'İstanbul Modern...'
"İstanbul Modern'de amaçlanan, elit olmayan, kültür ve eğitim ağırlıklı,
dinamik ve çok sesli yaklaşımları benimseyen, gündemi belirleyen, kültür
merkezi niteliğinde, yaşayan bir müze... Ancak müzenin geleceğini, İstanbul'da
yaşayanların talepleri, ona yükledikleri misyon, gösterdikleri ilgi, onu nasıl
kullandıkları ve sahip çıkmaları belirleyecek..."
Tam Tophane'nin oralarda bir kalabalık, bir kalabalık... Sanki futbol maçı
dağılmış... Ama bugün maç falan yokmuş... Bir cumartesi öğleden
sonra... Yağmur çiseliyor gibi, ama milletin umurunda değil. Upuzun kuyruklar
oluşturmuş insanlar, kimi keyif içinde birbiriyle konuşuyor, şakalaşıyor,
kimi kuyrukta bekleme süresini kısaltmak için gazetesini, dergisini, kitabını
okuyor... Kuyrukların biri Karaköy'e doğru uzanıyor, biri Kabataş'a doğru...
Kabataş'a doğru uzananda gençler çoğunlukta, Mimar Sinan'dan, Güzel
Sanatlar'dan çıkmış olsalar gerek... Kuyrukların sonu görünmüyor, ama başı
nerede? İlerliyorum ön taraflara doğru. Önümü ilkokul çocukları kesiyor.
''Biz çok uzaktan, bütün sınıf geldik... Lütfen sıraya geç'' diyorlar...
Tamam, tamam da, nereye girmeye çalışıyorsunuz diye soracak oluyorum... Bir
ağızdan ''İstanbul Modern'e'' diyorlar. Bugün ''Oyun oynamak ve resme
bakmak'' adlı bir atölye çalışması varmış da... Yetişkinlerin kimi sürekli
sergiyi, kimi geçici sergiyi görmeye gelmiş, kimi bir film izlemeye, kimi
kitaplıktan yararlanmaya...
Sevgili okurlar, uyduruyorum...
Böyle bir cumartesi öğleden sonra yaşamadım. Yani şimdilik, henüz yaşamadım...
Ama neden olmasın? Düş kurma özgürlüğümün tadını çıkartmaktayım...
Düşten gerçeğe
Birkaç gün önce İstanbul Modern Sanat Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı Oya
Eczacıbaşı 'nın ''Bir düşün gerçeğe dönüşmesi'' başlığı altında,
müzeye ilişkin anlattıklarını, yıllar süren çabaları dinliyordum. Üstelik,
onu dinlediğim yer, İstanbul Modern Sanat Müzesi'ydi. Kısa adıyla ''İstanbul
Modern'' (Alışmamız gerek yan yana gelen bu iki sözcüğe, çünkü müze böyle
anılacak).
Bütün o çabaları öyle iyi anımsıyorum ki, İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı'nın düzenlediği ilk Bienal'de, bir Modern Sanat Müzesi'ne duyulan
gereksinimin somutlaşması... Yer arayışları... Yaşasın, muhteşem bir yer
bulundu: Haliç'teki Feshane! Bu çok ilginç yapının, ünlü mimar Gae
Aulenti tarafından yeniden düzenlenmesi ile yeşeren umutlar... Yerel yönetimlerle
anlaşmazlıklar yüzünden umutların yok olup gitmesi... Yeniden yer arayışları,
yılların geçişi, yine yer arayışları...
8. İstanbul Bienali'ni gezenler, sergi mekânlarından birine özellikle
vurulmuştuk. Galata rıhtımında, liman işletmelerine ait 4 numaralı
antrepo, sonsuz olanaklar sunuyor ama neredeyse dökülüyordu... Tüm güçlükler,
bürokratik imkânsızlıklar çözülürse, acaba burada bir müze...
Acaba mı?
Başbakan devreye girdi. İstanbul gibi bir kent, Modern Sanat Müzesi
olmadan, olamazdı. İstanbul Belediye Başkanı'yken belki de bilmiyordu yönettiği
kentin Modern Sanat Müzesi olmadığını. Ama şimdi biliyor ve gerekli görüyordu.
Başbakan, müzenin 17 Aralık'tan önce açılmasını istedi! Müzeye giden tüm
''yollar'' açıldı. (Burada ben, ''Yaşasın AB süreci!'' diye alkış
tutmaktan kendimi alamıyorum.)
Mekânın çekiciliği
Müzenin 11 Aralık'ta resmi açılışından önceki basına tanıtım toplantısında,
henüz eserler yerlerine asılmamıştı. Sekiz bin metrekarelik alanı böyle
boş görmemiz bence çok iyi oldu. Mekânın çekiciliğini içimize
sindirebilmek için...
Dünyanın belli başlı çağdaş müzeleri mimarlarıyla birlikte anılır.
New York'taki Guggenheim Müzesi, Frank Lloyd Wright ile; Paris'teki Beabourg,
Renzo Piano ve Richard Rogers ile, Yeni Louvre I.M. Pei ile; Yeni Tate, Venedik
ve Barcelona müzeleri Gae Aulenti ile...
Keşke antrepoyu müzeye dönüştüren iki genç mimara, Melkan ve Murat
Tabanlıoğlu 'na, İstanbul'un göbeğinde boş bir alana düşlerindeki müzeyi
yapma olanağı sağlanabilseydi diye içimden geçirmedim değil. Ancak bu ''dönüştürme''
işini de büyük bir başarıyla gerçekleştirmişler. Minimalist bir seçimle,
doğruluğu, işlevselliği ve estetik bütünlüğü sağlamışlar. Üstelik
bunu sekiz ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirdiklerini bilmek insanı şaşkına
çeviriyor.
Mekânın bir başka çekiciliği ise, tarihsel süreçte oynadığı rol:
Denizle çevrili bu deniz kentinde 13. yüzyılda Cenevizlilerin uluslararası
deniz ticaretinin iskelesiydi burası. Bizans döneminde de öyle. Osmanlı'da
da... İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar, Venedikliler, Cenevizliler, Türkler,
Rumlar bu limanı kullandılar yüzyıllar boyunca... Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonra İstanbul Sanayi ve Ticaret Odası ambarları olarak kullanıldı...
Cumhuriyet'ten sonra ''İstanbul Liman İş İnhisarı A.Ş.'' ... Araya yangınlar,
yıkımlar girdi... 1944'te Devlet Denizyolları ve Limanları Umum Müdürlüğü'ne
bağlanmıştı, 1984 yılında Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ne...
1958'de mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından Tophane Meydanı düzenleme
projesi hazırlanmış ve bugünkü antrepolar planlanmış... İşte aynı
zincirin halkaları...
Bugün müzenin balkonlarından (ve çayhanelerinden) yine İstanbul'un görkemini
iki kıtanın kesiştiği Boğaz'ı kucaklayabiliyorsunuz. Tam karşınızda,
Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya... Bugün hâlâ yolcu gemileri, buraya yanaşıyor,
buradan ayrılıyor. Rıhtım yaşıyor... Kısacası, dünyaya açılmak, dünyayla
buluşmak için isabetli bir yer.
Yaşayan müze
''İstanbul Modern'' de amaçlanan elit olmayan, kültür ve eğitim ağırlıklı,
dinamik ve çoksesli yaklaşımları benimseyen, gündemi belirleyen, kültür
merkezi niteliğinde yaşayan bir müze...
Sürekli sergi alanları, dönemsel, süreli sergiler, çocuk ve yetişkin atölye
çalışmalarına, fotoğraf sanatına ayrılan bölüm, kütüphane ve arşiv,
ileri teknoloji ve kablosuz ağ donatımlı iletişim alanı, film gösteri
salonu vb. gibi alanlar düzenlenmiş.
''Olacak'' , ''yapılacak'' , cak, cuk diye konuşmayı sevmiyorum. Ancak şunu
vurgulamak istiyorum.
''İstanbul Modern'' , İstanbul'da yaşayanların ona yükledikleri
misyonla, ona nasıl ilgi gösterdiklerine, onu nasıl kullandıklarına, sahip
çıkıp çıkmamalarına bağlı olarak gelişecek ya da gelişmeyecek.
Bugün Türkiye'deki 200 müzenin yarıdan çoğunun şu ya da bu nedenle
kapalı olduğunu; çeşitli ülkelerle karşılaştırıldığında yıllık müze
ziyaretçi sayımızın utanç verici olduğunu (ABD'de 300 milyon kişi,
Rusya'da 140 milyon kişi, İngiltere'de 70 milyon kişi, Türkiye'de 16 milyon
kişi) olduğunu söylesem...
Yani, başta medya olmak üzere herkese iş, görev ve sorumluluk düşüyor.
''İstanbul Modern'' in İstanbul'a, Türkiye'ye, özlemini duyduğumuz çağdaş
evrensel değerler için bir güç olmasını diliyorum. Ve şu ana dek katkıda
bulunan herkesi kutluyorum.
Cumhuriyet - Zeynep Oral |