sorunlu olduğunu gösteren şeyler. Kent, bizde, bir 'olanaklar mekânı' olarak görüldü daima. Ankara, siyasal otoritenin imkânlarını kullandıran, İstanbul, insanları kapitalin imkânlarına taşıyan bir mekân olarak tasarlandı. İzmir ise, 'gâvur' diye adlandırıldı. 

Antalya'nın ya da ne bileyim bir başka kentin, doğrudan bir kent olarak toplumsal belleğimizde çok yakın tarihe kadar hiçbir anlamı, izi bulunmuyor. Öte yandan, kısa bir süre öncesine dek, büyük nüfus hareketleriyle, gecekondulaşma ve farklı kültürlere yataklık etme aşamasına gelinceye değin, kent zaten ilgi alanımız içinde değildi. Ancak 1960'lardan itibaren bu olguyla sosyolojik olarak uğraşmaya başladık, hâlâ da alacak çok yolumuz var.

Öte yandan, kent her zaman iktidarların 'denetiminde', dikkatinde kalmış bir konu. Çünkü, bir iktidarın simgeleştirilmesi, bir toplumsal ve bilinçsel sürece dönüştürülmesi ancak kente dönük müdahalelerle hazırlanıyor. Ankara, bu anlamda 'kurulmuş' bir kent. Veya, Demokrat Parti iktidarı 'kalkınmacılığı'nın, 'modernleşme'ciliğinin bir uzantısı olarak İstanbul'u 'kamulaştırdı' ve yeniden inşa etti. Bu süreçlerin anlamını yeni yeni irdeliyoruz. Buna mukabil, kent kavramı bugün de dünyada başlı başına bir çalışma alanı. 

Tarihten toplumbilime, psikanalizden sinemaya kadar sayısız disiplin kent kavramını ele alıp irdeliyor. İnsanın bu coğrafya parçası içinde biçimlenişine anlamlar türetmeye çalışıyor. Kimlik, aidiyet, cinsiyet, bellek gibi kavramların gene bu coğrafyadaki konumunu sorguluyor. Sokaklarından eğlenme, dinlenme, kültür mekânlarına kadar her yer kentte ayrı bir anlam taşıyor.

O anlamların da uzantıları, öte ve yan anlamları var. Demokrasi ve yurttaşlık kavramları da öyle. Kent ölçeğinde ele alınıp açımlanmadıkça o kavramların bugün ne ifade ettiğini anlamak olanaksız. Bir başka düzeyde de, edebiyatın ürettiği (ve tükettiği) bir kent var. Merkeziyle, varoşuyla, yeraltıyla bir laboratuvar, örs, bir erime, pişme potası, kent. Biz, bir de kentleri hep negatif bir tanımla, 'yok oluşlarını' söz konusu ederek tanımladık. Belki, bu defa yerel yönetim seçimlerini bahane edip var oluşları üstünde de düşünmeye başlarız. Malum kentler yok oluyorsa biz de yok oluyoruz demektir!
Radikal - Hasan Bülent Kahraman

 

Mart 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06 07
08 09 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Diyalog

Korhan Gümüş ve Behiç Ak 21 Şubat-30 Mart 2004 tarihleri arasında Diyalog bölümümüze konuk oluyor.

Kamusal Mimarlık üzerine gerçekleşen Diyalog buluşmasını  okumak için  buraya tıklayın...

Kamusal Mimarlık hakkında görüşlerinizi bildirmek için buraya tıklayın...

 


Vitra - Artema'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz