Yasakçılar...
Kent kültürü kolay oluşmuyor. Hele bir kentin ''kimliği'' yle bütünleşen
gelenekleri... Anılarla örülen ''yaşanmışlıkların'' tarihe dönüşebilmesi
için yüzyıllar, hatta binyıllar gerekiyor. Onların kazanımlarını korumak
ve sürdürmek ise ''kentlilik bilinci'' nin temel kaynağı...
Ne var ki, yıllardır ''mimarlık kültürümüzün'' halk tarafından yaratılan
örneklerini ''imar düzeni'' adına gözden çıkarabilen anlayış, şimdi de
''yaşama kültürümüzün'' en insancıl değerlerini ''düzenli kent'' (!) adına
ortadan kaldırmak üzere...
Tarihi dokularımızın o tekdüze apartmanlara kurban edilmesi yetmiyormuş
gibi, bu kez de ''tarihi çarşılarımız'' sözde çağdaşlık adına tehlike
altında... Üstelik İstanbul'da, yani 2600 yıllık kesintisiz yaşamıyla dünyanın
en zengin ''pazaryeri'' kültürüne sahip en büyük kentimizde...
Geçen ay Eminönü 'nden onca eleştirilere rağmen ''inatla'' kaldırılan
''balık ekmek'' tekneleri için söylenenleri anımsayın: ''Bu işe mafya el
atmıştı, temizledik...''
Bu gerekçeye karşı; ''iyi ama sizin göreviniz kültüre darbe indirmek
yerine, kentin bu geleneğine de bulaşan mafyayı temizlemek değil mi'' diye
sormuştuk, hâlâ yanıt alamadık...
Balık ekmeğe bu vefasızlık henüz belleklerde taptaze iken bu kez de Kadıköy
'deki ünlü ''Salıpazarı'' alanında pazar sabahları kurulan ''Antikacılar
Çarşısı'' na göz dikildi. Hafta sonu tatillerinde ''nostaljik'' duygularla
alışveriş yapmak isteyenlere de bu ''İstanbul keyfi'' çok görüldü...
Kadıköy Belediyesi Zabıta Amiri Hakkı Aydın çarşıyı kaldırma
nedenlerini bakın nasıl açıklıyor: ''Amacının dışına çıktı, işportacılar
işgal etti, porno filmden kaset ve CD'lere kadar her şey pazarlanıyor...''
Başta Belediye Başkanı Selami Öztürk olmak üzere, belediyenin ''Kadıköylü''
yöneticileri bu amire sormuyorlar mı; ''Sizin asıl göreviniz, antikacılar
çarşısını işportacılara karşı da korumak değil mi?''
Pornoculara ve bilmem kimlere önce göz yumup, ardından onlardan kurtulmak
adına kültürü de yok etmeye kalkışmak, acaba nasıl bir ''yerel yönetim''
anlayışıdır?
Beyoğlu'ndaki 'Eloğlu'...
Bu haberin ardından, Beyoğlu'ndaki o muhteşem ''Balık Pazarı'' na da aynı
anlayışın el attığını öğrenmeyelim mi? Neymiş, manavlar, balıkçılar
''sokağa'' fazla taşmışlar, belediye de ''yolun (!) açılması'' için tezgâhlara
''sınır çizgisi'' çekiyor...
Bunu akıl eden kimse, yine kimse ona da demiyor ki; ''arkadaş, buranın özelliği
sokak olması değil, pazar olması; insanın dünyadaki bu en güzel, en renkli
ve en canlı tezgâhların arasında dolaşarak alışveriş yapması da İstanbul'da
buraya has bir ayrıcalık...''
Ne var ki böylesi bir ayrıcalığın ''farkında'' olabilmek için de işte
önce o ''tarihe dönüşen yaşanmışlıkların'' içinden gelmek lazım.
Beyoğlu 'nu yönetirken ''eloğlu'' olmamak lazım...
Sözlerinden 'utananlar'
Sözde İstanbullu, özde başka bir şey olanlar, kentin ''gizemlerini''
korumak şöyle dursun, onları bile ''yasaklayarak'' belediyecilik yapmanın kültür
yoksunu örneklerini sergiliyorlar...
Üstelik, aynı yasağı ''kendilerine'' bile koyarak... Nasıl mı?
Tophane 'de durun, Mimar Sinan 'ın armağanlarından Tophane-i Amire binasının
önündeki dev ''turizm'' tabelasını okuyun. Üst tarafına koskocaman ''İngilizce''
yazmışlar; ''İstanbul a city of love and dreams...'' Yani, ''Aşkın ve rüyaların
kenti İstanbul...''
Aynı tabelada ''Büyükşehir Belediyesi'' imzasıyla yer alan tercümesi
ise şöyle: ''Kent bir aşktır.. Kent bir rüyadır.. O İstanbul'dur...''
Madem aşkın ve rüyaların kenti demekten utanıyorsunuz, neden yazıyorsunuz.
Turistlere başka, ''seçmenlerine'' başka görünmek için kendi sözlerini de
''yasaklayan'' bir yerel yönetim, nasıl bir demokrasinin ürünüdür; umarım
açıklayan bulunur...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |