reklam

15 Mart 2004 Pazartesi
Ana Sayfa > Haberler

Bilimin güvencesindeki kent
Porsuk'la Yaşamak...

Bu büyük emeklerden biri, hiç kuşkusuz ''Porsuk'' projesi.. Daha doğrusu, Eskişehir'i ''içinden su geçen kent'' yapan, ama kentin yıllardır bu değerini fark etmediği bir akarsuyu yeniden yaşamla ve uygarlıkla buluşturma projesi. Paris için Sen Nehri neyse, Eskişehir için de Porsuk'un o olduğunu halka anlatmanın ardından, nehir boyunca özel ulaşım araçlarının Avrupa'daki örneklerine bakılarak edinilmesi ve hatta bunların nehir kotundaki kademelerde özel havuzlara alınarak yollarına devam etmelerini sağlayan mekanik düzenlemelere kadar, kenti suyla bütünleştiren 12 km'lik dev proje artık tamamlanma aşamasında. Strasbourg örnek alınarak tasarlanıp uygulanan projeye, yılların ''çöplüğüne'' dönüşen nehir yatağının temizlenmesiyle başlanmış ve özenle biçimlenen yeni köprüler ile kıyı alanındaki park ve dinlence alanlarıyla da zenginleştirilmiş. Artık Eskişehir için Porsuk demek, gerçekten ''Eskişehir'i'' doyasıya yaşamak demek.

Cumhuriyet döneminin Türkiye'ye armağanı olan kentler arasındaki Eskişehir için 1999-2005 döneminin temel özelliği, hiç kuşkusuz ''bilimle güvenceye alınan'' bir kent olması. Daha önceki dönemlerinin mirası ve Eskişehir'in tarihsel merkezi olan Odunpazarı'nın da yeniden eski gururlu günlerine kavuşturulması çabalarından tutun, ulusal sanayimizin ilk örnekleriyle yaratılan ''Eski Fabrikalar Bölgesi'' nin çağdaş bir kültür ve rekreasyon alanına dönüştürülmesini başlatmaya kadar, son 5 yılda bu kente ''başka bir heyecan'' katan ne kadar proje ve uygulama varsa, öncelikle Anadolu Üniversitesi birikimlerinin devreye girmesiyle gerçekleşti. Denilebilir ki bu üniversiteyi de ülkemize kazandıran dönemlerin çalışkan ve özverili rektörü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen' in hem akademik kimliği, hem de belediye başkanı kişiliğinde, Eskişehir artık ''bilim ve kültürün rehberliğini'' yaşıyor.

Daha doğrusu, böylesi bir eşi bulunmaz rehberliğin yarattığı ayrıcalıklı kazanımları ve esenliği. 1999'un Nisan ayındaki yerel seçimlerin ardından Büyükşehir Belediyesi'ni yönetmeye başlayan Yılmaz Büyükerşen, ilk günlerdeki ''yabancılığını'' gizlemiyor ve diyor ki: ''Yaşamının en önemli yıllarını bir üniversiteyi yönetmeye adamış biri olarak, bu kez kentin sorumluluğunu üstlenince elbette ki çok farklı bir durumun yakama yapıştığını fark ettim. Ancak, ikisinde de ortak yanım, ne olursa olsun bilimin yol göstericiliğinde hareket etmekti. İşte bu kararlılık ile kısa sürede sorunları saptayıp çözümü için de önce toplum yararını gözeten bir bilimselliğin yerel yönetime kazandırılması ilk hedefimiz oldu.''

Büyükerşen bunları söylerken aslında YÖK yasasının da aynı tanımı getirdiğini anımsatarak; ''yasaya göre tüm üniversitelerin bir görevi de bulundukları kentteki kamu hizmetlerine yol göstericilik yapmak'' diyor ve ekliyor: ''Eğer bizim yaşama geçirdiğimiz bu kural diğer illerde de önemsenseydi, Türkiye bugün daha farklı bir yerde olurdu.''

Kentinin 'Hocası

Yılmaz Büyükerşen'le randevumuzdan önce kentte dolaşıyoruz... Konuştuğumuz hemen herkes, belediye konusunu açtığımızda ''Hoca'' larından söz ediyor. Büyükerşen'e kimse ''Başkanım'' demiyor ve Eskişehir'de ''Hocam'' demek adeta başkan anlamına geliyor. Bunun sadece bir ''saygı'' söylemi olmadığı, belediye hizmetlerinin uygulanmasında gösterdiği ''titizliğe'' bakılınca da başkan yerine kullanılmasının çok da aykırı sayılmayacağı o kadar belli ki.

Örneğin, sıradan bir kaldırım düzenlemesi ya da bir otobüs durağının yerine konmasında bile ustalar ''fen işlerinden'' değil, sanki hocadan çekiniyorlar. Büyükerşen, en ufak bir ayrıntıya kadar ilgileniyor ve ''hata'' görürse, yine başkan gibi değil hoca gibi ''ders verircesine'' uyarılarda bulunuyor... Bu tutumunun, kendisini ''aşırı meşgul ettiği'' yönündeki uyarılara karşı da hocanın yanıtı hazır ve kesin: ''Yaşamın içindeki bir özensizlik, genelin güzelliğini görmeyi de engeller. Bu da büyük emeklerin kıymetini örter ki, asla izin veremem.''

Tramvaysız Olmazdı...

Kentteki gezimizi, yıllardır bir ''gürültü ve egzoz koridoru'' gibi olan ve insana değil araçlara hizmet eden 2 Eylül Caddesi'nde, adeta ''salınarak'' sürdürüyoruz.. Uzun yıllar ''ana trafik arteri'' olmasına bakılmaksızın ''yayalaştırılan'' caddede herkesin yüzü gülüyor; sanki kimse eski günleri anımsamak bile istemiyor. Eskişehir Senfoni Orkestrası ve Büyükşehir Belediyesi Kent Tiyatrosu gibi kültür merkezlerinin yanı sıra her yaştan insanların buluştukları kahveler, pastaneler ve her türden mağazalar, bu aksı kent halkının ''kentli yaşamına'' kazandırmış. Porsuk kıyılarıyla da buluşulan bu huzur ortamına uygun ve çağdaş kent yaşamının olmazsa olmaz toplu taşıma seçeneği olan ''tramvay'' ise artık Eskişehir için hayal değil, adı ''Estram'' olan bir gerçek.

Büyükerşen diyor ki: ''Ulaşım sorununu da yıllardır hep yeni yollar açarak ya da caddeleri genişletmeye çalışarak sadece otomobile ve otobüse bağlı bir karayolu anlayışıyla çözmeye çalışan bilim dışı politikaların Eskişehir'de sona ermesi, ancak raylı sistemle mümkündü.''

Bu büyük hedefe ulaşabilmesini sadece 5 yıla sığdıran, dahası aynı dönemin ilk büyük dilimini de ''merkezi ve siyasi bürokrasiyi aşma'' çabalarıyla geçiren ''Hoca'' ve ekibinin Eskişehir'e uygun gördükleri tramvaylar da Avrupa'daki örnekler arasından titizlikle seçilmiş. Çift hatta 15 km'lik bir ilk güzergâh içinde, kuzeybatı-güneydoğu ve güneybatı-kuzeydoğu semtlerini çapraz olarak birleştiren tramvayla hemen her yere ''uygarca'' ulaşacak Eskişehirliler, büyük camlarından panoramik olarak da kentlerini ''müzik eşliğinde'' seyredecekler.

'Heykeller' Halkın Arasında

Böylesi yatırımlarla kenti hem yaşanabilir hem de modern kılmaya yönelik en önemli aşamaları geride bırakan Büyükerşen'in yine aynı çağdaşlığın bir göstergesi olarak Eskişehir'de başlattığı diğer bir uygulama ise Anadolu'nun tarih içindeki ''heykel'' kültürünü yeniden toplumla buluşturmak.

Efsanevi ''Frig'' coğrafyasının metropolü olmaya da yakışabilmek için bir ''heykeller kenti'' yaratmak üzere Anadolu Üniversitesi'nin genç sanatçılarıyla kolları sıvayan Büyükerşen, belediyeye ait bir atelye oluşturarak 3 yılda üretilen 50'ye yakın heykeli değişik kent mekânlarına kazandırdı.

Değişik insan ve hayvan figürlerinin yanı sıra Mal Hatun, Yunus Emre, Osmangazi ve Kral Midas gibi Eskişehir'in düşünce ve uygarlık tarihindeki simge kişilerin de heykelleri, artık kent halkıyla beraber günü karşılıyor ve yine halkla birlikte yaşamı paylaşıyorlar.

Trafolar Bile 'Heykelsi'

Büyükşehir Belediyesi'nin bu çabasına koşut bir ''kent ve sanat'' hizmetini de Tepebaşı Belediyesi hemen tüm trafo binalarına yöreye özgü dekoratif giydirmeler yaparak yerine getiriyor. Başkan Dr. Ahmet Ataç bu projesini anlatırken ''Kente katılan her yapı gibi trafoların da kimlikli ve saygılı olması gerektiğini düşündük ve eski evlerin, eski dükkânların özgün cepheleriyle bezedik'' diyor. Aralarında Frig uygarlığının ünlü ''Yazılıkaya'' sıyla da kaplanan örneklerin de bulunduğu Tepebaşı trafoları, ''kent kültüründen yoksun enerji mimarisini'' de Eskişehir'de geçersiz kılan bir estetik özenin belgeleri gibiler.

Geride kalan böylesi bir 5 yılın, yine daha önceki dönemlerde hemen hiç gündeme gelmeyen, gelse bile projeye dönüşmeyen en önemli önceliklerinden biri de ''tarihsel dokunun'' yaşatılması ve ''kültür mirası binaların'' korunarak yeni işlevlerle geleceğe taşınması.

Bu kentin adındaki ''eski'' deyişinin tarihten gelen bir gerçeklik olduğunu da kanıtlayan ve büyük çoğunluğu Odunpazarı'nda bulunan sivil mimarlık örneklerinin yok oluşlarını durdurmak için bir dizi proje geliştirildi. Odunpazarı Belediyesi'nin de kimi sokakları betondan kurtarıp parke ve taş döşemesiyle katkıda bulunduğu çabalarda ilk kez ''restorasyonlara'' başlanmış oldu.

Bu tarihi semtin, yeni kentsel dokuyla komşu olduğu Atatürk Bulvarı'na bakan cephesindeki varlıklarını ''apartman imarcılığına'' kurban eden 8 Odunpazarı evi, eski fotoğraflarından ve kalıntılarının rölövelerinden yararlanılarak özgün mimari görünümleriyle aynı yerde yeniden yaratıldılar.

Yine bu alandaki tümüyle yıkılmamış 3 geleneksel ev de restore edilerek ayrıca vaktiyle aralarından geçen eski bir sokak tarihi çeşmesiyle birlikte yeniden düzenlenerek ve hemen yanıbaşlarına da çağdaş bir kültür ve sanat merkezi ile kütüphane, semt evi ve Odunpazarı araştırmaları için enstitü merkezi tasarlanıp inşaatına da başlanarak kentin kimlik zenginliği kurtarılmış oldu. Projeyi yürüten Erkan Uçkan diyor ki: ''Aynı evleri yaparak konut şeklinde pazarlamayı öngören bir proje de vardı ama bu kentin çıkarına değildi. O nedenle, öncelikle konaklama işlevli bir kültür, bilim ve turizm kompleksini oluşturuyoruz. Burada, özellikle Odunpazarı'nı yaşamaya ve Eskişehir'in tarihini, kültürünü araştırmaya gelenler, hem konaklamış olacaklar, hem de en son teknolojik olanakları da kullanarak en modern çalışma ortamlarında bilimsel çalışmalarını sürdürebilecekler.''

Odunpazarı 'Fark Edildi'

Bu çabaların kuşkusuz en önemli kazanımlarından biri de Odunpazarı'nın Eskişehir için taşıdığı değeri ''fark edilir'' kılması ve yerel yönetim dışındaki kurumların da aynı bölgedeki mimari mirası kurtaracak projeler üretmeye başlamaları. Nitekim, Anadolu Üniversitesi'nin de Odunpazarı'ndaki geleneksel evlerde oluşturduğu konukevi tesislerinin yanı sıra kimi varlıklı aileler ile bazı kurumlar da benzer şekilde eski evleri sahiplenerek, restore edip yaşatıyorlar.

Bu örneklerin çoğalması karşısında yenilerinin daha hızla gündeme geleceğini belirten Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir için geçen 5 yıldan geleceğe taşınacak ''kent bilincini'' ise şöyle özetliyor: ''Bu kent; içinden geçen ırmağın değerini, toplu taşımada raylı sistemin güzelliğini, üniversitenin uzakta değil yanında yer aldığını, caddelerin otomobille değil insanla şenlendiğini, kültür ve sanatın belli bir kesime değil herkese gerekli olduğunu, heykelin süs değil yaşamı anlamlı kıldığını, hatta eski faytonların bile yeniden caddelerde dolaşabileceğini ve artık yok olmaları beklenen tarihi mimarlık kültürünün yarınlara da taşınabileceğini gördü, hatta yaşamaya başladı ve kucakladı. Artık geriye dönüş olamaz ve yarınları karanlık kılacak hiçbir güç, Eskişehir'den yüz bulamaz.''
Cumhuriyet

 

Mart 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06 07
08 09 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Diyalog

Korhan Gümüş ve Behiç Ak 21 Şubat-30 Mart 2004 tarihleri arasında Diyalog bölümümüze konuk oluyor.

Kamusal Mimarlık üzerine gerçekleşen Diyalog buluşmasını  okumak için  buraya tıklayın...

Kamusal Mimarlık hakkında görüşlerinizi bildirmek için buraya tıklayın...

 
Vitra'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz