Eyvan
Cepheleri güneye bakan, safran sarısı Mardin evlerinin avlusunda huzurlu
eyvanlar var.
Kavurucu yaz günlerinde dinlenip serinlemek için kullanılan yarı açık
mekanlar bunlar...
Üç tarafı kapalı; bir tarafı avluya bakıyor.
Açık cephenin karşı duvarındaki selsaldan su fışkırıyor.
Gürüldeyen su, çevresinde oturanlara ferahlık dağıtarak ince, uzun bir
kanala akıyor.
Bu kanal, coşkuyla köpürdeyen suyu zapturapta alıp bahçedeki büyücek
havuza taşıyor.
Su, burada dinlenip sakinleşiyor.
Bir süre sonra havuzdan çorak arka bahçelere çekiliyor; yeniden hayat
bulsun, yeni hayatlara can suyu olsun diye...
Mihmandarımız Şeyhmus Dinçel, Mardin mimarisine Acem felsefesini katıyor:
"Suyu, insana benzetirler buralarda" diyor; "Eyvan da insan ömrünün
hülasasıdır sanki..."
Öyle ya, bereketli bir çeşmeden fışkıran sular gibi doğarız.
Çağlarız, gençlik çağlarında gürül gürül, delikanlılığın arkları
boyunca...
Yorulmaya yüz tuttuğunda köpüklü dalgalarımız; durgunlaşır ve olgunluğun
dingin havuzuna çekiliriz.
Malum, derin olur durgun sular...
Kab şeklini alan ab gibi, şekillenir, derinleşiriz bekleme salonunda zamanın...
Ve nihayet günün birinde ölüm, kolumuza girip bizi hayatın arka bahçelerine
sürükler; yeniden hayat bulalım, yeni canlarda doğalım diye...
Ne zaman?
Kim bilir?
Cahit Sıtkı Tarancı, Diyarbakır'daki evlerinde, bir eyvanın gölgesinde
"kütür kütür akan su"yu dinleyerek büyümüştü. En ünlü şiiri
"35 Yaş"ta "Dante gibi ortasındayız ömrün" diye
dertlenmişti.
Oysa ecel, bu şiiri yazdıktan 10 yıl sonra çıkagelmiş, "Haydi
Abbas" demişti:
"...vakit tamam / Akşam diyordun, işte oldu akşam..."
Aynı ses, güzelim Ahmet Piriştina'yı 52'sinde bir sonsuz uykuya çekip aldı.
Onu, hayatın yalazlı havuzlarında olgunlaşmış bir Acem şairinin, Füruğ'un
dizeleriyle uğurlamak isterim:
"Sokakta rüzgar esiyor / ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
/ cılız, kansız saplarıyla goncaları / ve bu veremli yorgun zamanı... /
bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor / damarlarının mavi urganı /
ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından / yukarı süzülmüş.
"Üzgün cenazeler / suskun düşünür cenazeler / güler yüzlü, güzel
giysili, obur cenazeler / ve bu dur düdüklerinin sesi / zamanın dişlisi altında
bir adamın ezilmesi... / gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda / ıslak ağaçların
yanından geçen o adam..."
"İnanalım soğuk mevsimin başlangıcına..."
Galiba en iyisi hesaba vurmamak suyun ömrünü...
Piriştina gibi, her daim coşkuyla çağlayabilmek, havuzlarca derinleşebilmek
ve bir seherde - erkenden - hayatın arka bahçelerine çekildiğinde, ardında
bunca güzel söz bırakabilmek...
Öyle olursa her daim ferahlık dağıtan eyvanımız, ölümü de yeniden doğuma
taşır; kurak tarlalara karışan sular gibi....
...yaşamlar doğurur olgunluğundan...
ve "en gerektiği anda" ıslak ağaçların yanından geçen adam, hayır
dualarıyla uğurlanır sonsuzluğa...
Yine de sormadan edemiyor insan:
Niye kötülere bir şey olmuyor?
Milliyet - Can Dündar
|