Eski Yapıları Koruma Sorunu...
Maalesef ülkemizde sağlıklı bir ''koruma politikası''
yoktur ve korkarım bu gidişle de olmayacaktır. Bir yapının ya da bir SİT
alanının neden ve nasıl korunmasının gereği halkımıza, aydınımıza
gerekçeleriyle anlatılmadan, yukardan inme yöntemlerle korumaya kalkışmak
ülkemizde ''gerçekçi bir koruma politikasının'' olmamasının en somut kanıtıdır.
Neden korumaya karşıyız sorusu üzerinde durmak gerekiyor. Ne zaman ülkemizde
bir yerde eski ya da yeni bir bina şu ya da bu nedenle yıkılsa, bu yıkılma
olgusu vesile bilinerek tescilli eski eserlerden bir an önce kurtulmak, giderek
bu yapıların yıkılması isteniyor. İstemde bulunanlar genellikle mal
sahipleri olduğu gibi, belediye yetkilileri, mahalle sakinleri, mühendisler ve
hatta mimar meslektaşlarım... Devlet kurumları arasında hedef alınan başlıca
kurum da doğa ve kültür varlıklarını korumakla sorumlu koruma kurulları
...
''Koruma kurulları bir çivi dahi çaktırmıyor, koruma kurullarında bürokratik
işlemler uzuyor, koruma kurulları mail-i inhidam (çökmeye meyilli) yapılara
yıkım kararı vermiyor'' gibi haklı haksız suçlamalarla karşı karşıya
kalan kurullar, ister istemez suçluluk psikozu içine düşüyorlar. Kurul üyelerine
de son çare, belki de bu koşullar altında bu görevi bırakmak kalıyor. 2863
sayılı yasanın gereğini büyük bir özveriyle yapmaya çalışan üyelerin
nerdeyse ölüme neden olmaları gibi suçlanmaları haksız olduğu kadar, bu
suçlamalar kamuoyunu yanıltmakta ve vatandaşların korumaya karşı bir tavır
almalarına neden olmaktadır.
Defalarca belirtildiği gibi, maalesef ülkemizde sağlıklı bir ''koruma
politikası'' yoktur ve korkarım bu gidişle de olmayacaktır. Bir yapının ya
da bir SİT alanının neden ve nasıl korunmasının gereği halkımıza, aydınımıza
gerekçeleriyle anlatılmadan, yukardan inme yöntemlerle korumaya kalkışmak
ülkemizde ''gerçekçi bir koruma politikasının'' olmamasının en somut kanıtıdır.
Bir başka sorun da, bir yapının eski eser olarak tescil edilmesiyle yapının
çıplak mülkiyeti sahibinde kalmak koşuluyla bir kamu malı haline dönüştüğünü,
yine kamuya anlatılamamış olmasıdır. Gerçek böyle olmasına karşın bu
yapıların restorasyonunun tüm giderlerinin yine ''çıplak mülkiyete sahip
olana yıkmak kadar büyük bir çelişki olamaz'' . ''Kamu adına tescil et''
ama restorasyon giderlerini ''mal sahibine'' yükle modeli ülkemizdeki
''koruma'' adına yapılan en büyük haksızlıktır. Bu haksızlık yok
edilmediği sürece vatandaşla devlet arasında koruma konusunda sağlıklı
bir diyalog kurulamaz.
Ülkemizde bu çarpık koruma politikasının bir başka önemli sorunu,
kurul üyeliği ve kurulların çalışma koşullarıdır. Bu kurullarda görev
alanların, nitelikleri, koruma konusundaki bilgi ve görgüleri, yetişmişlikleri,
böyle bir görevi yapabilmelerindeki yetkinlikleri tartışılmadan, kurullara
atanmaları son derece sakıncalıdır. Ayrıca kurullarda görev yapan ve temel
işlevleri korunması gerekli doğal ve kültür varlıkları hakkında rapor
hazırlayarak kurul üyelerine yardımcı olan raportörlerin yetişmeleri için
var olan yöntemin de yeterli olduğu söylenemez.
Koruma kurulları, bilindiği gibi üyelerin kurul toplantı yerine uzaklıkları
düşünülerek ayda bir, ancak üç gün arka arkaya ya da üç haftada bir
yine birkaç gün arka arkaya ya da haftada bir ya da iki gün toplanırlar.
Ancak bu toplantılarda, günde yaklaşık on, on beş dosya görüşülür ve
karara bağlanır. Her zaman korunması gereken yapıları yerinde görme olanağı
kurul üyelerince yoktur ve üyeler eldeki belgelere ve raportörün raporuna
dayanarak karar alır. Bu tür alınan kararların yüzde itibarıyla az olsa da
bazıları eksik inceleme nedeniyle doğru olmayabilir. Dolayısıyla kararların
her zaman sağlıklı alınabilmesi için kurul üyelerinin kurul dosyalarına
daha fazla zaman ayırmaları söz konusudur. Böyle bir durumun gerçekleşmesi
için de kurul üyelerinin bu görevi birincil görev olmalıdır. Başka bir
deyişle, bu göreve atanan üyelerin esas görevi kurul üyeliği olmalı ve öbür
görevlerini bırakmaları gerekir.
Kuşkusuz, ''korumaya karşı'' olmamızın başlıca nedenlerinden biri de
genellikle tescilli yapıların sahiplerine yeterince rant sağlanmamasında
yatmaktadır. Sağlıklı bir ''koruma politikası'' , bu gerçeği görerek
saptanmalıdır. Bu konuda çeşitli modeller geliştirilebilir. Örneğin
tescilli bina sahiplerinin mağduriyetleri, 3194 sayılı İmar Yasası'nda yer
alan on sekizinci maddedeki anlayışın koşutunda yapılacak bir düzenlemeyle,
diğer parsel sahipleriyle paylaşılabilir veya devlet eliyle bir fon yaratılarak
tescilli yapı sahiplerine mağduriyetleri (maddi kayıpları) karşılığı
yardım yapılır.
Koruma konusunda en büyük eksikliklerimizden biri de kuşkusuz eğitimdir.
Yine pek çok kez dile getirildiği gibi örgün ve yaygın eğitim modellerimiz
ülkemizde bu konuda yetersizdir. Korumaktan başka hiçbir amacı olmayan ÇEKÜL
ve Tarihi Kentler Birliği gibi sivil toplum örgütlerinin sayıları arttırılmalıdır.
Tarihimize ve kimliğimize sahip çıkmanın geleceğimiz için gerekli olduğunu
bir kez daha vurgulamalı ve koruma politikalarımızı yukarıda değindiğim
noktaları göz önüne alarak yeniden irdelemeliyiz. Bu noktalarla ilgili önlemler
ve öneriler ele alınmazsa ''korumaya karşı'' olmadığımızı hiçbir
kimseye kanıtlayamayız.
Cumhuriyet - Prof.Dr. Mete Tapan
|