reklam

Uğur Tanyeli
Köşe Yazısı
> Uğur Tanyeli

11 Haziran 2004

Mimarlık Ürünü Ne Söyler?

Mimarlık ürünü öncelikle kendini söyler, kendisinden konuşur. Hangi ölçekte olursa olsun, inşai araçlarla ortaya konan ve mekan oluşturan her tür ürün mimarlık üzerine konuşur. Ama genel olarak şu çok abartılan "yüce" mimarlık alanı üzerine değil, öncelikle kendi temel, özgül mimari kalitesi üzerine konuşur. Öz-göndergeseldir. Başka bir anlatımla, öteki bilgi alanları üzerinde bizi bilgilendirmez; göndermesi kendisinedir. Bize ilk bakışta apaçık ve besbelli gözüken bu saptama, mimarlık dünyasını en azından 19. yüzyıl başlarından beri huzursuz eden bir yaklaşımla çelişiyor. Victor Hugo'dan beri düşünür ve mimarlar bir yitirmişlik psikozuyla boğuşurlar. Hugo'dan beri mimarlık yapıtının "bir zamanlar" sahip olduğu "taştan kitap" olma durumunu özler dururlar. Onlara göre, ne yazık ki, artık mimarlık ürünü taştan bir kitap değildir; Mısır tapınakları, Ortaçağ katedralleri gibi kendisini görenlere dinsel-kültürel mesajlar iletmemekte; topluma mimarlıkla doğrudan ilgisi bulunmayan bilgiler vermemektedir.

Mimarlığın "bir zamanlar" bunu yapabildiğinden kuşku duymak için nedenler vardır. Acaba hangi yapı o toplumun üyelerine zaten zihinlerinde sağlamca yerleşik olmayan, çoktan bildiklerinin dışında birşeyler söylemektedir? Hangi Ortaçağ katedrali bir Fransız köylüsüne ya da okumuşuna doğduğundan beri kendisine belletilen dinsel bilginin dünyanın ekseni olduğu gerçeğinin ötesinden söz etmiştir?

Ancak, "taşa yazılmış kitap" efsanesi üzerinde yaklaşık 1830'dan beri bu denli durduklarına göre, dünya ve mimarlar bir değişime hazırlıksız yakalanmış olmalıdırlar. Israrla mimarlık yapıtının konuşabileceğini bu nedenle düşünürler. Konuşmuyorsa, ya birileri onu konuşturmayı beceremediği içindir, ya da kötü niyetliler onu susturuyordur. İşte tam da bu noktadan başlayarak, ağırlıklı olarak sağ eğilimli bir çizgide ilerleyen, ama sık sık sol eğilimli çizgide de savunulan bir mimarlık görüşleri ailesinin uzun yaşam öyküsü başlıyor. Çok sayıda mimar nesli, mimarlık yapıtına mimarlıktan başka sözler söyletmek isteyip duracaktır. Hitler'in mimarlığı "taştan söz" olarak tanımlaması hiç masum değildir, ama en ilerici iddialı mimarlar tarafından da bu kolayca söylenmiştir. Aynı sözleri biraz eğip büküp her yer ve her toplum için defalarca yinelemek mümkündür. O kadar ki, mimarlık söylemi adı altında üretilenlerin önemli kesiminin mimarlık yapıtına mimarlık dışı sözler söyletmek olduğu iddia edilebilir. Mimarların, mimarlık düşünürlerinin önemli kesimi, kitapta, makalede yazdıkları sözlerin tasarladıkları yapılardan da okunur olduğunu sanırlar. Ya da kitabı, makaleyi mimarlık yapıtına tercüme ettiklerini ve öyle de kavranacağını düşünürler. Yapılar çağdaşlık, modernlik, derin bir düşünsellik, ulusallık, uluslararasılık, sosyalizm, ari ırk, İslamiyet, makine uygarlığı ve daha neler neler söylemez.

Tabii ki, yapılar bunların hiçbirinden konuşmaz. Bir yapının konuştuğunu hakiki bir paranoyaktan başka duyan tabii ki yoktur. Diğerlerinin konuştuğunu sandığı şey, yapılar (şu "taştan kitaplar") değil, onların yerine bitimsizce gevezelik eden metinler, yani onları üretenler ve onları taşıyan iletişim araçlarıdır. Örneğin, 1930'lar Almanyası'nın ekonomik bunalım ortamında ancak birkaç yüz kamu yapısı üretebilmiş olan Nazi yönetimi, sayısız propaganda kitabı aracılığıyla o bir avuç ürünü durmaksızın "konuşturmaktadır". Aynı yapılar yinelene yinelene her yayında Almanlık'tan, yüce ulusal/ırksal değerlerden söz eden ürünler olarak takdim edilirler. Gerçek (taştan değil, kağıttan) kitap ve medya olmasa, ender istisnalar dışında, o Nazi yapılarının söyleyebileceği söz, "biz yalınlaştırılmış klasik detaylarla temiz inşa edilmiş, beceriksiz tarihselci ürünleriz" demekten ibaret olacaktır olsa olsa. Ama, sadece o yapılar mı böyle diyecektir? Eisenman'ın, Rossi'nin vb.'nin anlatmalara doyamadığı görüşlerini taşıyan "gerçek" kitapları ve iletişim araçları işe karışmasa, yapılarının neler söyleyebileceğini düşünmeyi öneriyorum. Aynı şey, en antipatiğinden en saygınına kadar sözünü duyduğumuzu sandığımız her yapı için yinelenebilir. Yani Speer yapıları için olduğu kadar Le Corbusier, Stalin Rusyası yapıları için olduğu kadar Erken Cumhuriyet Türkiyesi ürünleri için de geçerlidir. İlişkili/bağlantılı metinleri bir yana bırakınca, mimarlık ürünleri ya suspus olurlar ya da sadece kendilerini söylerler.

Bütün bu saptamaları yapmaktaki amacım, mimarlık metinlerinin çok önemli, hatta başat olduğunu iddia etmek değil (kuşkusuz öyleler). Hele hele mimarlara "ille de yazın ve kendi ürünlerinizin yerine konuşun" demek hiç değil. Tam aksi doğrultuda iki amacım var. Birincisi, akademik denebilecek bir mimarlık bilgisi savı: Mimarlık ürününün öyle sanıldığı gibi "eskiden" konuşur olmadığını, ancak metinler aracılığıyla ve mimarlar tarafından yeni yeni konuşturulmaya başlandığını söylüyorum. Bunun 19. yüzyılda başlayan çok önemli bir tarihsel değişime işaret ettiğini hep söyleyegeldiğim için, görüşlerime burada yeni birşey eklemeyeceğim. İkinci amacım ise bir öneride bulunmak: Yapılar, mimarlık-dışı alanlar hakkında değil, kendileri hakkında konuşuyorlarsa, onların o söylediklerini öncelikle dikkate alalım. Yani, çok çok yalın bir gerçekten söz ediyorum: Mimarlar ve metinler tabii ki konuşacaklar, ama yapıların da konuştuğunu unutmayalım.

Şayet bu gerçeği unutmazsak, yapıların kendi mimari nitelikleri hakkında söylediklerini de görmezden gelmemiş oluruz. İyi detaylandırmanın, temiz yapımın, uzun söylem açıklamaları olmadan da beğenilebilen bir tasarımın sözlerine kulak verelim diyorum. Yani, akmayan çatıların, doğru temel yalıtımlarının, bacadibi detaylarının, Taşkışla'nın son tahribattan önceki eski ahşap pencerelerinin, Beyazıt Meydanı'nın kadri bilinmemiş o şahane granit parke kaplamasının, adabıyla örülmüş bir moloz taş duvarın, üzerinde ahşap kalıp izleri okunan çıplak beton bir yüzeyin, ucuz bir yalıbaskısı kaplamanın, Malaparte Evi'nin işlevsiz merdiveninin, Güzel Sanatlar Akademisi'nin eski metal korkuluklarının, kısaca artık neredeyse hakir görülür olan o mimarlık sözlerinin duyulmasını bekliyorum. En köhne, en içeriksiz kağıttan sözleri duymaya fazlasıyla hevesli hale gelmiş bir meslek camiasının, betondan, taştan, metalden sözlere kulak kabartmasının zamanı çoktan geldi. Özetle, mimarlar daha az (ama daha öz), yapıları ise daha çok konuşmalıdır.

Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz. 

Ad : *

Soyad : *

Email : *

Meslek :   

Mesaj :   *

   

 
  

Uğur Tanyeli ile ilgili detaylı bilgiye Diyalog sayfalarından ulaşabilirsiniz.

 

Köşe Yazısı

Diyaloğun üçüncü konuğu Uğur Tanyeli  20 Kasım 2001'de Diyalog bölümümüze konuk olarak soruları yanıtladı.

Uğur Tanyeli buluşmasının  soruları ve yanıtlarını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz