Selçuklu sultanlarının
kemiklerini köpekler yedi
Türkiye'de bugüne kadar birçok tarihi eser yerle
bir edildi, tahribe uğradı, taşınabilenleri yurtdışına kaçırıldı, ama
Konya'da bundan on yıl önce yaşanan ve ayrıntıları ancak şimdi ortaya çıkan
bir rezaletin eşi-benzeri görülmedi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Aláeddin Camii'nin türbe kısmında başlattığı
bir onarım sırasında türbeleri camide bulunan Anadolu Selçuklu Devleti'nin
önde gelen sekiz hükümdarının láhidleri de bakım maksadıyla açıldı
ama láhidlerden çıkartılanlar açıkta unutulunca gece türbeye üşüşen köpekler,
Selçuklu sultanlarının kemiklerini kapıp gittiler. Kemiklerden artakalanlar
ertesi sabah üzerinde camiin de yeraldığı Aláeddin Tepesi'nin dört bir yanından
toplandı, sekiz láhde gözkararı yerleştirildi. Geçen yıl bir gazetede
ufak bir şekilde yeralan bu olayı, hafta içerisinde seçim araştırması için
gittiğim Konya’da inceledim, bazı müze müdürlerine de doğrulattım ve
benzerine rastlanamayacak ayrıntılarla karşılaştım.
Tarihi eserlerimizi talan etmek uğruna bugüne kadar elimizden gelen herşeyi
yaptık. Binaları yokettik, edemediklerimizi türlü türlü tahribata uğrattık,
hazinelerimizi yurtdışına kaçırıp sattık ama Konya'da bundan on yıl önce
yaşanan ve ayrıntıları ancak şimdi ortaya çıkan bir rezaletin benzerini
hiçbir zaman yaşamadık: Anadolu Selçuklu Devleti'nin önde gelen sekiz hükümdarının
kemiklerini köpeklere kaptırdık.
Herşey, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Konya'da ‘‘Aláeddin
Tepesi’’ diye bilinen büyük höyüğün üzerinde yeralan ve Selçuklu hükümdarı
Aláeddin Keykubad tarafından inşa ettirilen 800 yıllık Aláeddin Camii'nin
türbe kısmında bakım ve onarım yapmaya karar vermesiyle başladı.
Türbede, Anadolu Selçuklu Devleti'nde 1166 ile 1284 yılları arasında hüküm
sürmüş olan Sultan Birinci Mesud, İkinci Kılıçarslan, İkinci Rükneddin
Süleyman, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Birinci Aláeddin Keykubad, İkinci Gıyaseddin
Keyhüsrev, Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan ve Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev
yatıyordu ve bu hükümdarlar Selçuklular'ın en önemli sultanlarıydılar.
Eski Türklerde devlet büyüklerinin mezarları genellikle ‘‘zir-i
zemin’’ şeklinde yapılırdı. ‘‘Zir-i zemin’’, ‘‘zeminin altı’’
demekti ve cenaze yer seviyesinin aşağısında bulunan bir odaya defnedilir;
cesed bazen şamanist Türkler'in devirlerden kalma bir geleneğe uyularak
mumyalanır ve mumya bu odadaki bir láhdin içine konurdu. Odadan yukarıya
uzanan merdivenin alttaki ilk basamağına duvar örülür, son basamağın üzerine
de bir kapak konur, odanın yukarıyla alákası kesilir ve yukarıda tam mezarın
bulunduğu yere isabet eden noktaya bir başka láhid yapılır ve türbe
niyetine bu láhid ziyaret edilirdi.
Bizde birçok önemli devlet adamının, düşünürün, hatta varlıklı kişinin
mezarları işte böyle, ‘‘zir-i zemin’’ şeklindeydi. Selçuklu
sultanlarının ve beylerinin çoğu, Fatih Sultan Mehmed de dahil olmak üzere
Osmanlılar'ın ilk yedi hükümdarı ve Mevláná Celáleddin-i Rumi,
‘‘zir-i zemin’’ bir türbede yatmaktaydı; hattá Anıtkabir'in inşasında
da bu eski Türk mezar geleneğine uyulmuştu ve Atatürk son uykusunu bugün
hepimizin bildiği yekpáre büyük mermerin altındaki asıl mezar odasında
uyumaktaydı.
Sembolik Lahidler
Konya'daki Aláaddin Camii'nde bulunan sultan mezarları da bu şekildeydi
ve asıl mezarlar, láhidlerin bulunduğu salonun altındaki odada bulunuyorlardı
ve cenazeler bu odadaki láhidlerin içerisindeydiler.
Türbede esaslı bir onarım yapmak isteyen Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün
gönderdiği işçiler, ilk iş olarak zeminin altındaki asıl mezar odasına
girerek bakım maksadıyla hükümdar mezarlarının tamamını, yani sekiz láhdin
hepsinin kapaklarını açtılar. Türkiye'yi asırlar önce idare etmiş olan hükümdarlardan
geriye sadece kemikler kalmıştı ama cenazeler láhidlerde bulundukları ve
toprakla tam olarak temas etmedikleri için kemikler noksansız birer iskelet teşkil
edecek vaziyetteydiler.
Láhidlerin içleri temizlenirken kemikler de alındı, daha önceden her hükümdar
için ayrı ayrı hazırlanmış olan çuvallara kondu, bir kenara bırakıldı
ve mezar odasının bakımı yapıldı.
İş bitmiş, sıra kemiklerin eski yerlerine yerleştirilmesine gelmişti
ama vakit epey geç olmuştu ve paydos edildi. Kemikler ertesi sabah yerlerine
konmak üzere çuvalların içerisinde bırakıldı ve işçiler çıkıp
gittiler.
Ama iki küçük ayrıntı unutulmuştu: Çuvalların ağzının bağlanması
ve mezar odasına açılan havalandırma deliklerinin kapatılması...
Ne olduysa, o gece oldu ve mezar odası birkaç asırlık da olsa çok sayıda
kemiğin açıkta bulunduğunu hisseden köpeklerin akınına uğradı. Havalandırma
deliklerinden mezar odasına giren köpekler çuvalları parçaladılar ve
herbiri ağzında bir kemikle dışarıya çıktı. Köpeklerden biri Aláeddin
Keykubad'ın uyluğunu kapmış, bir diğeri Kılıçarslan'ın kaval kemiğini
almıştı; Gıyaseddin Keyhüsrev'in kaburgası, Mesud'un leğen kemiğinin parçası
yahut Rükneddin Süleyman'ın çenesi, köpeklerin dişlerinin arasındaydı.
Ertesi sabah işbaşı yapan işçiler, dehşet verici bir manzarayla karşılaştılar.
Aláeddin Camii'nin ve türbenin bulunduğu tepenin dört bir yanı kemiklerle
doluydu. Köpekler, mezar odasından aldıkları kemikleri dışarı taşımış,
oynamış ve güneş doğarken bir tarafa atıp gitmişlerdi. Hemen her taşın
yahut bir ağacın altında bir hükümdara ait iskelet parçası vardı.
Vakıflar'ın işçileri kemikleri hemen toplamaya başladılar ve
bulabildikleri parçaları yine çuvallara doldurup geriye, mezar odasına götürdüler.
Kemikler láhidlere yerleştirilecekti ama hepsi karışmıştı ve iş seçmece
usulüyle tamamlandı. Çuvallarda ne varsa ortaya yığıldı; bacakların,
kolların, kaburgaların ve diğer kemiklerin basit bir tasnifi yapıldı ve
sekiz ayrı mezara paylaştırıldı. Ama hangi kemiğin kime ait olduğu
bilinmiyordu, dolayısıyla Aláeddin Keykubad'a Rükneddin Kılıçarslan'ın
bacağı düştü; Aláeddin, Mesud'un kaburgalarından nasibini aldı. Rükneddin'in
láhdine de büyük ihtimalle Birinci yahud İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in
kolu ve kalça kemiği kondu.
Heykelini Dikmiştik
Kemiklerini köpeklerin yediği bu sekiz hükümdar arasında, Anadolu Selçuklu
Devleti'nin en önemli sultanları vardı. Meselá Birinci Mesud, Anadolu'da adına
altın para bastıran ilk Türk hükümdardı. İkinci Kılıçarslan, 1176'da
Denizli taraflarındaki Miryakefalon'da Bizanslılar'ı son ve kesin bir
yenilgiye uğratmış ve Alparslan'ın Malazgirt Zaferi ile başlayan
Anadolu'nun Türkleştirilmesi işini tamamlamıştı. Aláeddin Keykubad ise
Anadolu Selçuklu Devleti'nin en parlak devrini yaşatan sultanıydı. Aláiye'yi
yani bugünkü ismiyle Alanya'yı yeniden váretmiş ve şehre kendi ismini
vermişti. Geçtiğimiz yıllarda Alanya'nın girişine hükümdarın at üzerinde
koskoca bir heykelini dikmiş, Konya'daki Selçuk Üniversitesi'nin en büyük
yerleşim birimine ‘‘Aláeddin Keykubad Kampüsü’’ adını vermiş ama
kemiklerine sahip çıkamamıştık.
Geçen yıl bir gazetede ufak şekilde yeralan bu haberin ayrıntılarını
ben, Doğan Haber Ajansı'nın Konya Bürosu'ndaki genç muhabir Kerem
Pulgat'tan öğrendim. İşin daha da garip olan tarafı, Konya Valiliği'nin geçen
yıl bu konuda bir soruşturma açması ama bir neticeye bağlamamış olmasıydı.
Devlet Kurmuşlardı
Anadolu Selçuklu Devleti'nin sekiz önemli hükümdarının kemiklerini köpeklere
yedirmemizin öyküsü, kısaca böyle. Hadiseyi yorumlarken, bir hususu mutlaka
gözönünde tutmamız gerekiyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun Osman Gazi'den
Kanuni Süleyman'a kadar olan ilk on hükümdarı, yani devletin kuruluşunu
tamamlayıp yükselme devrini yaşayan sultanlar tarihimiz için ne kadar önemli
ise, sahip çıkamadığımız, kemiklerini köpeklerin ağzından topladığımız
bu sekiz Selçuklu hükümdarı da aynı derecede öneme sahiptir. Şimdi pek
hatırlamadığımız Anadolu Selçuklu Devleti'ni kuruluş döneminde tahta çıkmış
ve devlete en parlak günlerini yaşatmış sultanlardır.
Bu sekiz hükümdar, Alparslan'ın başlattığı işi tamamlayıp Anadolu'yu
bir Türk toprağı haline getirmişlerdi ve onlara olan şükranımızı,
kemiklerini köpeklere kaptırarak ödedik.
Kemikleri köpeklere yem olan Selçuklu hükümdarları ve saltanat süreleri
Birinci Mesud (1146-1155).
İkinci Kılıçarslan (1155-1192).
İkinci Rükneddin Süleyman (1196).
Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1211).
Birinci Aláeddin Keykubat (1220-1237).
İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246).
Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan (1262-1266).
Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284).
Mezarları bizden önce Haçlılar açmışlardı
Konya'da mezarların açılması ve hükümdar kemiklerinin köpeklere kaptırılması
hadisesinin bir benzerini bundan 800 yıl kadar önce de yaşamıştık ama
arada ufak bir fark vardı: O zaman mezarları açanlar biz Türkler değil, Haçlı
ordularıydı.
1190'da Haçlı Seferleri'nin üçüncüsü yapılıyordu, onbinlerce kişilik
Haçlı ordusu yine Anadolu'daydı ve Anadolu Selçuklu tahtında İkinci Kılıçarslan
oturuyordu.
Başında Alman İmparatoru Frederik Barbaros'un bulunduğu Kudüs'e gitmeye
çalışan Haçlılar, yollarının üzerinde bulunan Konya'yı kuşattılar. Şehri,
Kılıçarslan'ın oğullarından olan Kutbüddin Melikşah müdafaa ediyordu.
Frederik Barbaros şehri bir türlü alamayınca, Selçuklu tarafının moralini
bozmak maksadıyla askerlerine Konya'nın dış mahallelerinde bulunan Müslüman
mezarlarını deşmelerini emretti.
Emir yerine getirildi ve çıkartılan cesedlere, kalenin burçlarında Haçlılar'ın
hareketlerini takip etmekte olan Selçuklu askerlerinin gözleri önünde her türlü
saygısızlık yapıldı. İskeletlerin kemikleri kırılıyor, henüz çürümemiş
olan cesedlere karşı hiçbir edepsizlikten çekinilmiyordu.
Mezarların deşilmesi, Selçuklu tarafının moralini son derece bozdu,
dayanma gücünü kırdı, Konya'nın önündeki savunma hatları birer birer
çöktü ve Haçlılar şehre girip yağmaladılar. İkinci Kılıçarslan,
Alman İmparatoru Frederik Barbaros ile anlaşarak Konya'yı harap bir şekilde
geri alacak, Frederik ise birkaç hafta sonra Silifke Çayı'nda boğulacaktı.
Hürriyet - Murat Bardakçı
|