Kent Üzerine Notlar: 1
Kentsel
mekânları üretebilmenin üç önemli bileşeni olduğunu yinelemek gerekir.
Maddesel niteliklerin (doğal çizgi, eş-yükselti eğrileri, sınır, vb.) bir
aradalığı, o kente dair ilk verileri bize iletir ve sanırız, kentin öncül
imgesel zenginliği de, bu tür maddesellik(ler) aracılığıyla toplumsal algıdaki
yerini alır. İstanbul veya İzmir'i Ankara'dan ayrıştıran, her üç yerleşkenin
birbirine başat maddesellikleridir. Bir kıyı kenti, deniz ve kara arasında
bir sonlanma ve/veya hareket noktası olabilir. Öte yandan, kıyıdan uzaklaşan
ve coğrafi merkezi üretmeye yatkın bir başka kentin maddeselliği ise,
deniz-kara arasında süregelen çizgisel gönencin ötesinde tanımlanabillir.
Burada, biri diğerinden üstün bir maddesellikten bahsedilmediğini; tam
tersine, sosyal aktör ve kentin maddeselliği arasında, biri diğerinden başkalaşmış,
bir tür iletişim ve ona bağıl yapma erkine gönderme yapıldığını söylemek
pek de yanıltıcı olmayacaktır.)
Kentsel üretim ve/veya tüketimin bir diğer bileşeni
de, kentin mekânlarını mutlak kılan ve üstyapının araçlarıyla tanımlanıp
değerlenen ve mekânı pazar üzerinden, sosyal aktörler arasında takasa
zorlayan algısal bir haritalanmanın kendisidir. Sosyal aktörün kentin coğrafyasını-maddeselliğini
dönüştürme adına yürüttüğü her eylem, gerçekte, algısal bir
haritalanmaya gereksinim duyar ve bu haritalanma, toplumsal tarihin
devinimlerine bağıl bir serüvenle, hem zamansal hem de mekânsal kaymalar gösterebilir.
Bir diğer tanımlamayla, algısal haritalama ve haritalar üzerinden mekânı
elle tutulur-ölçülebilir ve kıyaslanabilir bir nesneye indirgeyebilme
becerisi, mekânın hem zamansal hem de politik bağlamını yeniden
kurabilmeyle doğru orantılıdır.
Bağlamsal farklılıklar ise, bizlerin kent-mimarlık
tarihinde çokça rastladığımız başkalaşımlara-değişimlere işaret
eder; daha da ötesi, gerek kentlerin gerekse mimarlığın temsiliyetleri, bu tür
bağlamlar aracılığıyla anlaşılabilir veya anlamlı kılınabilir. Sosyal
veya maddesel, her türlü mekânın üretiminin, algısal bir haritalanma üzerinden
kurulduğunun bilinmesi gerekir: dolayısıyla, burada öncelikli olarak göz önüne
getirilmesi gereken gerçek, ne tür bağlamlar aracılığıyla mekânın üretildiği
yeniden-üretildiği ve/veya tüketildiğidir. Yinelemek gerekirse, mekân üzerinden
verilmesi gereken "savaşım", bağlamlar üzerinden yürütülmelidir.
Örneğin, endüstriyel kapitalizmle birlikte, bir tür algısal haritayı
genel-geçer değerler sistemi gibi sunan ve mekânın nesnelliği aracılığıyla,
"değer"in tanımı ve kullanımını meşru kılan bir bağlamın kaçınılmazlığı,
bizi, günümüzü yeniden sorgulamaya itelemelidir. Kullanım değerini değil
de, artı-değeri bir tür kent üretimi sürecine sokuşturan bu yeni sürecin,
bir tür bağlamın bağlayıcılığıyla etkin kılındığı ve kentin üretiminin
üçüncü bileşeniyle gizil veya değil, bir seri karşılıklı ilişkiye
zorlandığının bilinmesi, üstlendiğimiz savaşımın sürekliliğin sağlanabilmesi
adına çok önemlidir.
İşte bu noktada, kentin üretiminin son bileşenini
doğru anlamak gerekir; bu, sosyal mekânın kendisidir ve sosyal aktörlerin
arasında süregelen toplumsal ilişkilerin hem nesnesi hem de aracıdır.
Sosyal mekânın ne olduğu konusundaki düşünsel gönence karşın, üzerinde
uzlaşılan konu, bunun "ilişkisel" olduğu ve hem maddesel mekânın
dönüşümüne, hem de mutlak mekânın kurgulanması için gerekli algısal
haritaların aktörler tarafından kotarılabilmesine doğrudan katkıda bulunduğudur.
Sosyal aktörün, dönüştürme adına müdahale ettiği maddesel mekân (coğrafya),
gerçekte bir tür toplumsal ilişkiselliğin sonucudur: burada en yalın olanla
en karmaşık olan arasında gezinen, oldukça geniş bir ilişkiselliğin olduğunun
teyit edilmesi gerekir. Örnek vermek gerekirse, bir üst örtüyü temel
gereksinimleri için "yapan" bireylerin, planlanmış, ütopik bir
kenti kurmaya, üretmeye yeltenen bireylerden farklı olduğunu düşünmemek
gerekir; ne de olsa her iki müdahale de, toplumsal ilişkilere gereksinim
duyacaktır. Dolayısıyla burada, ne tür toplumsal ilişkilerden bahsettiğimiz,
daha önemli bir sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Algısal haritaları anlatırken örneklediğimiz endüstriyel
kapitalizme geri dönmek gerekirse, bir tür üretim süreç ve araçlarına bağıl
kılınan kapitalizmin, tanımlanan süreç ve araçlarla bağdaşık ilişkileri
de göreve çağırdığı bilinmektedir. Burada görevlendirilen ilişkiler,
hem üretim biçiminin sürdürülebilirliğini sağlamayı, hem de bu sürdürülebilirliğin
toplumsallığını yeniden-üretmeyi amaçlar. Diğer bir deyişle, sürdürülebilir
kılınan, hem kapitalizm, hem de kapitalizmin istemlediği toplumsal ilişkilerin
kendisidir. Eğer toplumsal ilişkilerin, sosyal mekânın yaratımında/üretiminde/tüketiminde
asal güç olduğunu ve algısal haritalar aracılığıyla, tüm bu ilişkilerin
örtülü bir mecraya itelenerek, sahte bir gerçeklikle yeniden tanımlandığını
kabullenirsek, sanırız yukarıda açmaya çalıştığımız savaşım, daha
bir anlam kazanacaktır. Kentsel mekânın üretiminin üç bileşeni (maddesel,
algısal ve sosyal) üzerine açılımını yaptığımız denememize, sanırız,
daha sonraki yazılarımızda devam etmemiz gerekecek. Burada yinelenmesi
gereken soru ise, "tarihsel olanı doğal olana indirgeyen kentsel üretim
ve bağlamın ötesinde, ona başat yeni algısal haritalar üretebilmek ve bu
haritalarla ilintili farklı toplumsal ilişkileri kurabilmek mümkün müdür,"
olacaktır.
Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki
formu kullanabilirsiniz.
|