Çevre Suçlarında 'Affedici Yaptırım'lar...
Geçen hafta TBMM'de kabul edilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) hukuk
tarihimize en çok ''zina'' tartışmalarıyla geçecek.
Gerçi, hangi nedenle olursa olsun, AKP hükümeti sonunda bu ''özlemini''
askıya aldı. Ancak yine de gazetelerin ''devlet yatak odasına girmesin'' şeklindeki
manşetleri, sayısız köşe yazısı ve açıklamanın da desteğiyle, geleceğin
araştırmacılarına ''ülkeyi yönetenlerin 2004 yılı eylül ayındaki düşünce
yapılarını'' göstermeye yetecek...
Bu ''düşünce yapısı'' nasıl mıdır?
Kuralların ''insan'' için olduğunu unutan, hukuk devletinin de ''insanca
yaşam'' için gerekli olduğunu kavrayamayan bir anlayış...
Daha doğrusu, ''anlayışsızlık''...
Peki, yine aynı kanun TBMM gündemindeyken ''bu durumun'' göstergesi sadece
zina mıydı?
Elbette değil...
Kamuoyu, kişinin özel yaşamındaki ''insanlık haklarını'' savunmakta
tarihe geçen bir duyarlılık gösterdi. Ne var ki, ''toplumun'' da ''insanca
yaşama haklarına'' aynı düzeyde sahip çıkılamadığından, ''çevre ve
imar suçları'' için getirilen ''affedici yaptırımlar'' gözden kaçtı.
Böylece, ''kalıcı zararlar'' yarattıkları için gelecek kuşakları da
doğrudan etkileyen ''doğa, kültür ve kent tahribatlarının'' sorumluları,
yeni TCK'ye göre ''ceza verilmeyecek suçlular'' olarak bir kez daha ''kollanmış''
oldular...
Kısa süren umutlar
Aslında hükümetin TCK'ye çevre ve imar suçlarını da almasını, niyeti
sadece AB'ye yaranmak olsa bile, ''olumlu'' karşılamak ve hatta ''övmek''
gerekirdi.
Çünkü bu konu yıllardır duyarlı kesimlerin gündemindeydi. Kimi siyasal
partilerin ve hatta geçmiş hükümetlerin de siyasal programlarına bile girmişti.
Ancak, Türkiye'nin politikasına da ağırlığını koyan ''imar rantı
ekonomisi'' ile ''çevre yağmasına'' dayalı yatırımlar öylesine etkin bir
hale geldi ki doğaya ve kente karşı suç işleyenlerin cezalandırılması
konusunda hep yan çizildi...
Şimdi de TCK'nin ilgili maddeleri TBMM'den geçerken öylesi ''kurnazca'' önerilerle
adeta ''işlevsiz'' kılındı ki yılların beklentilerine dayalı tüm olumlu
çağrışımlar da sanki ''boşa beslenen umutlar'' olarak geride kaldı.
'Kirletmeye' devam...
TBMM'de işte bu yönde görev yapan AKP kurmaylarının ilk hamlesi, TCK'de ''Çevrenin
Kirletilmesi'' başlığı altındaki 181. ve 182. maddelere oldu. ''Toprağa,
suya ve havaya'' verilen zararlarla ilgili suçların tanımlandığı bu
maddelerdeki ''cezaları'' belirleyen 1. fıkraların ancak ''2 yıl sonra'' yürürlüğe
girmesi hükme bağlandı.
Böylece aynı kurmaylar, insan ve toplum için vazgeçilmez olan ''temel yaşam
kaynaklarımızı'' 2 yıl daha korumasız bırakan, bu kaynakları ''kasten''
kirletenlere bile aynı şekilde ''suç işlemeye devam etmeleri'' için 2 yıl
süre tanıyan bir ''yasa'' (!) yapmış oldular.
Bu anlayışın diğer bir örneği de ''İmar Kirliliğine Neden Olma'' başlığı
altındaki 184. maddeye yine TBMM'de eklenen 5. fıkra...
Maddenin ilk 4 fıkrasında, kaçak ve yasadışı yapıların tüm
sorumluları ile bunlara göz yuman, altyapı götüren ve kamu hizmeti veren
yetkililer ''suçlu'' ilan edilerek ''cezaları'' da tanımlanıyor. Meclis'te
eklenen 5. fıkra ise adeta bu cezalandırmadan ötürü AKP'nin ''pişmanlığını''
yansıtıyor ve aynı suçlara ''af'' yolunu da gösteriyor.
Fıkraya göre, kaçak ve yasadışı yapılar ''imara uygun hale''
getirilirse, bu suçla ilgili ''tüm sorumlular'' cezadan kurtulacaklar. Aynı
''uygunluğu'', aynı yetkililerin ''imar durumunu kaçak yapılara
uyarlayarak'' sağlamaları durumunda ise bunun da suç olduğu maddede yer
almadığından, yeni bir imar affı süreci daha, bu kez TCK ile yürürlüğe
girmiş olacak...
Hem de yasa bu şekliyle yürürlükte kaldığı sürece...
Şimdi söyler misiniz? Geleceğin belki de ''içecek su bile bulamayacak''
olan araştırmacıları, TCK tartışmalarında sadece zinaya dalıp da bütün
bunları hiç önemsemeyenlerimiz için acaba ne düşünecekler?
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|