Ya Gökkafes,
ya İstanbul!
İstanbulluların
hakkının çıkar sahiplerine teslim edilemeyeceği Gökkafes'le birlikte bir
kere daha ortaya çıktı. Şehircilik ve mimarlık eğitimi veren bağımsız
bir kurum olan üniversite, burnunun ucunda gerçekleşen bu dayatmaya karşı
artık konuşmalı!
Tapu kaydından usulsüz olarak kaldırılan "bu gayrımenkulün üzerinde
bina inşa edilemez" şerhinin tapu kaydına tekrar yazılmasına ilişkin
mahkeme kararının Yargıtay tarafından onaylanması ile Gökkafes tekrar
kamuoyunun gündemine geldi. Şimdi gözler "irtifak hakkının
sahibi" kurumların üzerinde. Bu kurumlar içinde yeralan Hazine ve
Belediye'den çok İTÜ'nün ne yapacağını merak ediyorum. Neden derseniz: Gökkafes
İstanbul'da imar planlarının kapalı kapılar ardında kimsenin haberi
olmadan hazırlanmasının nasıl haksızlık ve hukuksuzluk yarattığını gösteren
ve tarihe geçen önemli bir simge. Bu kapalı süreçte kaçak yapı yapan
vatandaş ile yeşil alanları imara açarak haksız gelir elde eden güç
sahipleri aynı safta yeraldılar. Ancak unutmamak gerekir ki bu eşitsiz ve
haksızlık yaratan duruma planlamayı bir bilim gibi göstererek ayrıcalık peşinde
koşan uzmanlık kurumları da meşruiyet sağladılar.
İstanbul her alanda hukukun hakim olduğu bir şehir olmaktan giderek uzaklaştı.
Hayatımızın her alanını çeteler sarmaladı. Bugün hukukun lafta kalmaması
için her kurumun, özellikle de üniversitelerin sorumluluklarını göstermelerinin
zamanı geldi. Türkiye'deki en köklü üniversitelerden biri olan İTÜ'nün
burnunun dibine dikilen hukuksuzluk anıtından kendisine ders çıkarıp "üniversite
olma" işlevini sahiplenmesinin zamanı geldi.
Gökkafes olayının içyüzü
Konu 'bina dikildi, daha neyi tartışıyoruz' diyerek geçilecek bir konu değil.
Bugün Gökkafes'in bulunduğu imara kapalı olan gayrımenkul 1983'de satın alınır.
Tapu kütüğünde ise söz konusu yer için "inşaat yapılamaz" şerhi
vardır. Sözkonusu arazi, 1930'lu yıllarda Henri Prost tarafından hazırlanan
Nazım İmar Planı'nda "2 Numaralı Park"ın içinde, 1954 Beyoğlu
Nazım Planı'nda "korunması gereken yeşil alan" içinde, 1977
uygulama imar planında "yeşil alanda ve kısmen İTÜ gelişme alanında"
gösterilir. Kısacası kime sorsanız, bu araziye inşaat yapılamayacağını
bilir. Ancak 'herkesin bilemeyeceği' başka bir şey daha vardır: Yeni sahibi
burayı 'yeşil alan' olarak muhafaza etmek veya çiçek yetiştirmek değildir.
Bu iddiasını ispatlamaya da hazırdır.
İlk önce Koruma Kurulu tarafından, inşaatın 'yakın çevresinde bulunan
korunması gereken Taşkışla Binası açısından "bir sakıncası olmadığına"
karar verilir! 1984 yılında, bu kararın hemen arkasından Bakanlar Kurulu
kararıyla bölge "turizm merkezi" ilan edilir. Ancak henüz verilen
imar hakkı henüz 24,5 metre ve yapılaşma oranı arazinin iki katıdır.
İstanbul'un çok tanınmış mimarlarından birine proje hazırlama görevi
verilir. İstanbul'a 'alçak' bir binanın değil, yüksek bir binanın nasıl
daha çok yakışacağını gösteren perspektifler, maketler hazırlanır. Şirketin
ortağı olduğu bilinen dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı konuya bizzat
önem verir, yapının mimari estetiğini ve cephe etütlerini denetler.
Birlikte çok mesai harcanır. Ne de olsa İstanbul'a yakışacak bir bina yapılması
söz konusudur. Nitekim 1987 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı ilçeler
arasındaki imar planlarını koordine etmek amacıyla kendisine verilen
'tadilen onay' yetkisine dayanarak tek imza ile imar planını 134 metre yüksekliğinde
ve arazinin altı misli bir yapılaşma oranıyla bir gökdelene izin verecek biçimde
"tadil" eder. Sözkonusu parselin 'turizm merkezi' ilan edilmesi ile
imar durumu alınıyorsa da, bu 'tadilen onay' sırasında -her ne hikmetse yüzde
88 oranında işyeri izni veriliyor. Turizm yüzde 12'ye düşüyor! Yolun güzergahının
değişmesi gibi bir dolu ayrıntı da cabası.
Sonuçta bürokratik işlemler tamamlanıyor. İnşaat başlıyor. İşte tam
her şey yolunda giderken, hiç beklenmedik bir şey oluyor. Büyükşehir
Belediye Başkanı seçimi kaybediyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi inşaat sınırlarının dışına taşıldığı
gerekçesiyle 1989 yılında inşaatı mühürlüyor. Aynı yıl Beyoğlu
Belediyesi tarafından yapılan plan tadilatı ile 1983 tarihinde verilen 24.5
metre yüksekliğindeki ilk yapılaşma koşullarına geri dönülüyor. Yönetim
değişince olanlar oluyor. Yerel yöneticileri ikna etme çabaları ile inşaatın
yıkılması engellenmeye çalışılıyor. Geriye bir tek çare kalıyor: Plan
yapma yetkisini yerel yönetimin elinden almak. Bunun üzerine hükümet devreye
giriyor. Başbakanlık 10 turizm merkezinde plan yapma yetkisini belediyeden
alarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na devrediyor. İşte bundan sonra
Gökkafes tam bir yılan hikâyesine dönüşüyor. Süreç, İdare Mahkemeleri
ve Danıştay nezdinde tam 14 adet davaya konu oluyor. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin başvurusu üzerine Danıştay plan yapma yetkisini bakanlığa
veren kararı iptal ediyor. Danıştay'ın kararının 5 ay 'postada gecikmesi'
ve karar henüz tebliğ edilmeden inşaatın Şişli Belediyesi sınırlarına
alınması ile konu bir skandala dönüşüyor. En son olarak daha ilgili bakanlıklarca
zorunlu planlar dahi yapılmadan, Şişli Belediyesi tarafından imar ruhsatı
verilmesi, bu skandala bir de tüy dikiyor!
Konuşma sırası İstanbul'da!
Gökkafes'in sahiplerinin şimdiye kadar dile getirdikleri görüşler şunlar:
1. Bu konu kapalı kapılar ardında halledilsin, bilen bilmeyen konuşmasın.
2. Gökdelen İstanbul'un güzelliklerine güzellik katacak. 3. Herşey hukuka
uygun. Onlara göre, "böylesine uzmanlık gerektiren konuların uluorta
konuşulması İstanbul'a fayda getirmez." (Bu yaklaşıma göre inşaat
derseniz, şirketin işi, hukuka uydurmak derseniz, siyasetçilerin işi...) Şirket
siyasal iradeyi etkileyerek istediğini elde edebileceği bir durumu 'hukuk'
olarak adlandırıyor. İstanbulluların da susmasını, oldu bittileri kabul
etmesini, hesap sormamasını istiyor. Bu işle ilgili olmayan kişiler ve
kurumların konuşmamasını istiyor.
Peki biz bu hukuk ve şehircilik anlayışını paylaşıyor muyuz?
İstanbullular, üniversiteler, meslek insanları, uzmanlar olarak bu dayatmayı
kabul ediyor muyuz? Bir arsanın birisinin mülkiyetinde iken yeşil alan olması
ile başkasının mülkiyetine geçtiğinde 134 metre imar hakkı olması arasında
hiç bir fark yok mudur? Bu durumda 'imar hakkı' haksız menfaat sağlamakla eş
anlamlı değil midir? İstanbul'da birçok yeşil alanı ucuza kapatıp, imar
ayrıcalıkları elde edenlerin güzellikten sözetmeleri arsızlık değil de
nedir?
Hukuk hemşehrilere yönetimler tarafından ihsan edilebilecek bir lütuf değil!
Hukuku koruyacak olan fiilen İstanbul halkıdır. İstanbul'un geleceğine daha
umutla, daha güvenle bakmak İstanbul'un hakkıdır. Hukuksuzluğa dur diyecek
olan İstanbullulardır! Bu hakkın başkalarına, uzmanlara, yöneticilere, çıkar
sahiplerine teslim edilemeyeceği Gökkafes'le birlikte bir kere daha ortaya çıktı.
İşte bu nedenle şehircilik ve mimarlık eğitimi veren bağımsız bir kurum
olan üniversite, burnunun ucunda gerçekleşen bu dayatmaya karşı artık konuşmalıdır!
Radikal - Korhan Gümüş
|