reklam

22 Mart 2004 Pazartesi
Ana Sayfa > Haberler

Selçuklu sultanlarının kemiklerini köpekler yedi

Türkiye'de bugüne kadar birçok tarihi eser yerle bir edildi, tahribe uğradı, taşınabilenleri yurtdışına kaçırıldı, ama Konya'da bundan on yıl önce yaşanan ve ayrıntıları ancak şimdi ortaya çıkan bir rezaletin eşi-benzeri görülmedi.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Aláeddin Camii'nin türbe kısmında başlattığı bir onarım sırasında türbeleri camide bulunan Anadolu Selçuklu Devleti'nin önde gelen sekiz hükümdarının láhidleri de bakım maksadıyla açıldı ama láhidlerden çıkartılanlar açıkta unutulunca gece türbeye üşüşen köpekler, Selçuklu sultanlarının kemiklerini kapıp gittiler. Kemiklerden artakalanlar ertesi sabah üzerinde camiin de yeraldığı Aláeddin Tepesi'nin dört bir yanından toplandı, sekiz láhde gözkararı yerleştirildi. Geçen yıl bir gazetede ufak bir şekilde yeralan bu olayı, hafta içerisinde seçim araştırması için gittiğim Konya’da inceledim, bazı müze müdürlerine de doğrulattım ve benzerine rastlanamayacak ayrıntılarla karşılaştım.

Tarihi eserlerimizi talan etmek uğruna bugüne kadar elimizden gelen herşeyi yaptık. Binaları yokettik, edemediklerimizi türlü türlü tahribata uğrattık, hazinelerimizi yurtdışına kaçırıp sattık ama Konya'da bundan on yıl önce yaşanan ve ayrıntıları ancak şimdi ortaya çıkan bir rezaletin benzerini hiçbir zaman yaşamadık: Anadolu Selçuklu Devleti'nin önde gelen sekiz hükümdarının kemiklerini köpeklere kaptırdık.

Herşey, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Konya'da ‘‘Aláeddin Tepesi’’ diye bilinen büyük höyüğün üzerinde yeralan ve Selçuklu hükümdarı Aláeddin Keykubad tarafından inşa ettirilen 800 yıllık Aláeddin Camii'nin türbe kısmında bakım ve onarım yapmaya karar vermesiyle başladı.

Türbede, Anadolu Selçuklu Devleti'nde 1166 ile 1284 yılları arasında hüküm sürmüş olan Sultan Birinci Mesud, İkinci Kılıçarslan, İkinci Rükneddin Süleyman, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Birinci Aláeddin Keykubad, İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan ve Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev yatıyordu ve bu hükümdarlar Selçuklular'ın en önemli sultanlarıydılar.

Eski Türklerde devlet büyüklerinin mezarları genellikle ‘‘zir-i zemin’’ şeklinde yapılırdı. ‘‘Zir-i zemin’’, ‘‘zeminin altı’’ demekti ve cenaze yer seviyesinin aşağısında bulunan bir odaya defnedilir; cesed bazen şamanist Türkler'in devirlerden kalma bir geleneğe uyularak mumyalanır ve mumya bu odadaki bir láhdin içine konurdu. Odadan yukarıya uzanan merdivenin alttaki ilk basamağına duvar örülür, son basamağın üzerine de bir kapak konur, odanın yukarıyla alákası kesilir ve yukarıda tam mezarın bulunduğu yere isabet eden noktaya bir başka láhid yapılır ve türbe niyetine bu láhid ziyaret edilirdi.

Bizde birçok önemli devlet adamının, düşünürün, hatta varlıklı kişinin mezarları işte böyle, ‘‘zir-i zemin’’ şeklindeydi. Selçuklu sultanlarının ve beylerinin çoğu, Fatih Sultan Mehmed de dahil olmak üzere Osmanlılar'ın ilk yedi hükümdarı ve Mevláná Celáleddin-i Rumi, ‘‘zir-i zemin’’ bir türbede yatmaktaydı; hattá Anıtkabir'in inşasında da bu eski Türk mezar geleneğine uyulmuştu ve Atatürk son uykusunu bugün hepimizin bildiği yekpáre büyük mermerin altındaki asıl mezar odasında uyumaktaydı.

Sembolik Lahidler 
Konya'daki Aláaddin Camii'nde bulunan sultan mezarları da bu şekildeydi ve asıl mezarlar, láhidlerin bulunduğu salonun altındaki odada bulunuyorlardı ve cenazeler bu odadaki láhidlerin içerisindeydiler.

Türbede esaslı bir onarım yapmak isteyen Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün gönderdiği işçiler, ilk iş olarak zeminin altındaki asıl mezar odasına girerek bakım maksadıyla hükümdar mezarlarının tamamını, yani sekiz láhdin hepsinin kapaklarını açtılar. Türkiye'yi asırlar önce idare etmiş olan hükümdarlardan geriye sadece kemikler kalmıştı ama cenazeler láhidlerde bulundukları ve toprakla tam olarak temas etmedikleri için kemikler noksansız birer iskelet teşkil edecek vaziyetteydiler.

Láhidlerin içleri temizlenirken kemikler de alındı, daha önceden her hükümdar için ayrı ayrı hazırlanmış olan çuvallara kondu, bir kenara bırakıldı ve mezar odasının bakımı yapıldı.

İş bitmiş, sıra kemiklerin eski yerlerine yerleştirilmesine gelmişti ama vakit epey geç olmuştu ve paydos edildi. Kemikler ertesi sabah yerlerine konmak üzere çuvalların içerisinde bırakıldı ve işçiler çıkıp gittiler.

Ama iki küçük ayrıntı unutulmuştu: Çuvalların ağzının bağlanması ve mezar odasına açılan havalandırma deliklerinin kapatılması...

Ne olduysa, o gece oldu ve mezar odası birkaç asırlık da olsa çok sayıda kemiğin açıkta bulunduğunu hisseden köpeklerin akınına uğradı. Havalandırma deliklerinden mezar odasına giren köpekler çuvalları parçaladılar ve herbiri ağzında bir kemikle dışarıya çıktı. Köpeklerden biri Aláeddin Keykubad'ın uyluğunu kapmış, bir diğeri Kılıçarslan'ın kaval kemiğini almıştı; Gıyaseddin Keyhüsrev'in kaburgası, Mesud'un leğen kemiğinin parçası yahut Rükneddin Süleyman'ın çenesi, köpeklerin dişlerinin arasındaydı.

Ertesi sabah işbaşı yapan işçiler, dehşet verici bir manzarayla karşılaştılar. Aláeddin Camii'nin ve türbenin bulunduğu tepenin dört bir yanı kemiklerle doluydu. Köpekler, mezar odasından aldıkları kemikleri dışarı taşımış, oynamış ve güneş doğarken bir tarafa atıp gitmişlerdi. Hemen her taşın yahut bir ağacın altında bir hükümdara ait iskelet parçası vardı.

Vakıflar'ın işçileri kemikleri hemen toplamaya başladılar ve bulabildikleri parçaları yine çuvallara doldurup geriye, mezar odasına götürdüler. Kemikler láhidlere yerleştirilecekti ama hepsi karışmıştı ve iş seçmece usulüyle tamamlandı. Çuvallarda ne varsa ortaya yığıldı; bacakların, kolların, kaburgaların ve diğer kemiklerin basit bir tasnifi yapıldı ve sekiz ayrı mezara paylaştırıldı. Ama hangi kemiğin kime ait olduğu bilinmiyordu, dolayısıyla Aláeddin Keykubad'a Rükneddin Kılıçarslan'ın bacağı düştü; Aláeddin, Mesud'un kaburgalarından nasibini aldı. Rükneddin'in láhdine de büyük ihtimalle Birinci yahud İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in kolu ve kalça kemiği kondu.

Heykelini Dikmiştik  
Kemiklerini köpeklerin yediği bu sekiz hükümdar arasında, Anadolu Selçuklu Devleti'nin en önemli sultanları vardı. Meselá Birinci Mesud, Anadolu'da adına altın para bastıran ilk Türk hükümdardı. İkinci Kılıçarslan, 1176'da Denizli taraflarındaki Miryakefalon'da Bizanslılar'ı son ve kesin bir yenilgiye uğratmış ve Alparslan'ın Malazgirt Zaferi ile başlayan Anadolu'nun Türkleştirilmesi işini tamamlamıştı. Aláeddin Keykubad ise Anadolu Selçuklu Devleti'nin en parlak devrini yaşatan sultanıydı. Aláiye'yi yani bugünkü ismiyle Alanya'yı yeniden váretmiş ve şehre kendi ismini vermişti. Geçtiğimiz yıllarda Alanya'nın girişine hükümdarın at üzerinde koskoca bir heykelini dikmiş, Konya'daki Selçuk Üniversitesi'nin en büyük yerleşim birimine ‘‘Aláeddin Keykubad Kampüsü’’ adını vermiş ama kemiklerine sahip çıkamamıştık.

Geçen yıl bir gazetede ufak şekilde yeralan bu haberin ayrıntılarını ben, Doğan Haber Ajansı'nın Konya Bürosu'ndaki genç muhabir Kerem Pulgat'tan öğrendim. İşin daha da garip olan tarafı, Konya Valiliği'nin geçen yıl bu konuda bir soruşturma açması ama bir neticeye bağlamamış olmasıydı.

Devlet Kurmuşlardı  
Anadolu Selçuklu Devleti'nin sekiz önemli hükümdarının kemiklerini köpeklere yedirmemizin öyküsü, kısaca böyle. Hadiseyi yorumlarken, bir hususu mutlaka gözönünde tutmamız gerekiyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun Osman Gazi'den Kanuni Süleyman'a kadar olan ilk on hükümdarı, yani devletin kuruluşunu tamamlayıp yükselme devrini yaşayan sultanlar tarihimiz için ne kadar önemli ise, sahip çıkamadığımız, kemiklerini köpeklerin ağzından topladığımız bu sekiz Selçuklu hükümdarı da aynı derecede öneme sahiptir. Şimdi pek hatırlamadığımız Anadolu Selçuklu Devleti'ni kuruluş döneminde tahta çıkmış ve devlete en parlak günlerini yaşatmış sultanlardır.

Bu sekiz hükümdar, Alparslan'ın başlattığı işi tamamlayıp Anadolu'yu bir Türk toprağı haline getirmişlerdi ve onlara olan şükranımızı, kemiklerini köpeklere kaptırarak ödedik.

Kemikleri köpeklere yem olan Selçuklu hükümdarları ve saltanat süreleri

Birinci Mesud (1146-1155).
İkinci Kılıçarslan (1155-1192).
İkinci Rükneddin Süleyman (1196).
Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1211).
Birinci Aláeddin Keykubat (1220-1237).
İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246).
Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan (1262-1266).
Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284).

Mezarları bizden önce Haçlılar açmışlardı
Konya'da mezarların açılması ve hükümdar kemiklerinin köpeklere kaptırılması hadisesinin bir benzerini bundan 800 yıl kadar önce de yaşamıştık ama arada ufak bir fark vardı: O zaman mezarları açanlar biz Türkler değil, Haçlı ordularıydı.

1190'da Haçlı Seferleri'nin üçüncüsü yapılıyordu, onbinlerce kişilik Haçlı ordusu yine Anadolu'daydı ve Anadolu Selçuklu tahtında İkinci Kılıçarslan oturuyordu.

Başında Alman İmparatoru Frederik Barbaros'un bulunduğu Kudüs'e gitmeye çalışan Haçlılar, yollarının üzerinde bulunan Konya'yı kuşattılar. Şehri, Kılıçarslan'ın oğullarından olan Kutbüddin Melikşah müdafaa ediyordu. Frederik Barbaros şehri bir türlü alamayınca, Selçuklu tarafının moralini bozmak maksadıyla askerlerine Konya'nın dış mahallelerinde bulunan Müslüman mezarlarını deşmelerini emretti.

Emir yerine getirildi ve çıkartılan cesedlere, kalenin burçlarında Haçlılar'ın hareketlerini takip etmekte olan Selçuklu askerlerinin gözleri önünde her türlü saygısızlık yapıldı. İskeletlerin kemikleri kırılıyor, henüz çürümemiş olan cesedlere karşı hiçbir edepsizlikten çekinilmiyordu.

Mezarların deşilmesi, Selçuklu tarafının moralini son derece bozdu, dayanma gücünü kırdı, Konya'nın önündeki savunma hatları birer birer çöktü ve Haçlılar şehre girip yağmaladılar. İkinci Kılıçarslan, Alman İmparatoru Frederik Barbaros ile anlaşarak Konya'yı harap bir şekilde geri alacak, Frederik ise birkaç hafta sonra Silifke Çayı'nda boğulacaktı.
Hürriyet - Murat Bardakçı

 

Mart 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06 07
08 09 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31
diğer aylar için tıklayın

ARKIMEET

ARKIMEET "Çağdaş Hollanda Mimarlığı" Konferansları serisinin davetlisi olarak, Adriaan Geuze 22 Mart 2004 Saat: 19:00'da İTÜ Maçka Kampüsü Mustafa Kemal Anfisi (Eski Maçka G Anfisi)'nde konferans verecek.

Davetiye için tıklayın.


Philips Armatür'ün katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz