reklam

03 Haziran 2004 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Ya Gökkafes, ya İstanbul!

İstanbulluların hakkının çıkar sahiplerine teslim edilemeyeceği Gökkafes'le birlikte bir kere daha ortaya çıktı. Şehircilik ve mimarlık eğitimi veren bağımsız bir kurum olan üniversite, burnunun ucunda gerçekleşen bu dayatmaya karşı artık konuşmalı!

Tapu kaydından usulsüz olarak kaldırılan "bu gayrımenkulün üzerinde bina inşa edilemez" şerhinin tapu kaydına tekrar yazılmasına ilişkin mahkeme kararının Yargıtay tarafından onaylanması ile Gökkafes tekrar kamuoyunun gündemine geldi. Şimdi gözler "irtifak hakkının sahibi" kurumların üzerinde. Bu kurumlar içinde yeralan Hazine ve Belediye'den çok İTÜ'nün ne yapacağını merak ediyorum. Neden derseniz: Gökkafes İstanbul'da imar planlarının kapalı kapılar ardında kimsenin haberi olmadan hazırlanmasının nasıl haksızlık ve hukuksuzluk yarattığını gösteren ve tarihe geçen önemli bir simge. Bu kapalı süreçte kaçak yapı yapan vatandaş ile yeşil alanları imara açarak haksız gelir elde eden güç sahipleri aynı safta yeraldılar. Ancak unutmamak gerekir ki bu eşitsiz ve haksızlık yaratan duruma planlamayı bir bilim gibi göstererek ayrıcalık peşinde koşan uzmanlık kurumları da meşruiyet sağladılar.

İstanbul her alanda hukukun hakim olduğu bir şehir olmaktan giderek uzaklaştı. Hayatımızın her alanını çeteler sarmaladı. Bugün hukukun lafta kalmaması için her kurumun, özellikle de üniversitelerin sorumluluklarını göstermelerinin zamanı geldi. Türkiye'deki en köklü üniversitelerden biri olan İTÜ'nün burnunun dibine dikilen hukuksuzluk anıtından kendisine ders çıkarıp "üniversite olma" işlevini sahiplenmesinin zamanı geldi.

Gökkafes olayının içyüzü
Konu 'bina dikildi, daha neyi tartışıyoruz' diyerek geçilecek bir konu değil.
Bugün Gökkafes'in bulunduğu imara kapalı olan gayrımenkul 1983'de satın alınır. Tapu kütüğünde ise söz konusu yer için "inşaat yapılamaz" şerhi vardır. Sözkonusu arazi, 1930'lu yıllarda Henri Prost tarafından hazırlanan Nazım İmar Planı'nda "2 Numaralı Park"ın içinde, 1954 Beyoğlu Nazım Planı'nda "korunması gereken yeşil alan" içinde, 1977 uygulama imar planında "yeşil alanda ve kısmen İTÜ gelişme alanında" gösterilir. Kısacası kime sorsanız, bu araziye inşaat yapılamayacağını bilir. Ancak 'herkesin bilemeyeceği' başka bir şey daha vardır: Yeni sahibi burayı 'yeşil alan' olarak muhafaza etmek veya çiçek yetiştirmek değildir. Bu iddiasını ispatlamaya da hazırdır.

İlk önce Koruma Kurulu tarafından, inşaatın 'yakın çevresinde bulunan korunması gereken Taşkışla Binası açısından "bir sakıncası olmadığına" karar verilir! 1984 yılında, bu kararın hemen arkasından Bakanlar Kurulu kararıyla bölge "turizm merkezi" ilan edilir. Ancak henüz verilen imar hakkı henüz 24,5 metre ve yapılaşma oranı arazinin iki katıdır.

İstanbul'un çok tanınmış mimarlarından birine proje hazırlama görevi verilir. İstanbul'a 'alçak' bir binanın değil, yüksek bir binanın nasıl daha çok yakışacağını gösteren perspektifler, maketler hazırlanır. Şirketin ortağı olduğu bilinen dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı konuya bizzat önem verir, yapının mimari estetiğini ve cephe etütlerini denetler. Birlikte çok mesai harcanır. Ne de olsa İstanbul'a yakışacak bir bina yapılması söz konusudur. Nitekim 1987 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı ilçeler arasındaki imar planlarını koordine etmek amacıyla kendisine verilen 'tadilen onay' yetkisine dayanarak tek imza ile imar planını 134 metre yüksekliğinde ve arazinin altı misli bir yapılaşma oranıyla bir gökdelene izin verecek biçimde "tadil" eder. Sözkonusu parselin 'turizm merkezi' ilan edilmesi ile imar durumu alınıyorsa da, bu 'tadilen onay' sırasında -her ne hikmetse yüzde 88 oranında işyeri izni veriliyor. Turizm yüzde 12'ye düşüyor! Yolun güzergahının değişmesi gibi bir dolu ayrıntı da cabası.

Sonuçta bürokratik işlemler tamamlanıyor. İnşaat başlıyor. İşte tam her şey yolunda giderken, hiç beklenmedik bir şey oluyor. Büyükşehir Belediye Başkanı seçimi kaybediyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi inşaat sınırlarının dışına taşıldığı gerekçesiyle 1989 yılında inşaatı mühürlüyor. Aynı yıl Beyoğlu Belediyesi tarafından yapılan plan tadilatı ile 1983 tarihinde verilen 24.5 metre yüksekliğindeki ilk yapılaşma koşullarına geri dönülüyor. Yönetim değişince olanlar oluyor. Yerel yöneticileri ikna etme çabaları ile inşaatın yıkılması engellenmeye çalışılıyor. Geriye bir tek çare kalıyor: Plan yapma yetkisini yerel yönetimin elinden almak. Bunun üzerine hükümet devreye giriyor. Başbakanlık 10 turizm merkezinde plan yapma yetkisini belediyeden alarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na devrediyor. İşte bundan sonra Gökkafes tam bir yılan hikâyesine dönüşüyor. Süreç, İdare Mahkemeleri ve Danıştay nezdinde tam 14 adet davaya konu oluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin başvurusu üzerine Danıştay plan yapma yetkisini bakanlığa veren kararı iptal ediyor. Danıştay'ın kararının 5 ay 'postada gecikmesi' ve karar henüz tebliğ edilmeden inşaatın Şişli Belediyesi sınırlarına alınması ile konu bir skandala dönüşüyor. En son olarak daha ilgili bakanlıklarca zorunlu planlar dahi yapılmadan, Şişli Belediyesi tarafından imar ruhsatı verilmesi, bu skandala bir de tüy dikiyor!

Konuşma sırası İstanbul'da!
Gökkafes'in sahiplerinin şimdiye kadar dile getirdikleri görüşler şunlar: 1. Bu konu kapalı kapılar ardında halledilsin, bilen bilmeyen konuşmasın. 2. Gökdelen İstanbul'un güzelliklerine güzellik katacak. 3. Herşey hukuka uygun. Onlara göre, "böylesine uzmanlık gerektiren konuların uluorta konuşulması İstanbul'a fayda getirmez." (Bu yaklaşıma göre inşaat derseniz, şirketin işi, hukuka uydurmak derseniz, siyasetçilerin işi...) Şirket siyasal iradeyi etkileyerek istediğini elde edebileceği bir durumu 'hukuk' olarak adlandırıyor. İstanbulluların da susmasını, oldu bittileri kabul etmesini, hesap sormamasını istiyor. Bu işle ilgili olmayan kişiler ve kurumların konuşmamasını istiyor.

Peki biz bu hukuk ve şehircilik anlayışını paylaşıyor muyuz?
İstanbullular, üniversiteler, meslek insanları, uzmanlar olarak bu dayatmayı kabul ediyor muyuz? Bir arsanın birisinin mülkiyetinde iken yeşil alan olması ile başkasının mülkiyetine geçtiğinde 134 metre imar hakkı olması arasında hiç bir fark yok mudur? Bu durumda 'imar hakkı' haksız menfaat sağlamakla eş anlamlı değil midir? İstanbul'da birçok yeşil alanı ucuza kapatıp, imar ayrıcalıkları elde edenlerin güzellikten sözetmeleri arsızlık değil de nedir?

Hukuk hemşehrilere yönetimler tarafından ihsan edilebilecek bir lütuf değil! Hukuku koruyacak olan fiilen İstanbul halkıdır. İstanbul'un geleceğine daha umutla, daha güvenle bakmak İstanbul'un hakkıdır. Hukuksuzluğa dur diyecek olan İstanbullulardır! Bu hakkın başkalarına, uzmanlara, yöneticilere, çıkar sahiplerine teslim edilemeyeceği Gökkafes'le birlikte bir kere daha ortaya çıktı. İşte bu nedenle şehircilik ve mimarlık eğitimi veren bağımsız bir kurum olan üniversite, burnunun ucunda gerçekleşen bu dayatmaya karşı artık konuşmalıdır!
Radikal - Korhan Gümüş

 

Haziran 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28 29 30
diğer aylar için tıklayın

Diyalog

Aydan Balamir, Ziya Tanalı
 ve Abdi Güzer
27 Nisan - 29 Haziran 2004 tarihleri arasında Diyalog bölümümüze konuk oluyor.

Ulusal Mimarlık Ödülleri üzerine gerçekleşen Diyalog buluşmasını  okumak için  buraya tıklayın...

Ulusal Mimarlık Ödülleri hakkında görüşlerinizi bildirmek için buraya tıklayın...

 
Vitra'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz