17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin
5. Yılı Değerlendirmesi
Üzerinden 5 sene geçmesine rağmen depremi, felakete dönüştüren
"imar düzeni" ile ilgili yapılan çalışmaların hiçbiri henüz
yasalaşmış değil. Bu konunun önemine değinen Mimarlar Odası, mimarlık eğitiminde
deprem gerçeğinin temel tasarım ve yapı kültürüyle iç içe olması ile
ilgili ayrıca bir çalışma yapılmasının gerektiğini savunuyor.
Bunlardan yola çıkarak, Mimarlar Odası, 17 Ağustos 1999'daki büyük
Marmara Depremi'nin 5. yılında Ulusal Doğal Afet Komitesi'ni İstanbul'da
toplayarak izlenecek politika ve çalışmaların önceliklerini belirledi.
"Ülkenin tüm bölgelerindeki Mimarlar Odası şubelerinde yaşanan
deneyimlerin de irdelendiği 17 Ağustos 2004 tarihli genişletilmiş İstanbul
toplantısı nedeniyle ilgili kişi ve kurumlar ile kamuoyuna sunulmak üzere
hazırlanan "5. Yılda Durum Değerlendirmesi" aşağıda
bilgilerinize sunulmaktadır.
Depremi felakete dönüştüren "imar düzenimiz" 17 Ağustos
1999'dakiyle hala "aynı"dır… geçen 5 yılda depremi de gözeten
yeni bir imar hukuku ve yapılaşma kuralı "yasalaşmış" değildir…
5 yıl önceki depremin felaketle sonuçlanmasına neden olan "imar düzensizliğimizle"
ilgili hemen tüm bilim ve meslek kuruluşları ile uzman kurumların başlıca
"ortak saptamaları" özetle şöyleydi;
a)Kentsel gelişme ve büyümelerde yer seçimi ve yoğunluk kararlarını
belirleyen imar planları, bu konuda zorunlu olması gereken "bilimsel
denetimden" yoksun olarak ve çoğunlukla da siyasi kadroların istekleri
doğrultusunda biçimlenmektedir. "Yerel demokrasi" adına yerel yönetimlerde
süregelen bu "keyfi" plan yetkileri ile "kamu yararı" adına
kimi merkezi yönetim organlarına tanınan "ayrıcalıklı" imar
haklarını ortadan kaldıracak yeni bir yasal yapılanma artık kaçınılmazdır.
b)Sözde planlı bölgelerdeki bu bilimdışılığın yanısıra, kaçak ve
plansız gelişme alanlarının hızla çoğalmasına neden olan "yaptırımsız
imar hukuku" anlayışına da bir an önce son verilmelidir. Yasa dışı,
izinsiz ve kuralsız yapılaşma "kente, çevreye ve topluma karşı suç"
kapsamında ele alınmalı ve ödün verilmesini kesin olarak engelleyecek yasal
düzenlemeler getirilmelidir.
c)"Yapı denetimi" alanında da bundan sorumlu olacak mimar ve mühendislerin,
"yapı sahibiyle ekonomik bağları olmayacak" bir kamusal statüde görev
yapmaları; aynı görevlerini ise "meslek odası denetimi ve disiplini içinde"
yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu evrensel kural yerine ücretin inşaat
sahibinden alındığı ve görevin de "kuralsız" sürdürüldüğü
yapı denetim düzenini öngören yasalar derhal değiştirilmelidir.
İşte bu önemli saptamaların gereği 5 yıldır yasama ve yürütme
organlarınca yerine getirilmemiştir ve 2004 yılında da 1999'daki depremi
felakete dönüştüren yasal durum aynen devam etmektedir.
·Arazi ve emlak rantına öncelik veren imar politikalarının her depremde
yeni bir felaket yaratacağı "kanıtlanmasına" rağmen iktidarlar
bundan vazgeçemiyorlar…
Aradan geçen 5 yılda, gerek koalisyonlar döneminde, gerekse şimdiki
"tek parti" iktidarında, yukarda belirtilen yeni yasal düzenlemelerin
yapılmamış olması ise, hemen tüm partilerin aynı imar düzensizliğine
olan "siyasal ve ekonomik" bağımlılıklarını kanıtlıyor.
Çünkü plansızlık, kuralsızlık ve keyfilik, özellikle yapılaşma alanında
ve arsa pazarlaması-emlak-inşaat sektöründe "imar rantlarının çoğaltılması"
hedefleriyle örtüşüyor. Böylesi bir "denetimsiz ve vergisiz kazanç"
olanağını, ekonomik yaşama neredeyse egemen kılan politikaların yarattığı
"kitlesel nemalanma" süreci içinde, aynı toplu çıkarları
"engelleyebilecek" ya da "kısıtlayabilecek" bilimsel ve
toplum yararına bir yeni imar düzeni de artık "çoğunluğun" işine
gelmiyor.
Bu nedenle de planlı kentleşme ve denetimli yapılaşma için alınması
gereken yasal önlemler 5 yıldır komisyon dosyalarında
"bekletiliyor"…
Ülkemiz, genel olarak "demokratik tercihlerin" belirlenmesinde de
etkili olan işte bu "imar rantı ekonomisi"nin ve buna bağlı
"imarcı siyasetin" egemenliği altında, büyük depremin 5.yılını
da aynı anlayışın "riskleriyle" yaşıyor…
·Kamu yönetiminden milli eğitime kadar hemen her alanda "reform"
yapmayı hedefleyen son 3 yılın iktidarı da "imar reformunu" sürekli
belirsiz bir geleceğe erteliyor…
Nitekim son 3 yılın "tek parti" iktidarında bile, hükümetin
temel siyasal hedefleri arasında görünen "kamu yönetimi"nden
"milli eğitim"e, özellikle de "belediyeler"den "özelleştirme"ye
kadar, hemen her alandaki "reform" girişimleri arasına "imar
reformu" hala giremedi.
Belediye yasaları değiştirilirken, "bilim dışı imar planlaması"na
da son verilmesi, ya da "plansız-kuralsız-kaçak yapılaşmanın"
kesinlikle durdurulması yönündeki "beklentiler" yine kapsam dışında
tutuldu. Benzer şekilde kamu yönetiminin de yeniden şekillenmesinde, kentsel
değerlerin kamusal haklar olarak gözetilmesi ve buna dayalı bir imar düzeni
için gerekli kamusal otoritenin yeniden tanımlanması da akla bile gelmedi…
Böylece ülkemiz, her alanda reformu gündemine alan, ama temel ulusal sorun
olan "depreme hazırlıksız ve kimliksiz kentleşme" konusunu hala
"öncelikleri" arasına almayan bir siyasetin talihsizliğini de yaşıyor.
·"Mimarlık eğitiminde" de deprem gerçeğinin "temel tasarım
ve yapı kültürüyle" iç içe gözetilmesini sağlayacak yeni bir anlayış
5 yıldır gözlenemiyor…
Mimarlar Odası, büyük depremin 5.yılında siyaset ve hukuk alanında
saptadığı bu "aymazlıkları" kamuoyuna da sunarak sorgularken,
benzer ihmalin ülkemizdeki "mimarlık eğitiminde" de hala gözlendiğine
dikkat çekmeyi bir meslek kuruluşu sorumluluğu saymaktadır.
Sadece 1999 depreminde değil, önceki büyük depremlerden sonra da
"dayanıksız yapılaşma" üzerindeki ayrıntılı incelemelere dayalı
raporlarımızda, özellikle "yasal-projeli binalar" ele alınarak özetle
şu sonuçlara varılmıştı;
-"Depremi gözeten mimari tasarım" , sonradan edinilen teknik bir
bilgi değil, genel yapı kültürünün ve mimarlık sanatının "doğal
girdisi" olarak eğitimin başlangıcından itibaren öğrenim bütününde
yer almalıdır.
-Türkiye'deki her türlü yapılaşmanın sadece "betonarme-karkas
sistemle" gerçekleşmesini öngören tasarım bağımlılığı yerine,
alternatif taşıyıcı sistemlerinin ve yapı türlerinin de tercih edilebileceği
mimarlık uygulamalarına dönük eğitim verilmelidir.
-Depremlerde onca "eskiliklerine" rağmen ayakta kalabilen ve binyılların
yapı kültürü birikimlerini günümüze ulaştıran tarihi ve geleneksel
binalardaki taşıyıcı sistem ilkeleri günümüz mimarlığı için de değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda "geleneksel taşıyıcı sistemlerin çağdaş malzemelerle
geliştirilmesi" ve "geleneksel yapı sistemi ve malzemeleriyle çağdaş
tasarım" vb. gibi disiplinler, mimarlık eğitimine kazandırılmalıdır…
Depremden sonraki çok sayıda bilimsel toplantıyla birlikte UNESCO ve
ICOMOS işbirliğinde İstanbul'da düzenlenen uluslar arası seminerlerde de önemle
vurgulanan ve hemen tüm yabancı uzmanların "Türkiye'nin şansı"
olarak belirttikleri "tarihsel mimariden dersler" alınmasına dair bu
değerlendirmeler, geçen 5 yıl içinde mimarlık eğitimine yeterince yansıtılabilmiş
değil. Bir çok okulda 1999' daki müfredat ile 2004' deki müfredat hemen
"aynı" iken, bazı okullarda da depremi gözeten mimari tasarım
dersleri ancak yüksek lisansta ve hatta "seçmeli" olarak
konulabildi…
Sonuç:
Yukarda başlıca temel alanlar açısından yapılan saptamalarda da görüldüğü
gibi; ülkemizde 1999 depremlerinden "ders çıkartıldı"
denilebilecek düzeyde bir hukuksal yeniden yapılanma hala yoktur.
Depreme dayanıksız yapılaşma ile deprem riskini önemsemeyen kentleşme
kararlarının ve sakıncalı yer seçimlerinin önünü alabilecek bir yasal düzenleme
de yürürlüğe girebilmiş değildir.
Buna koşut olarak, 1999 sonrasındaki konuya ait tek yasal önlem kabul
edilen yeni "Yapı Denetim" mevzuatının, aynı dönemde Mimarlar
Odası'nca ısrarla vurgulanan "yanlışlığı" ise bu yasaya göre
kurulan şirketlerde sıkca gözlenen "spekülatif ilişkilerden" de açığa
çıkmıştır. O kadar ki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, usulsüz
uygulamalarıyla yapı denetim yetkilerini kötüye kullanan bu şirketler hakkında
yasal işlem yapma yoğunluğu içindedir.
Bütün bunların temel nedeni ise Türkiye'yi yıllardır tutsak alan
"imar rantı ekonomisinin" siyasi kesimlerce de yine yıllardır
"vazgeçilemez" bir kazanç ve çıkar kaynağı olarak görülmesidir.
Ülkemiz, planlı kentleşme, kurallı yapılaşma ve doğal, kültürel değerlerin
yaşatılarak korunduğu bir mimarlık ve şehircilik politikasına kavuşmadan
da depremleri felakete dönüştüren bu imar düzeninden kurtulamayacaktır…"
Arkitera
|