Bilimin güvencesindeki kent
Porsuk'la Yaşamak...
Bu büyük emeklerden biri, hiç kuşkusuz ''Porsuk'' projesi.. Daha doğrusu,
Eskişehir'i ''içinden su geçen kent'' yapan, ama kentin yıllardır bu değerini
fark etmediği bir akarsuyu yeniden yaşamla ve uygarlıkla buluşturma projesi.
Paris için Sen Nehri neyse, Eskişehir için de Porsuk'un o olduğunu halka
anlatmanın ardından, nehir boyunca özel ulaşım araçlarının Avrupa'daki
örneklerine bakılarak edinilmesi ve hatta bunların nehir kotundaki
kademelerde özel havuzlara alınarak yollarına devam etmelerini sağlayan
mekanik düzenlemelere kadar, kenti suyla bütünleştiren 12 km'lik dev proje
artık tamamlanma aşamasında. Strasbourg örnek alınarak tasarlanıp
uygulanan projeye, yılların ''çöplüğüne'' dönüşen nehir yatağının
temizlenmesiyle başlanmış ve özenle biçimlenen yeni köprüler ile kıyı
alanındaki park ve dinlence alanlarıyla da zenginleştirilmiş. Artık Eskişehir
için Porsuk demek, gerçekten ''Eskişehir'i'' doyasıya yaşamak demek.
Cumhuriyet döneminin Türkiye'ye armağanı olan kentler arasındaki Eskişehir
için 1999-2005 döneminin temel özelliği, hiç kuşkusuz ''bilimle güvenceye
alınan'' bir kent olması. Daha önceki dönemlerinin mirası ve Eskişehir'in
tarihsel merkezi olan Odunpazarı'nın da yeniden eski gururlu günlerine kavuşturulması
çabalarından tutun, ulusal sanayimizin ilk örnekleriyle yaratılan ''Eski
Fabrikalar Bölgesi'' nin çağdaş bir kültür ve rekreasyon alanına dönüştürülmesini
başlatmaya kadar, son 5 yılda bu kente ''başka bir heyecan'' katan ne kadar
proje ve uygulama varsa, öncelikle Anadolu Üniversitesi birikimlerinin devreye
girmesiyle gerçekleşti. Denilebilir ki bu üniversiteyi de ülkemize kazandıran
dönemlerin çalışkan ve özverili rektörü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'
in hem akademik kimliği, hem de belediye başkanı kişiliğinde, Eskişehir
artık ''bilim ve kültürün rehberliğini'' yaşıyor.
Daha doğrusu, böylesi bir eşi bulunmaz rehberliğin yarattığı ayrıcalıklı
kazanımları ve esenliği. 1999'un Nisan ayındaki yerel seçimlerin ardından
Büyükşehir Belediyesi'ni yönetmeye başlayan Yılmaz Büyükerşen, ilk günlerdeki
''yabancılığını'' gizlemiyor ve diyor ki: ''Yaşamının en önemli yıllarını
bir üniversiteyi yönetmeye adamış biri olarak, bu kez kentin sorumluluğunu
üstlenince elbette ki çok farklı bir durumun yakama yapıştığını fark
ettim. Ancak, ikisinde de ortak yanım, ne olursa olsun bilimin yol göstericiliğinde
hareket etmekti. İşte bu kararlılık ile kısa sürede sorunları saptayıp
çözümü için de önce toplum yararını gözeten bir bilimselliğin yerel yönetime
kazandırılması ilk hedefimiz oldu.''
Büyükerşen bunları söylerken aslında YÖK yasasının da aynı tanımı
getirdiğini anımsatarak; ''yasaya göre tüm üniversitelerin bir görevi de
bulundukları kentteki kamu hizmetlerine yol göstericilik yapmak'' diyor ve
ekliyor: ''Eğer bizim yaşama geçirdiğimiz bu kural diğer illerde de önemsenseydi,
Türkiye bugün daha farklı bir yerde olurdu.''
Kentinin 'Hocası
Yılmaz Büyükerşen'le randevumuzdan önce kentte dolaşıyoruz... Konuştuğumuz
hemen herkes, belediye konusunu açtığımızda ''Hoca'' larından söz ediyor.
Büyükerşen'e kimse ''Başkanım'' demiyor ve Eskişehir'de ''Hocam'' demek
adeta başkan anlamına geliyor. Bunun sadece bir ''saygı'' söylemi olmadığı,
belediye hizmetlerinin uygulanmasında gösterdiği ''titizliğe'' bakılınca
da başkan yerine kullanılmasının çok da aykırı sayılmayacağı o kadar
belli ki.
Örneğin, sıradan bir kaldırım düzenlemesi ya da bir otobüs durağının
yerine konmasında bile ustalar ''fen işlerinden'' değil, sanki hocadan çekiniyorlar.
Büyükerşen, en ufak bir ayrıntıya kadar ilgileniyor ve ''hata'' görürse,
yine başkan gibi değil hoca gibi ''ders verircesine'' uyarılarda bulunuyor...
Bu tutumunun, kendisini ''aşırı meşgul ettiği'' yönündeki uyarılara karşı
da hocanın yanıtı hazır ve kesin: ''Yaşamın içindeki bir özensizlik,
genelin güzelliğini görmeyi de engeller. Bu da büyük emeklerin kıymetini
örter ki, asla izin veremem.''
Tramvaysız Olmazdı...
Kentteki gezimizi, yıllardır bir ''gürültü ve egzoz koridoru'' gibi olan
ve insana değil araçlara hizmet eden 2 Eylül Caddesi'nde, adeta ''salınarak''
sürdürüyoruz.. Uzun yıllar ''ana trafik arteri'' olmasına bakılmaksızın
''yayalaştırılan'' caddede herkesin yüzü gülüyor; sanki kimse eski günleri
anımsamak bile istemiyor. Eskişehir Senfoni Orkestrası ve Büyükşehir
Belediyesi Kent Tiyatrosu gibi kültür merkezlerinin yanı sıra her yaştan
insanların buluştukları kahveler, pastaneler ve her türden mağazalar, bu
aksı kent halkının ''kentli yaşamına'' kazandırmış. Porsuk kıyılarıyla
da buluşulan bu huzur ortamına uygun ve çağdaş kent yaşamının olmazsa
olmaz toplu taşıma seçeneği olan ''tramvay'' ise artık Eskişehir için
hayal değil, adı ''Estram'' olan bir gerçek.
Büyükerşen diyor ki: ''Ulaşım sorununu da yıllardır hep yeni yollar açarak
ya da caddeleri genişletmeye çalışarak sadece otomobile ve otobüse bağlı
bir karayolu anlayışıyla çözmeye çalışan bilim dışı politikaların
Eskişehir'de sona ermesi, ancak raylı sistemle mümkündü.''
Bu büyük hedefe ulaşabilmesini sadece 5 yıla sığdıran, dahası aynı dönemin
ilk büyük dilimini de ''merkezi ve siyasi bürokrasiyi aşma'' çabalarıyla
geçiren ''Hoca'' ve ekibinin Eskişehir'e uygun gördükleri tramvaylar da
Avrupa'daki örnekler arasından titizlikle seçilmiş. Çift hatta 15 km'lik
bir ilk güzergâh içinde, kuzeybatı-güneydoğu ve güneybatı-kuzeydoğu
semtlerini çapraz olarak birleştiren tramvayla hemen her yere ''uygarca'' ulaşacak
Eskişehirliler, büyük camlarından panoramik olarak da kentlerini ''müzik eşliğinde''
seyredecekler.
'Heykeller' Halkın Arasında
Böylesi yatırımlarla kenti hem yaşanabilir hem de modern kılmaya yönelik
en önemli aşamaları geride bırakan Büyükerşen'in yine aynı çağdaşlığın
bir göstergesi olarak Eskişehir'de başlattığı diğer bir uygulama ise
Anadolu'nun tarih içindeki ''heykel'' kültürünü yeniden toplumla buluşturmak.
Efsanevi ''Frig'' coğrafyasının metropolü olmaya da yakışabilmek için
bir ''heykeller kenti'' yaratmak üzere Anadolu Üniversitesi'nin genç sanatçılarıyla
kolları sıvayan Büyükerşen, belediyeye ait bir atelye oluşturarak 3 yılda
üretilen 50'ye yakın heykeli değişik kent mekânlarına kazandırdı.
Değişik insan ve hayvan figürlerinin yanı sıra Mal Hatun, Yunus Emre,
Osmangazi ve Kral Midas gibi Eskişehir'in düşünce ve uygarlık tarihindeki
simge kişilerin de heykelleri, artık kent halkıyla beraber günü karşılıyor
ve yine halkla birlikte yaşamı paylaşıyorlar.
Trafolar Bile 'Heykelsi'
Büyükşehir Belediyesi'nin bu çabasına koşut bir ''kent ve sanat''
hizmetini de Tepebaşı Belediyesi hemen tüm trafo binalarına yöreye özgü
dekoratif giydirmeler yaparak yerine getiriyor. Başkan Dr. Ahmet Ataç bu
projesini anlatırken ''Kente katılan her yapı gibi trafoların da kimlikli ve
saygılı olması gerektiğini düşündük ve eski evlerin, eski dükkânların
özgün cepheleriyle bezedik'' diyor. Aralarında Frig uygarlığının ünlü
''Yazılıkaya'' sıyla da kaplanan örneklerin de bulunduğu Tepebaşı
trafoları, ''kent kültüründen yoksun enerji mimarisini'' de Eskişehir'de geçersiz
kılan bir estetik özenin belgeleri gibiler.
Geride kalan böylesi bir 5 yılın, yine daha önceki dönemlerde hemen hiç
gündeme gelmeyen, gelse bile projeye dönüşmeyen en önemli önceliklerinden
biri de ''tarihsel dokunun'' yaşatılması ve ''kültür mirası binaların''
korunarak yeni işlevlerle geleceğe taşınması.
Bu kentin adındaki ''eski'' deyişinin tarihten gelen bir gerçeklik olduğunu
da kanıtlayan ve büyük çoğunluğu Odunpazarı'nda bulunan sivil mimarlık
örneklerinin yok oluşlarını durdurmak için bir dizi proje geliştirildi.
Odunpazarı Belediyesi'nin de kimi sokakları betondan kurtarıp parke ve taş döşemesiyle
katkıda bulunduğu çabalarda ilk kez ''restorasyonlara'' başlanmış oldu.
Bu tarihi semtin, yeni kentsel dokuyla komşu olduğu Atatürk Bulvarı'na
bakan cephesindeki varlıklarını ''apartman imarcılığına'' kurban eden 8
Odunpazarı evi, eski fotoğraflarından ve kalıntılarının rölövelerinden
yararlanılarak özgün mimari görünümleriyle aynı yerde yeniden yaratıldılar.
Yine bu alandaki tümüyle yıkılmamış 3 geleneksel ev de restore edilerek
ayrıca vaktiyle aralarından geçen eski bir sokak tarihi çeşmesiyle birlikte
yeniden düzenlenerek ve hemen yanıbaşlarına da çağdaş bir kültür ve
sanat merkezi ile kütüphane, semt evi ve Odunpazarı araştırmaları için
enstitü merkezi tasarlanıp inşaatına da başlanarak kentin kimlik zenginliği
kurtarılmış oldu. Projeyi yürüten Erkan Uçkan diyor ki: ''Aynı evleri
yaparak konut şeklinde pazarlamayı öngören bir proje de vardı ama bu kentin
çıkarına değildi. O nedenle, öncelikle konaklama işlevli bir kültür,
bilim ve turizm kompleksini oluşturuyoruz. Burada, özellikle Odunpazarı'nı
yaşamaya ve Eskişehir'in tarihini, kültürünü araştırmaya gelenler, hem
konaklamış olacaklar, hem de en son teknolojik olanakları da kullanarak en
modern çalışma ortamlarında bilimsel çalışmalarını sürdürebilecekler.''
Odunpazarı 'Fark Edildi'
Bu çabaların kuşkusuz en önemli kazanımlarından biri de Odunpazarı'nın
Eskişehir için taşıdığı değeri ''fark edilir'' kılması ve yerel yönetim
dışındaki kurumların da aynı bölgedeki mimari mirası kurtaracak projeler
üretmeye başlamaları. Nitekim, Anadolu Üniversitesi'nin de Odunpazarı'ndaki
geleneksel evlerde oluşturduğu konukevi tesislerinin yanı sıra kimi varlıklı
aileler ile bazı kurumlar da benzer şekilde eski evleri sahiplenerek, restore
edip yaşatıyorlar.
Bu örneklerin çoğalması karşısında yenilerinin daha hızla gündeme
geleceğini belirten Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir için geçen 5 yıldan
geleceğe taşınacak ''kent bilincini'' ise şöyle özetliyor: ''Bu kent; içinden
geçen ırmağın değerini, toplu taşımada raylı sistemin güzelliğini, üniversitenin
uzakta değil yanında yer aldığını, caddelerin otomobille değil insanla şenlendiğini,
kültür ve sanatın belli bir kesime değil herkese gerekli olduğunu, heykelin
süs değil yaşamı anlamlı kıldığını, hatta eski faytonların bile
yeniden caddelerde dolaşabileceğini ve artık yok olmaları beklenen tarihi
mimarlık kültürünün yarınlara da taşınabileceğini gördü, hatta yaşamaya
başladı ve kucakladı. Artık geriye dönüş olamaz ve yarınları karanlık
kılacak hiçbir güç, Eskişehir'den yüz bulamaz.''
Cumhuriyet
|