Ah şu 'gariban
sitlerimiz'...
Yıllar önce bir mimarlık kongresinde, İstanbul'un Zeyrek, Süleymaniye,
Tarlabaşı kesimlerinden fotoğraflar göstererek demiştim ki: ''Bizim en büyük
sorunumuz, bu merkezlerin terk edilmesi ve sadece yoksulların barınak bölgesi
haline gelmesi...''
Kongrenin yabancı konuklarından bir Fransız uzmanın ''itirazı'' ise şöyleydi:
''Hayır, sizin en önemli sorununuz, varlıklı olanlarınızın tarihten kaçmaları;
eski mimarinin kültür zenginliğini göremiyor olmaları...''
Çünkü Fransa dahil, Avrupa'nın hemen tüm kentlerinde tarihsel merkezler
aynı zamanda ''prestij'' alanları... En soylu ve zengin aileler oralarda
oturuyorlar; en lüks mağazalar ile en ünlü firmaların merkezleri de hep
tarihi dokularda...
Bizde ise en zenginlerimiz, bırakın tarihsel merkezden uzaklaşmayı, adeta
''kent kaçkını'' gibiler.. Varoşlardaki lüks villa sitelerine sığınmayı
''ayrıcalık'' sayıyorlar...
Önce Garipçe'deydik
İşte bu gerçek yüzünden, bizim kentsel sitlerimizin ortak özellikleri
de hep ''gariban'' olmaları değil midir?
Rastlantı mıdır bilmem; son zamanlardaki kimi mesleki yoğunlaşmalarımız
da ''en gariban'' ları üzerinde oldu..
Bu deyimi, önce ''adı'' da böyle olan ''Garipçe'' için kullandık. Geçen
kış aylarında ziyaret etmiş ve ''kibirli yalnızlığı'' yanında ''alçakgönüllülüğünden''
de çok etkilenmiştik.
İstanbul'da, Boğaziçi'nin Karadeniz'e açılan kesiminin Avrupa yakasında,
küçük bir koya gizlenmiş olarak varlığını ''gözden ırak'' sürdüren
Garipçe, eski ahşap evlerini inatla koruyor, ama onları restore ederek yaşamını
zenginleştirecek kimseyi bulamıyor...
Buna karşın, sayısız varlıklı İstanbullu ise Garipçe'nin bulunduğu
Sarıyer ilçesinin ormanlarında ve Karadeniz kıyılarında, milyon dolarlık
lüks yapıları yeğliyor.
Vali Dilek'in mektubu
Derken yine benzer gözlemlerimizle Halfeti 'deydik... Bir bölümü Birecik
Barajı'nın suları altında kalan bu ''Fırat güzelimiz'' için aynı arkadaşım
''gariban mağrur'' deyimini kullanmıştı.
Ben de yazımda söz edince (01.04.2004 - Cumhuriyet) yakın geçmişte bölgeye
hizmet veren, şimdiki Afyon Valisi Muzaffer Dilek dayanamadı, içini döktü.
''Halfeti ile ilgili yazınızdan duygulandım. 2000 - 2003 yılları arasında
Halfeti'ye 19 kez gittim ve onlara nasıl moral verebilirim ve Halfeti'nin kalan
kısmını nasıl sevdirebilirim diye çalıştım...'' diyen Vali Dilek,
mektubunda şunları da anımsatıyordu:
''Kıyıdaki bina artıklarının kaldırılıp arsalarında 'gül bahçesi
yapılması' , ilçeye gelenler için kısmen de olsa barınma imkânı sağlayan
'şelaleli konak' ın yaptırılması, 'gençlik merkezi ve kütüphane' binaları,
'Atatürk anıtı' valiliğin desteği ve Kaymakam Sıtkı Öcal 'ın gayretleri
ile gerçekleştirildi...''
Muzaffer Dilek , Rumkale 'ye insan taşıyan ve adını da Halfeti'nin sular
altındaki bahçelerinde yetişen ''siyah gül'' koyduğu 30 kişilik tekneyi
Kurucaşile 'de yaptırmış... Ayrıca Kaymakam Harun Sarıfakıoğlu 'nun da
bir bölümleri sulara gömülen diğer köylerin altyapılarını tamamlamada büyük
payı bulunuyor...
Vali Dilek'in bu açıklamaları, kuşkusuz başta kendisinin ve adı geçen
kaymakamlarımızın kültürel değerlerimize karşı gösterdikleri duyarlılığı
yansıtıyor. Ancak Halfeti'nin ''gariban sit'' şeklinde kalmak yerine ''varlıklı
tarih kenti'' olabilmesi için, öncelikle bu yörenin zenginlerinin ''terk
edilmiş'' evlere, konaklara sahip çıkmaları gerekiyor.
Turizm firmalarının da bu görmüş geçirmiş beldeyi ''Fırat gezilerinin
konaklama merkezi'' yapmaları ne kadar anlamlı olur...
... ve Kars'ın en garibanı
Geçen haftalarda ise bu kez Kars 'ın geçmişini barındıran ''Kaleiçi''
Mahallesi'ndeydik... Kars Kalesi eteklerinde yer alan Osmanlı dönemi kentsel
yerleşim alanını oluşturan bölge, aynı zamanda ''arkeolojik sit'' alanı...
Gelin görün ki 1870'lerdeki Çarlık Rusyası işgaliyle birlikte ''terk
edilmeye başlanan'' bu tarihi mahalle, yıllardır önü alınmayan kaçak yapılaşma
ve ''eski ev kalıntılarının yağmalanması'' yüzünden, tam bir ''harabe''
görünümünde...
O kadar ki aynı sitin en önemli yapılarından olan ''Beylerbeyi Sarayı''
nın bile sadece duvarları kalmış; tam önüne de Kars'ın belki de en
uygunsuz binası olarak devasa bir okul yapısı inşa edilmiş...
Kaleiçi'nde de ''garibanlık'' doruğa tırmanıyor ve Kars'ın tarihindeki
en gösterişli dönemi barındıran bir sit alanı, 21. yüzyılda ''en yoksul
semti'' oluşturuyor. Bölgenin çok yönlü bir ''kurtarma ve yaşatma
projesiyle'' yeniden kentteki gururlu yerini alabilmesi için belediye ile Küresel
Miras Fonu 'nun başlattıkları girişimler eğer sonuç verirse, Rus işgali döneminden
miras tarihi kentle Kars Kalesi arasında Osmanlı yerleşim dokusu da yeniden
varlığını gösterebilecek...
Evet... Aslında bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Ülkemizin sayısız
tarihi sit alanındaki ''garibanlık'' sayfalarca anlatılabilir.
Ne var ki yeniden o Fransız uzmanın dediklerine dönersek, varlıklı
kesimlerimizin yerleşme tercihleri ve genelde imar kültürümüz, hep böyle
''tarihin terk edilmesi'' anlayışıyla sürerse, yakında o ''mağrur'' ve
''kimlikli'' garibanlarımızı da yitireceğiz...
Geriye ise kişiliksiz ve geçmişini unutmuş bir toplum kalacak...
''Varsıl'' olsa bile, belleği ve yüreği yoksul bir toplum...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|