reklam

Güven Arif Sargın
Köşe Yazısı
> Güven Arif Sargın

12 Mayıs 2004

Kent Üzerine Notlar: 1

Kentsel mekânları üretebilmenin üç önemli bileşeni olduğunu yinelemek gerekir. Maddesel niteliklerin (doğal çizgi, eş-yükselti eğrileri, sınır, vb.) bir aradalığı, o kente dair ilk verileri bize iletir ve sanırız, kentin öncül imgesel zenginliği de, bu tür maddesellik(ler) aracılığıyla toplumsal algıdaki yerini alır. İstanbul veya İzmir'i Ankara'dan ayrıştıran, her üç yerleşkenin birbirine başat maddesellikleridir. Bir kıyı kenti, deniz ve kara arasında bir sonlanma ve/veya hareket noktası olabilir. Öte yandan, kıyıdan uzaklaşan ve coğrafi merkezi üretmeye yatkın bir başka kentin maddeselliği ise, deniz-kara arasında süregelen çizgisel gönencin ötesinde tanımlanabillir. Burada, biri diğerinden üstün bir maddesellikten bahsedilmediğini; tam tersine, sosyal aktör ve kentin maddeselliği arasında, biri diğerinden başkalaşmış, bir tür iletişim ve ona bağıl yapma erkine gönderme yapıldığını söylemek pek de yanıltıcı olmayacaktır.) 

Kentsel üretim ve/veya tüketimin bir diğer bileşeni de, kentin mekânlarını mutlak kılan ve üstyapının araçlarıyla tanımlanıp değerlenen ve mekânı pazar üzerinden, sosyal aktörler arasında takasa zorlayan algısal bir haritalanmanın kendisidir. Sosyal aktörün kentin coğrafyasını-maddeselliğini dönüştürme adına yürüttüğü her eylem, gerçekte, algısal bir haritalanmaya gereksinim duyar ve bu haritalanma, toplumsal tarihin devinimlerine bağıl bir serüvenle, hem zamansal hem de mekânsal kaymalar gösterebilir. Bir diğer tanımlamayla, algısal haritalama ve haritalar üzerinden mekânı elle tutulur-ölçülebilir ve kıyaslanabilir bir nesneye indirgeyebilme becerisi, mekânın hem zamansal hem de politik bağlamını yeniden kurabilmeyle doğru orantılıdır. 

Bağlamsal farklılıklar ise, bizlerin kent-mimarlık tarihinde çokça rastladığımız başkalaşımlara-değişimlere işaret eder; daha da ötesi, gerek kentlerin gerekse mimarlığın temsiliyetleri, bu tür bağlamlar aracılığıyla anlaşılabilir veya anlamlı kılınabilir. Sosyal veya maddesel, her türlü mekânın üretiminin, algısal bir haritalanma üzerinden kurulduğunun bilinmesi gerekir: dolayısıyla, burada öncelikli olarak göz önüne getirilmesi gereken gerçek, ne tür bağlamlar aracılığıyla mekânın üretildiği yeniden-üretildiği ve/veya tüketildiğidir. Yinelemek gerekirse, mekân üzerinden verilmesi gereken "savaşım", bağlamlar üzerinden yürütülmelidir. Örneğin, endüstriyel kapitalizmle birlikte, bir tür algısal haritayı genel-geçer değerler sistemi gibi sunan ve mekânın nesnelliği aracılığıyla, "değer"in tanımı ve kullanımını meşru kılan bir bağlamın kaçınılmazlığı, bizi, günümüzü yeniden sorgulamaya itelemelidir. Kullanım değerini değil de, artı-değeri bir tür kent üretimi sürecine sokuşturan bu yeni sürecin, bir tür bağlamın bağlayıcılığıyla etkin kılındığı ve kentin üretiminin üçüncü bileşeniyle gizil veya değil, bir seri karşılıklı ilişkiye zorlandığının bilinmesi, üstlendiğimiz savaşımın sürekliliğin sağlanabilmesi adına çok önemlidir. 

İşte bu noktada, kentin üretiminin son bileşenini doğru anlamak gerekir; bu, sosyal mekânın kendisidir ve sosyal aktörlerin arasında süregelen toplumsal ilişkilerin hem nesnesi hem de aracıdır. Sosyal mekânın ne olduğu konusundaki düşünsel gönence karşın, üzerinde uzlaşılan konu, bunun "ilişkisel" olduğu ve hem maddesel mekânın dönüşümüne, hem de mutlak mekânın kurgulanması için gerekli algısal haritaların aktörler tarafından kotarılabilmesine doğrudan katkıda bulunduğudur. Sosyal aktörün, dönüştürme adına müdahale ettiği maddesel mekân (coğrafya), gerçekte bir tür toplumsal ilişkiselliğin sonucudur: burada en yalın olanla en karmaşık olan arasında gezinen, oldukça geniş bir ilişkiselliğin olduğunun teyit edilmesi gerekir. Örnek vermek gerekirse, bir üst örtüyü temel gereksinimleri için "yapan" bireylerin, planlanmış, ütopik bir kenti kurmaya, üretmeye yeltenen bireylerden farklı olduğunu düşünmemek gerekir; ne de olsa her iki müdahale de, toplumsal ilişkilere gereksinim duyacaktır. Dolayısıyla burada, ne tür toplumsal ilişkilerden bahsettiğimiz, daha önemli bir sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Algısal haritaları anlatırken örneklediğimiz endüstriyel kapitalizme geri dönmek gerekirse, bir tür üretim süreç ve araçlarına bağıl kılınan kapitalizmin, tanımlanan süreç ve araçlarla bağdaşık ilişkileri de göreve çağırdığı bilinmektedir. Burada görevlendirilen ilişkiler, hem üretim biçiminin sürdürülebilirliğini sağlamayı, hem de bu sürdürülebilirliğin toplumsallığını yeniden-üretmeyi amaçlar. Diğer bir deyişle, sürdürülebilir kılınan, hem kapitalizm, hem de kapitalizmin istemlediği toplumsal ilişkilerin kendisidir. Eğer toplumsal ilişkilerin, sosyal mekânın yaratımında/üretiminde/tüketiminde asal güç olduğunu ve algısal haritalar aracılığıyla, tüm bu ilişkilerin örtülü bir mecraya itelenerek, sahte bir gerçeklikle yeniden tanımlandığını kabullenirsek, sanırız yukarıda açmaya çalıştığımız savaşım, daha bir anlam kazanacaktır. Kentsel mekânın üretiminin üç bileşeni (maddesel, algısal ve sosyal) üzerine açılımını yaptığımız denememize, sanırız, daha sonraki yazılarımızda devam etmemiz gerekecek. Burada yinelenmesi gereken soru ise, "tarihsel olanı doğal olana indirgeyen kentsel üretim ve bağlamın ötesinde, ona başat yeni algısal haritalar üretebilmek ve bu haritalarla ilintili farklı toplumsal ilişkileri kurabilmek mümkün müdür," olacaktır.

Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz. 

Ad : *

Soyad : *

Email : *

Meslek :   

Mesaj :   *

   

 
  

 

 

Köşe Yazısı

Yarışma

AMV Genç Mimar Ödülü 2004


Son başvuru tarihi:
30.07.2004

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz