reklam

27 Mayıs 2004 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Ah şu 'gariban sitlerimiz'...

Yıllar önce bir mimarlık kongresinde, İstanbul'un Zeyrek, Süleymaniye, Tarlabaşı kesimlerinden fotoğraflar göstererek demiştim ki: ''Bizim en büyük sorunumuz, bu merkezlerin terk edilmesi ve sadece yoksulların barınak bölgesi haline gelmesi...''

Kongrenin yabancı konuklarından bir Fransız uzmanın ''itirazı'' ise şöyleydi: ''Hayır, sizin en önemli sorununuz, varlıklı olanlarınızın tarihten kaçmaları; eski mimarinin kültür zenginliğini göremiyor olmaları...''

Çünkü Fransa dahil, Avrupa'nın hemen tüm kentlerinde tarihsel merkezler aynı zamanda ''prestij'' alanları... En soylu ve zengin aileler oralarda oturuyorlar; en lüks mağazalar ile en ünlü firmaların merkezleri de hep tarihi dokularda...

Bizde ise en zenginlerimiz, bırakın tarihsel merkezden uzaklaşmayı, adeta ''kent kaçkını'' gibiler.. Varoşlardaki lüks villa sitelerine sığınmayı ''ayrıcalık'' sayıyorlar...

Önce Garipçe'deydik
İşte bu gerçek yüzünden, bizim kentsel sitlerimizin ortak özellikleri de hep ''gariban'' olmaları değil midir?

Rastlantı mıdır bilmem; son zamanlardaki kimi mesleki yoğunlaşmalarımız da ''en gariban'' ları üzerinde oldu..

Bu deyimi, önce ''adı'' da böyle olan ''Garipçe'' için kullandık. Geçen kış aylarında ziyaret etmiş ve ''kibirli yalnızlığı'' yanında ''alçakgönüllülüğünden'' de çok etkilenmiştik.

İstanbul'da, Boğaziçi'nin Karadeniz'e açılan kesiminin Avrupa yakasında, küçük bir koya gizlenmiş olarak varlığını ''gözden ırak'' sürdüren Garipçe, eski ahşap evlerini inatla koruyor, ama onları restore ederek yaşamını zenginleştirecek kimseyi bulamıyor...

Buna karşın, sayısız varlıklı İstanbullu ise Garipçe'nin bulunduğu Sarıyer ilçesinin ormanlarında ve Karadeniz kıyılarında, milyon dolarlık lüks yapıları yeğliyor.

Vali Dilek'in mektubu
Derken yine benzer gözlemlerimizle Halfeti 'deydik... Bir bölümü Birecik Barajı'nın suları altında kalan bu ''Fırat güzelimiz'' için aynı arkadaşım ''gariban mağrur'' deyimini kullanmıştı.

Ben de yazımda söz edince (01.04.2004 - Cumhuriyet) yakın geçmişte bölgeye hizmet veren, şimdiki Afyon Valisi Muzaffer Dilek dayanamadı, içini döktü. ''Halfeti ile ilgili yazınızdan duygulandım. 2000 - 2003 yılları arasında Halfeti'ye 19 kez gittim ve onlara nasıl moral verebilirim ve Halfeti'nin kalan kısmını nasıl sevdirebilirim diye çalıştım...'' diyen Vali Dilek, mektubunda şunları da anımsatıyordu:

''Kıyıdaki bina artıklarının kaldırılıp arsalarında 'gül bahçesi yapılması' , ilçeye gelenler için kısmen de olsa barınma imkânı sağlayan 'şelaleli konak' ın yaptırılması, 'gençlik merkezi ve kütüphane' binaları, 'Atatürk anıtı' valiliğin desteği ve Kaymakam Sıtkı Öcal 'ın gayretleri ile gerçekleştirildi...''

Muzaffer Dilek , Rumkale 'ye insan taşıyan ve adını da Halfeti'nin sular altındaki bahçelerinde yetişen ''siyah gül'' koyduğu 30 kişilik tekneyi Kurucaşile 'de yaptırmış... Ayrıca Kaymakam Harun Sarıfakıoğlu 'nun da bir bölümleri sulara gömülen diğer köylerin altyapılarını tamamlamada büyük payı bulunuyor...

Vali Dilek'in bu açıklamaları, kuşkusuz başta kendisinin ve adı geçen kaymakamlarımızın kültürel değerlerimize karşı gösterdikleri duyarlılığı yansıtıyor. Ancak Halfeti'nin ''gariban sit'' şeklinde kalmak yerine ''varlıklı tarih kenti'' olabilmesi için, öncelikle bu yörenin zenginlerinin ''terk edilmiş'' evlere, konaklara sahip çıkmaları gerekiyor.

Turizm firmalarının da bu görmüş geçirmiş beldeyi ''Fırat gezilerinin konaklama merkezi'' yapmaları ne kadar anlamlı olur...

... ve Kars'ın en garibanı
Geçen haftalarda ise bu kez Kars 'ın geçmişini barındıran ''Kaleiçi'' Mahallesi'ndeydik... Kars Kalesi eteklerinde yer alan Osmanlı dönemi kentsel yerleşim alanını oluşturan bölge, aynı zamanda ''arkeolojik sit'' alanı...

Gelin görün ki 1870'lerdeki Çarlık Rusyası işgaliyle birlikte ''terk edilmeye başlanan'' bu tarihi mahalle, yıllardır önü alınmayan kaçak yapılaşma ve ''eski ev kalıntılarının yağmalanması'' yüzünden, tam bir ''harabe'' görünümünde...

O kadar ki aynı sitin en önemli yapılarından olan ''Beylerbeyi Sarayı'' nın bile sadece duvarları kalmış; tam önüne de Kars'ın belki de en uygunsuz binası olarak devasa bir okul yapısı inşa edilmiş...

Kaleiçi'nde de ''garibanlık'' doruğa tırmanıyor ve Kars'ın tarihindeki en gösterişli dönemi barındıran bir sit alanı, 21. yüzyılda ''en yoksul semti'' oluşturuyor. Bölgenin çok yönlü bir ''kurtarma ve yaşatma projesiyle'' yeniden kentteki gururlu yerini alabilmesi için belediye ile Küresel Miras Fonu 'nun başlattıkları girişimler eğer sonuç verirse, Rus işgali döneminden miras tarihi kentle Kars Kalesi arasında Osmanlı yerleşim dokusu da yeniden varlığını gösterebilecek...

Evet... Aslında bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Ülkemizin sayısız tarihi sit alanındaki ''garibanlık'' sayfalarca anlatılabilir.

Ne var ki yeniden o Fransız uzmanın dediklerine dönersek, varlıklı kesimlerimizin yerleşme tercihleri ve genelde imar kültürümüz, hep böyle ''tarihin terk edilmesi'' anlayışıyla sürerse, yakında o ''mağrur'' ve ''kimlikli'' garibanlarımızı da yitireceğiz...

Geriye ise kişiliksiz ve geçmişini unutmuş bir toplum kalacak...

''Varsıl'' olsa bile, belleği ve yüreği yoksul bir toplum...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci

 

Mayıs 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
31
diğer aylar için tıklayın

Koruma, restorasyon, sanat tarihi ve arkeoloji sorunlarını, düşüncelerinizi Koruma ve Restorasyon forumuna yazabilirsiniz. 

Arkitera.com/forum

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz