Restorasyon: Yapının Doğasını Gün
Işığına Çıkartmak
fetiş
ya da fantazi olarak tarihi bina: 1
Restorasyon mimar için hep bir enigmaya2
işaret eder, çünkü nesne/tarihi bina geçmişin/diğeri'nin alanındadır.
Restorasyon pratiğini salt teknik bir zeminde temellendirerek onu bir
"uzmanlık" zırhıyla donatma çabası da bu enigmayla başetmenin
modern bir stratejisi olarak yorumlanabilir. Aslında pratiğin temel problematiği
tarihi yapının kendisi değil, geçmişin/diğerinin varlığı ile başetmektir:
geçmiş artık yok olan bir varlıktır, yokluğun varlığı: enigmanın kaynağı
da buradadır.
Geçmişin/diğerinin izi olarak tarihi bina varoluşla ilgili derin bir
sorgulamayı kışkırtır zihinlerde: "ben geçmiş/diğeri için neyim,
diğerinin yokluğu karşısında benim varlığımın sınırı nedir, diğerinin
bakışında benim varlığımın anlamı nedir?" Dolayısıyla tarihi bina
her zaman geçmişin gölgesi altındadır, geçmişin hayaletlerinin uğrak
yeridir, tekinsizliği de buradan kaynaklanır. Bu tekinsizliği ve kaybolmuş
'orijinal' imgesiyle mimarı cezbeder. Bu kayıp/yokluk duygusu öznenin
arzusunu kışkırtır, bütünleme/tamamlama talebini harakete geçirir : kayıp
olanın restorasyonu. Bu durumda özne ya orjinal imgeyi bir fetiş haline
getirerek kaybını telafi etmeye çalışır: tarihi binayı kayıp geçmişin
yerine koyarak kaybı inkar etme çabası. Ya da geçmişin/diğerinin bir izi
olarak tarihi bina bir fantazi alanı olarak belirir öznenin zihninde: öznenin/mimarın
benliğindeki bastırılmış olan(lar)ı görselleştirilme alanı. Böylece öznenin
boyun eğdirme, sahiplenme ve ehlileştirme hislerini kışkırtır, başka bir
deyişle eksiklik endişesinin harakete geçirdiği tamamlık/bütünlüğe
duyulan arzuyu kışkırtır. Restorasyon bu iki durumda da, fetiş veya fantazi
olarak, telafi veya sahiplenme nesnesi olarak, öznenin narsistik bütünlüğe
ulaşma arayışıyla ilgilidir.
İlk durumda restorasyon, "orijinal" imgenin yerine, sadık ve ayrıntıcı
bir takıntıyla "tıpkısının aynısını" yeniden üretme çabasıdır.
Yapının/nesnenin asli ve tesadüfi özellikleri arasındaki farklar ya da elde
olan ile olabilecek olan (potansiyeller) arasındaki gerilim gibi içsel özelliklerini
kavrama kaygısı yoktur. Parodoksal olan şudur ki; restorasyon, kaybını
kopyasıyla telafi etmek ve bütünlük/tamamlık talebini gidermek isterken kayıp
ile yerine konan arasındaki farkı çaresizce belirginleştirerek, 'orijinali'
iyice ele geçirmez kılar ve geçmişin karanlığının derinliklerine iter.
Diğer durumda ise, tarihi yapının bir fantezi alanı olarak görülmesi mimarın
diğeri/geçmiş üzerindeki sahiplenme hissini alevlendirir. "Zamanın
gerektirdikleri" veya "profesyonel özgürlük" adı altında yapılan
bu müdahaleler, aslında öznenin/mimarın kendini tasdik etme
(self-affirmation) denemeleri veya kendi isteklerine düşkünlüğünü
(self-indulgence) 'kolektif' bir amaç maskesi arkasında gerçekleştirmesidir.
Bu anlamda restorasyon bir şiddet, öznenin kendini diğeri üzerine empoze
etmesi halini alır.
İki durumun da ortak noktası motivasyonlarının öznenin narsistik bütünlük
arayışından kaynaklanmasıdır. Bir varoluş durumu olarak narsisizm "dünya"
ile ilişki kurma yetersizliği/bozukluğu yani kişinin kendi imajında
hapsolmasıdır. R. Sennett'in de Kamusal İnsanın Çöküşü (The Fall of
Public Man) adlı kitabında çok güzel bir şekilde vurguladığı gibi,
sorunun merkezinde narsisizmin modern öznenin temel varoluş biçimi haline
gelmesi yatmaktadır. Yukarıda söz edilen marazi restorasyon eğilimleri bu
modern hastalığın belirtileri olarak tanımlandığında ise şu soru
belirir: Bu hapsoluştan "dünya"ya açılıp geçmiş/diğeri ile
yaratıcı bir ilişki kurmak mümkün müdür?
Kendi-imgesinde (self-image) hapsolmaktan kurtulup nesnenin
doğasını keşfetmek:
Özne/mimar kendi imgesine hapsolmaktan kurtulduğunda 'dünya'yı keşif için
taze bir zemin belirir: 'dünya' kendini olduğu gibi, sadece, kendi doğasında
kalmasına izin verenlere açar. Bu 'kendi gibi olmasına izin verme' kavramı
tamamen yeni bir restorasyon şeklini ortaya koyar: M. Heidegger'in Building
Dwelling Thinking adlı makalesinde altını çizdiği gibi "korumak
sadece bir nesneyi tehlikeden kurtarmak değildir. Korumak bir şeyi kendi
varoluşunun içinde serbest bırakmaktır." Bu restorasyonun asıl anlamını
ön plana çıkarır: nesnenin doğasını keşfetmek, nesnenin kendini açmasına
izin vermek. Nesnenin kendisini açmasına izin vermek, onun karanlıkta kalmış
potansiyellerini de anlamak anlamına gelir. Burada, özne ve diğeri arasında
ya da şu an ile geçmiş arasında bir güç kavgası veya bir sahiplenme değil,
diğerinin benimsenmesi söz konusudur. Modern özne/mimar için de narsistik bütünlük
isteği doğrultusundaki 'kayıp,' diğerini anlamanın getirdiği kendini geliştirip
zenginleştirme ile telafi edilebilir. Bu durumda geçmişle ilişki de, sığınma
veya ehlileştirip sahiplenme ikilemine sıkıştırılmaktan kurtulur. Başka
bir dünyanın mümkün olduğunu farketme imkânı sunar, dolayısıyla bugüne
hapsolmaktan özgürleştirir. Sonuç olarak geçmişi anlamak bir tutuculuk
olarak tezahür etmez, tersine bir değişim motivasyonu sunar, değişimin imkân
ve sınırlarını hep hatırlatarak.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Bu
psikoanalitik terimler sadece restorasyon mekanizmalarını tanımlamada yardımcı
olmak amacıyla, dolayısıyla tıbbi anlamda diagnostik olarak değil analojik
olarak kullanılmaktadır.
2 enigma:
Keşfedilmeyi bekleyen gizli bir anlamı olan, bir söz, soru veya imge.
Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki
formu kullanabilirsiniz.
|