reklam

03 Aralık 2004 Cuma
Ana Sayfa > Haberler

İstanbul’un arka sokakları


Fotoğraf: Senih Gürmen

Bu hafta İstanbul’un arka sokaklarında dolaşıyoruz. Tarlabaşı ve Kurtuluş, karşılıklı iki tepe üzerinde kurulmuş, birbirinden oldukça farklı iki semt. Şehrin içine, derinine doğru yolculuk yapmayı sevenler için keşfedilmeyi bekleyen sokaklar, tarihi evler ve anıtsal yapılarla dolu bir küçük coğrafya.

Kiliseler, camiler, dar sokaklar, ayazmalar ve bir kış günü bu 2 bin 700 yıllık kentin tarihi bir bölgesinde kendini kaybetme isteği. Tarlabaşı-Kurtuluş bölgesini kendi başınıza gezebileceğiniz gibi, kültür gezileriyle tanınan Fest Turizm’in turlarına da katılabilirsiniz. Ancak bunun için ocak ayı sonuna kadar beklemeniz gerekiyor. Hatırlatmakta fayda var, özellikle Tarlabaşı sokaklarını gezerken güvenliğiniz için dikkat etmeniz gerekiyor. Biz yine de Fest Turizm’in rotasını izleyerek, bazen kafamıza göre pusulamızın gösterdiği yönlerden birini seçerek sevinçli bir yolculuk yapacağız.

Tarlabaşı denilen semtin üst sınırları Taksim Meydanı ile Cumhuriyet Caddesi’nin kesiştiği ve adına Talimhane denilen noktadan başlar, batıda İngiliz Konsolosluğu’nun arkasında yer alan Kamer Hatun Camii’ne kadar uzanır. Buraya Tarlabaşı Bulvarı adı verilir. 1986’da Bedrettin Dalan’ın belediye başkanı olduğu dönemde açılan bu bulvar için 350 tarihi ev yıkılmış, sadece 1911’de Mimar Kemalettin Bey tarafından inşa edilen Kamer Hatun Camii kurtulabilmişti.

Bulvara batıdan girenler yolculuğa bu sade camiden başlayabilir. Modern zamanların ilk önemli mimarlarından biri olan Mimar Kemalettin Bey’in eseri olan caminin içini görmeden güzelliğini anlayamazsınız.

Eskiden Tarlabaşı olduğu gibi Müslüman mezarlıklarıyla kaplıydı. Bölgedeki yerleşim, Pera’daki evlerde ve işyerlerinde çalışan Ermeni personelin ikamet ettiği Dudu Odaları Sokağı’nda başladı. 1830’dan itibaren semtlerin arasındaki büyük mezarlıkların kaldırılmasına karar verildi. Böylece Tarlabaşı ve Gümüşsuyu ortaya çıktı. 1850’lerden sonra Tarlabaşı’nda iskan başladı. Eski Tarlabaşı Caddesi’nin iki yanında bitişik nizam apartmanlar kuruldu. O vakitler caddede yürüyenler yol boyunca Ermenice, Rumca, İtalyanca, İngilizce, Sırpça, Bulgarca konuşan insanlarla yani azınlık ve levantenlerle karşılaşırdı. Ünlü terziler, kumaşçılar, kuyumcular, ayakabıcılar, kozmetikçiler, şapkacılar buradaydı.

Bu durum 1940’lara, Varlık Vergisi’nin yarattığı sarsıntıya kadar sürdü. Tarlabaşı ve Kurtuluş 1955’te meydana gelen 6-7 Eylül olaylarında en çok yağmalanan semt oldu. Semtin huzuru kaçtı. Azınlıklar ve levantenler mahalleleri terk etti. Yurtdışına çıkanların çoğu binalarını emanetçilere ya da avukatlara bıraktı. Evlerin büyük kısmı da vakıflara ya da Hazine’ye geçti. Kamuya geçen meskenler bakımsızlıktan ve işgalcilerin talanından dolayı harabeye dönüştü. 1990’ların başlarından itibaren semtin büyük bir bölümü işgalcilerin eline geçti.

Adam Mickiewicz'in Evi
Gezimizin önemli duraklarından biri Sakızağacı Caddesi, Eski Çeşme Sokak 12 numarada yer alan İstanbul Sanat Merkezi. Bina, Ermeni Anarat Huguyun Vakfı’na ait. 1843’te manastır olarak yapılmış, 1930’lardan 1982’ye kadar ortaokul ve lise olarak hizmet vermişti. 1989’da Ziya Ilgaz ve Adnan Vurdevir’in girişimleriyle sanat merkezi oldu. İçinde Mahir Günşiray’ın yönetimindeki Tiyatro Oyunevi var. 17-18-24-25 Aralık’ta ‘Unutmak’ adlı bir oyun sahneleniyor. Binada ayrıca bir kilise, sanat galerileri, dans atölyeleri de var.

Sakızağacı Caddesi’nin sonunda bulunan ve pek fazla gidilmeyen bir müze yer alıyor. Mahalle son iki-üç yıldır kapkaççıların üslendiği bir merkeze dönüşmüş. Bu nedenle giderken dikkatli olmak, grup halinde gezmek gerekiyor. Serdar Ömer Paşa Sokağı ile Tatlı Badem Sokağı’nın kesiştiği köşede ünlü Polonyalı şair Adam Mickiewicz anısına düzenlenmiş bir müze var. ‘Doğmuşum kölelik içinde / Zincire vurulmuşum daha beşikte / Selam sana istikbalin fecri / Ardından doğacaktır hürriyet güneşi...’ dizelerinin yazarı Mickiewicz, 1855’te mülteci olarak İstanbul’a gelip bu evde yaşamaya başlamıştı. Şairin amacı, İstanbul’da bulunan Rus işgaline karşı Polonyalı muhalifler arasındaki görüş ayrılıklarını gidermekti. Fakat, Mickiewicz’in yaşadığı günlerde İstanbul’da kolera kol geziyordu. Şair de bu hastalığa yakalanarak 28 Kasım 1855’te hayata veda etti.

Müze 1955’te açıldı
Arkadaşı tarihçi T.T. Jez’in cenaze törenini anlatan yazısından, o zamanların Tarlabaşı’nı anlamak mümkün: ‘Beyoğlu’nun çamurlu yolları arasında, bir çift öküzün çektiği, sade bir tabut vardı. Polonyalılardan başka kimse yok sanıyordum. Yanılmış olduğumuzu biraz sonra anladık. Arkamızda, sokağı kaplamış, başlarına siyahlar sarmış, sel gibi bir kalabalık akıyordu. Cenaze alayında, her ulusu temsil eden kişiler vardı. Sırplar, Dalmaçyalılar, Karadağlılar, Arnavutlar, İtalyanlar, özellikle Bulgarlar çoğunluktaydı.’

İlk kez 1870’te binaya bir plaket çakıldı. 1902’de evin müzeye dönüştürülmesi için kampanya başlatıldı ama bu kampanya şairin ölümünün 100. yıldönümünde 1955’te hedefine ulaşabildi. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne bağlı olan bu müzede şairle ilgili, belgeler, fotoğraflar, büstler ve Polonya’nın özgürlük mücadelesine ayrılmış bir bölüm yer alıyor. Pazartesi dışında her gün 09.30-17.00 saatlerinde ziyarete açık ancak bu aralar temizlik yapıldığından 15 Aralık’tan sonra gezebilirsiniz.

Tarlabaşı’ndaki üçüncü durağımız Aya Konstantin Rum Kilisesi. Kalyoncu Kulluğu Caddesi ile Kemerbostan Sokağı arasındaki kilise (1861) iki zarif çan kulesi ve İyon tarzı sütunlarıyla dikkati çekiyor. Taksim’i Dolapdere’ye bağlayan yokuştan inip vadinin düzlüğüne ulaştığımızda Panayia Evangelistria Kilisesi’yle karşılaşırız. Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’na yakın Kasap Hurşit, Hacı İlbey ve Mirimiran sokakları arasında kalan bu kilisenin eskiden caddeye cephesi vardı. Ama 1950’lerde önüne bir dizi dükkan yapıldı. Bunlar zamanla kat çıkarak kilisenin önünü kapadı.

Sıra Tatavla'da
Dolapdere’nin hemen başlangıcındaki yokuşu tırmandığınızda kendinizi ansızın Kurtuluş’un, eski adıyla Tatavla’nın orta yerinde bulursunuz. Kurtuluş’a doğru yola çıkmadan, Orhan Türker’in ‘Tatavla’dan Kurtuluş’a’ adlı kitabını okumanızı öneririz. Bu mahallenin geçmişi, Kanuni dönemine kadar uzanıyor. Semtin kurulduğu alanın eski adı Aya Dimitri Tepeleri’ydi. Burada at ahırları yani ‘tavla’lar vardı. Bölge adını bu tavlalardan alarak Tatavla (Ta Taulon) oldu. 1929’da yangında toplam 350 bina kül oldu, evlerin üçte biri yok oldu, kalan bölgeye Kurtuluş adı verildi.

Burada sadece Rumlar ikamet ediyordu. İstanbul Ansiklopedisi’nden edindiğimiz bilgiye göre, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Ege Adaları ve Akdeniz’den getirdiği 10 bin kadar tutsak bu bölgeye yerleştirilmiş. Girit ve İyonya Adaları’ndan gelen ve Azapkapısı Tersanesi’nde çalışan Yunanlı işçilerin çoğu da bu bölgede toplanmış. İstanbul’da ticaret yapan Sakız Adalılar’ın da Tatavla’ya yerleştiği biliniyor.

18. yüzyıl sonunda Tatavla’da 20 bin Rum yaşıyordu. Padişah bir ferman çıkararak Tatavla’da sadece Rumların ikamet edebileceğini, yabancıların ikametinin yasaklandığını duyurdu. Ayvalık’tan sonra böylesi özel bir statü sadece Tatavla’ya verilmiş oldu. 18. yüzyılın başlarından beri bu semti 12 kişilik bir ihtiyar heyeti yönetirdi. Bugün İstanbul’da kalan 1500 civarındaki Rumlardan bir bölümü hálá Kurtuluş’ta yaşıyor. Semt pastaneleri, şarküterileri, lokantaları, manavları, meyhaneleriyle tanınıyor. Madam Despina’nın 1930’larda kurduğu Kurtuluş Son Durak, Açıkyol Sokak’taki Despina, bölgenin en güzel meyhanesi. Nasıl olsa yolu yarıladığınızda Kurtuluş’a varmış olacaksınız. İsterseniz semti gezmeye başlamadan bir öğle yemeği yersiniz, dilerseniz ziyareti bitirdiğinizde akşamcılara takılırsınız.
Hürriyet - Ersin Kalkan 

 

Kasım 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06 07
08 09 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30
diğer aylar için tıklayın

Kentin fiziksel çevresi, sorunları ve kentli olmak üzerine görüşlerinizi Kent başlığı  altında tartışıyoruz.

Arkitera.com/forum

 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz