Cumhuriyetin Restoratörü
Son yılların ''Cumhuriyet Bayramı'' kutlamalarında yeni bir söylem var.
Sadece ''muhafazakâr'' basında değil, ''liberal'' ve hatta ''sol eğilimli'' köşe
yazılarında bile artık her 29 Ekim öncesinde okumaya başlıyoruz:
''Osmanlı'yla barışma zamanı geldi...'' Bu gibi sözlerin, öteden beri zaten
''Cumhuriyet devrimini'' benimsemeyenlerden duyulması olağan... Çünkü onlar
belli ki ''kavuşmak için'' barışmayı istiyorlar... Ancak, bir yandan yine
Cumhuriyet'in tüm ''çağdaş nimetlerine'' dört elle sarılıp öbür yandan aynı
söyleme ortak olanlara ne demeli? Bu gibi yazarların, 81 yıl sonra bile hâlâ
''kavrayamadıkları'' gerçek, Atatürk ve arkadaşlarının aslında ''Osmanlı'nın
devrimcileri'' olmaları... Onlar, ülkenin neredeyse ''yok olmasını'' hazırlayan,
çürümüş bir ''Osmanlı hanedanı düzenini'' devirerek aynı ülkeye ''Cumhuriyet'' i
kazandıran devrimin Anadolu halkıyla birlikte gerçekleştirilmesine önderlik
ettiler.
Bunu yaparken ''karşı'' oldukları ise Osmanlı döneminin ''uygarlık
birikimleri'' değildi. Aynı birikimlere bile yabancılaşan bir ''siyasal
sisteme'' son verdiler. O nedenle Osmanlı'yla savaşırken de ''kültürel
kazanımları'' reddetmeyen, tam tersine tüm tarihsel zenginlikleri ''sahiplenen''
bir çağdaş anlayışı ülkelerine armağan ettiler...
O kadar ki günümüzde de ulusal gurur kaynağımız olan anıtsal değerlerimizin
önemli bir kısmını, o ''onurlu ilk yılların'' tüm ekonomik zorluklarına karşın
sadece ''Cumhuriyetin kıt bütçesiyle'' onardılar. Dahası, özellikle Osmanlı
dönemine ait görkemli mimari yapıtları korumak için de Türkiye'nin ilk ''Eski
Eserler Encümeni'' ni daha 1924'te, yani ''devrimin ilk yılında'' kurdular...
İşte bu gerçeğin tanıkları olan, yani Cumhuriyetin aslında Osmanlı'yla değil,
siyasetiyle ''barışık olmadığını'' açıkça kanıtlayan, ''1923-1950 dönemine ait
restorasyonlara'' bakın... Kentlerimizin ''geçmişlerini'' belgeleyen birçok
tarihsel yapının o yıllara ait onarımlarında, emektar bir mimarın imzası var:
Ekrem Hakkı Ayverdi.
1899'da İstanbul'da doğan, 1920'de de ''Mühendis Mektebi'' ni (İstanbul
Teknik Üniversitesi) mimar olarak bitiren Ekrem Bey, meslekteki ilk görevini
İstanbul Belediyesi 'nde yapmış. Ardından yaklaşık 25 yıl anıtsal yapılarımızın
kurtarılmasını üstlenmiş; bir kentten diğerine koşarak uygarlık mirasımızın
bizlere ve gelecek kuşaklara aktarılmasına yaşamını adamış...
Geçenlerde oğlu Dr. Fazlı Ayverdi 'den bir mektup aldım. Babasının da
arkadaşı olan, yine Cumhuriyetin o ilk dönemlerindeki kütürel mirasın korunması
coşkusuna ''rölöve çalışmalarıyla'' ustalığını katan mimar ve ressam Sedat
Çetintaş 'ı anlatan kitabı anımsatıyor.
Önceki hafta ''Uygarlıkların İzinde'' (Cumhuriyet-21.10.2004) yazımda sözünü
ettiğim, İTÜ Yayınları'ndan çıkan ve Prof. Dr. Ayla Ödekan 'ın bizlere
kazandırdığı kitap için gösterilen duyarlılığı ''Ekrem Hakkı Ayverdi için de
beklediklerini'' söylüyor.
Mektubunun ekindeki bilgi kitapçığını incelediğimde, sadece babasının
emeklerine değil, yine 1920'lerden 1950'lere kadar süren bir dönemin ''kültür ve
uygarlık bilincine'' olan hayranlığım daha da artıyor. Örneğin İstanbul 'da
Topkapı Sarayı ya da Laleli Camii gibi Osmanlı yapılarıyla birlikte Bozdoğan Su
Kemeri ve Ayasofya gibi Bizans eserlerinin onarımlarında da ''Cumhuriyetin
parası ve Ayverdi'nin emeği'' var.
Benzer şekilde Bursa 'da dönemin simgelerinden Vilayet Konağı gibi yapıların
yanı sıra aynı yılların ''sanayi mirası'' olan İpekiş Fabrikası binası da aynı
beraberliğin ürünü...
Edirne 'de ise bu coşku daha bir doruklardaymış... Selimiye, Üç Şerefeli,
Muradiye ve diğer anıtsal camiler... Tümünde aynı devrimcilerin ''tarih için''
ayırdıkları kaynaklar ve aynı mimarın alınteri var...
İTÜ eğer bir vefa örneği daha gösterir, Ayverdi'yi de kitaplaştırırsa, bu
hizmet mimarlığımızın ötesinde ''Cumhuriyet uygarlığının'' da belgeseli
olacak...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |