Montaj sanatı
Binanın düzeni, yan yana konumlandırmalar
oyunu, en çok ikinci düzeyde çarpıcı şekilde kendini gösteriyor.
Marco Belpoliti ve Paolo Rosselli, Massimiliano Fuksas'ın son eseri olan
Maranello'daki Ürün Geliştirme Merkezi'ni sinema bakış açısıyla değerlendiriyor:
Avlunun ortasında mimarın çalışmasında tipik bir özellik olan uzun
pilotilerle desteklenen alüminyum merdivene tırmanıyoruz. Bu basamaklar,
metal kaideleriyle ve havada uçuşan yürüyüş yollarıyla 1985'te Cassino'da
yapılmış olan belediye binasının kısa tarafına bir taç gibi oturuyor.
Buradaki kullanım hafifletme amacına sahip.
Massimiliano Fuksas, binanın yeşil ve beyaz bambuların yetiştiği
avlusunda beyaz taşları ve çatıda suyla kaplı ilk düzeyde siyah taşları
göstermek istiyor. Binanın belli bir kat düzeni yok. İkinci düzeye çıktığımızda,
Fuksas'ın yukarıya ve aşağıya Afrika ahşabından yapılmış vernik kokulu
yürüyüş yollarını yerleştirdiğini görüyoruz. Yapıdaki bu görünümü
sunarken kendisi şöyle açıklıyor: "İlk defa Truffaut'ın 1970'lerde
Hitchcock'la yaptığı röportajı okuduğumda anlamıştım. Mimarlıktan başlayan
mimarlıkla değil sinemadan başlayan mimarlıkla ilgileniyorum. Benim mimarlığım
montajın bir formu. Wenders stilinde düzenli fotoğraflardan nefret
ediyorum."
Akşam binanın içinden çıkan ışık taşıyıcı
sistemi ortaya çıkarıyor.
|
Bu
iddialı açıklamayı yapan Fuksas, çatının üst kenarında suyun yansımasına
dikkat çekiyor ve Ferrari Ürün Geliştirme Merkezi'nde gerçek bir çatıya
yer vermiyor. Çatı örtüsünün çevresindeki ince beyaz boşluğu
dekoratif ışığın parıltısıyla yutuluyor ve körleştiriliyor.
Mimar, su yüzeyini öne çıkarıyor ve 15 santimetre genişliğindeki
saydam sıvı birikintisine enerji dolu bir hareket katıyor. Yukarıdaki
dalgalar daha hızlı yansıtılıyor. |
Geri dönüp ona montajı soruyoruz. Bir hırsızın (Tippi Hedren) işverenine
(Sean Connery) aşık olduğu Hitchcock filmi Marnie 'den bahsediyor. "Bir
sahne, Marnie'nin annesinin yaşadığı şehirde geçiyor. Yokuş aşağı inen
bir sokak ve uzakta, aşağıda bir gemi görüyorsunuz. Herşey kapalı bir
yerde yaratılmış ve bir kandırmaca. Ama uzaktaki gemi, bize bir liman
kentinde olduğumuzu anlatıyor. Sonra sahne aniden değişiyor ve bir dışarda
evin kapısının önündeyiz. Bu montaj. Aradaki zamanda ne olduğunu umursamıyorum.
Anlatılmasına gerek yok."
1980'lerin başından beri Fuksas'ın mimari üslubu evrim geçiriyor.
Neredeyse mimarlığın gerçekliğini tamamen terk etmiş ve başka birşeye
ulaşmış gibi. Hala göndermeler yapmaya devam ediyor ancak bugünkü çizgisi
daha farklı. Daha kuru, daha kesin, hatta bazı zamanlar eklektik. Ona göre
mimarlık bir film yapmak gibi. Ama film yapmak ne demek? Kısaca yazmak, çekmek
ve düzenlemek. En çok İngiliz Hasta kitabıyla bilinen Kanadalı yazar
Michael Ondaatje, kitap sinemaya aktarıldıktan sonra birkaç Oscar kazandı.
Film çekimleri sırasında Ondaatje, sıradışı karakter Walter Murch ile tanıştı.
Murch, film ve imajın yanında beraberinde eşlik edecek müzik ve sesleri de düzenliyor.
Yazar, bu karakter karşısında şaşkına döndü ve bazı sohbetlerini
kaydetmeye karar verdi.
Bunlar daha sonra Garzani'nin Sinema ve Montaj Sanatı kitabı için malzeme
oldu. Murch, Hitchcock'un çalışmalarını Eisenstein örneğiyle vahşi batı
sinemasıyla sanatını ve Kurosawa'nın doğu sinema sanatını ayırarak açıklıyor.
Murch, Eisenstein'nın sahneyi düzenleyip inşa ettiğini ve Kurosawa'nın değiştirip
dağıttığını buldu.
Işık, yansıma, saydanlık ve hizalanmamış
seviyeler bina formunu oluşturuyor.
|
Rus
yönetmen bütün koreogafiyi bir çerçevede gösterirken Kurokawa küçük
bir detayı, örneğin bir masanın köşesini çerveleyip sahnede kullanır.
Siyah taşların bulunduğu ikinci düzeydeyken Fukas'a bu yansımaların,
siyah taşların ve Kyoto'nun bahçelerini anımsatan ahşap yürüyüş
yollarının Japon üsluplarla bir ilgisi var mı, diye soruyoruz. Bize
manzaranın bina tarafından bölündüğü yerleri işaret ediyor. |
Girişin üzerindeki merkezin üst kısımlarında uzun bir düzlem ileri
genişleyerek, camdan ve metalden bir bıçak gibi giriş yolunun önüne geçiyor.
Arkada ve yanda daha alçaktaki bölümle buluşuyor. Üstteki bir düzeyden
binanın dışının siyah ve kalın bir çerçeveyle ifade edildiği görülebiliyor.
Yatay pencereler, komşu evler, çimenlik alanlar ve Ferrari kompleksindeki
diğer mimarlık ürünlerinin hepsi yatay fotoğraflar sunuyor. Manzara dış
mekanda. Dışarda olduğu gibi içerde de, hacmin içinde bir resim asılı. Böylece
bina bir görünüyor, bir kayboluyor. Orada ama bir defada hepsini farketmek
imkansız. Massimiliano Fuksas'ın mimarisi gerçekten de bir montaj, detayı
burada ama Eisenstein'ın görüşüne göre çok önemli değil. Japon bir üslubun
olduğu da diğer bir gerçek. Çalışmanın tamamı hemen görülemiyor,
detayları olmadan algılanamıyor. Carlo Sarpa'nın çalışmalarının aksine
burada ayrıntılar kendini belirgin şekilde ortaya koymuyor.
Mimarın deyişine göre: "Fotoğrafı çekilemeyecek bir bina."
Çünkü bütününü gösterecek bir resmi yok, bunun için uygun bir açı
yok. Parçalarının düzeni asla kapsamlı bir fotoğrafa izin vermeyecek.
İkinci düzeyde sürekli pencereler sarı
odayı kuşatıyor ve farklı kullanımlar için esneklik sağlıyor.
|
Yüzey
etkisi çok hakim (20. yüzyılın önemli mimarlık filozoflarından
Gilles Deleuze'u anımsatıyor). Parlak yüzeyler, yansımalar, şaşırtan
filtreler ve aynalar: Bunlar derinliği olmayan yüzeyler. Bu havada
tasarlanmış açık bir labirent. Saydam duvarlarla çevrilmiş mimarlığın
merkezi de havanın kendisi. Sadece insanların çalışacağı mekanlar
geri kalan yerlerden daha opak. |
Ferrari Merkezi'ni tasarlayan kişi, mimarlığı yüzen bir kat olarak önermeyi
istedi. Italo Calvino'daki gibi bir hafiflik değil, söz konusu olan yere ağırlığıyla
oturan bir mimarlık. Ancak aynı zamanda binayı yukarı ve yanlara taşıyor.
Ağırlığın olmaması değil, güç ve direnmenin bir sonucu. Maranello'da,
birşeyler kaderinin ötesine ulaştı.
Domus
Çeviren: Özge Güngördü - Arkitera
|