Mimarlık Ürünü Ne Söyler?
Mimarlık
ürünü öncelikle kendini söyler, kendisinden konuşur. Hangi ölçekte
olursa olsun, inşai araçlarla ortaya konan ve mekan oluşturan her tür ürün
mimarlık üzerine konuşur. Ama genel olarak şu çok abartılan "yüce"
mimarlık alanı üzerine değil, öncelikle kendi temel, özgül mimari
kalitesi üzerine konuşur. Öz-göndergeseldir. Başka bir anlatımla, öteki
bilgi alanları üzerinde bizi bilgilendirmez; göndermesi kendisinedir. Bize
ilk bakışta apaçık ve besbelli gözüken bu saptama, mimarlık dünyasını
en azından 19. yüzyıl başlarından beri huzursuz eden bir yaklaşımla çelişiyor.
Victor Hugo'dan beri düşünür ve mimarlar bir yitirmişlik psikozuyla boğuşurlar.
Hugo'dan beri mimarlık yapıtının "bir zamanlar" sahip olduğu
"taştan kitap" olma durumunu özler dururlar. Onlara göre, ne yazık
ki, artık mimarlık ürünü taştan bir kitap değildir; Mısır tapınakları,
Ortaçağ katedralleri gibi kendisini görenlere dinsel-kültürel mesajlar
iletmemekte; topluma mimarlıkla doğrudan ilgisi bulunmayan bilgiler
vermemektedir.
Mimarlığın "bir zamanlar" bunu yapabildiğinden kuşku duymak için
nedenler vardır. Acaba hangi yapı o toplumun üyelerine zaten zihinlerinde sağlamca
yerleşik olmayan, çoktan bildiklerinin dışında birşeyler söylemektedir?
Hangi Ortaçağ katedrali bir Fransız köylüsüne ya da okumuşuna doğduğundan
beri kendisine belletilen dinsel bilginin dünyanın ekseni olduğu gerçeğinin
ötesinden söz etmiştir?
Ancak, "taşa yazılmış kitap" efsanesi üzerinde yaklaşık
1830'dan beri bu denli durduklarına göre, dünya ve mimarlar bir değişime
hazırlıksız yakalanmış olmalıdırlar. Israrla mimarlık yapıtının konuşabileceğini
bu nedenle düşünürler. Konuşmuyorsa, ya birileri onu konuşturmayı
beceremediği içindir, ya da kötü niyetliler onu susturuyordur. İşte tam da
bu noktadan başlayarak, ağırlıklı olarak sağ eğilimli bir çizgide
ilerleyen, ama sık sık sol eğilimli çizgide de savunulan bir mimarlık görüşleri
ailesinin uzun yaşam öyküsü başlıyor. Çok sayıda mimar nesli, mimarlık
yapıtına mimarlıktan başka sözler söyletmek isteyip duracaktır. Hitler'in
mimarlığı "taştan söz" olarak tanımlaması hiç masum değildir,
ama en ilerici iddialı mimarlar tarafından da bu kolayca söylenmiştir. Aynı
sözleri biraz eğip büküp her yer ve her toplum için defalarca yinelemek mümkündür.
O kadar ki, mimarlık söylemi adı altında üretilenlerin önemli kesiminin
mimarlık yapıtına mimarlık dışı sözler söyletmek olduğu iddia
edilebilir. Mimarların, mimarlık düşünürlerinin önemli kesimi, kitapta,
makalede yazdıkları sözlerin tasarladıkları yapılardan da okunur olduğunu
sanırlar. Ya da kitabı, makaleyi mimarlık yapıtına tercüme ettiklerini ve
öyle de kavranacağını düşünürler. Yapılar çağdaşlık, modernlik,
derin bir düşünsellik, ulusallık, uluslararasılık, sosyalizm, ari ırk, İslamiyet,
makine uygarlığı ve daha neler neler söylemez.
Tabii ki, yapılar bunların hiçbirinden konuşmaz. Bir yapının konuştuğunu
hakiki bir paranoyaktan başka duyan tabii ki yoktur. Diğerlerinin konuştuğunu
sandığı şey, yapılar (şu "taştan kitaplar") değil, onların
yerine bitimsizce gevezelik eden metinler, yani onları üretenler ve onları taşıyan
iletişim araçlarıdır. Örneğin, 1930'lar Almanyası'nın ekonomik bunalım
ortamında ancak birkaç yüz kamu yapısı üretebilmiş olan Nazi yönetimi,
sayısız propaganda kitabı aracılığıyla o bir avuç ürünü durmaksızın
"konuşturmaktadır". Aynı yapılar yinelene yinelene her yayında
Almanlık'tan, yüce ulusal/ırksal değerlerden söz eden ürünler olarak
takdim edilirler. Gerçek (taştan değil, kağıttan) kitap ve medya olmasa,
ender istisnalar dışında, o Nazi yapılarının söyleyebileceği söz,
"biz yalınlaştırılmış klasik detaylarla temiz inşa edilmiş,
beceriksiz tarihselci ürünleriz" demekten ibaret olacaktır olsa olsa.
Ama, sadece o yapılar mı böyle diyecektir? Eisenman'ın, Rossi'nin vb.'nin
anlatmalara doyamadığı görüşlerini taşıyan "gerçek" kitapları
ve iletişim araçları işe karışmasa, yapılarının neler söyleyebileceğini
düşünmeyi öneriyorum. Aynı şey, en antipatiğinden en saygınına kadar sözünü
duyduğumuzu sandığımız her yapı için yinelenebilir. Yani Speer yapıları
için olduğu kadar Le Corbusier, Stalin Rusyası yapıları için olduğu kadar
Erken Cumhuriyet Türkiyesi ürünleri için de geçerlidir. İlişkili/bağlantılı
metinleri bir yana bırakınca, mimarlık ürünleri ya suspus olurlar ya da
sadece kendilerini söylerler.
Bütün bu saptamaları yapmaktaki amacım, mimarlık metinlerinin çok önemli,
hatta başat olduğunu iddia etmek değil (kuşkusuz öyleler). Hele hele
mimarlara "ille de yazın ve kendi ürünlerinizin yerine konuşun"
demek hiç değil. Tam aksi doğrultuda iki amacım var. Birincisi, akademik
denebilecek bir mimarlık bilgisi savı: Mimarlık ürününün öyle sanıldığı
gibi "eskiden" konuşur olmadığını, ancak metinler aracılığıyla
ve mimarlar tarafından yeni yeni konuşturulmaya başlandığını söylüyorum.
Bunun 19. yüzyılda başlayan çok önemli bir tarihsel değişime işaret ettiğini
hep söyleyegeldiğim için, görüşlerime burada yeni birşey eklemeyeceğim.
İkinci amacım ise bir öneride bulunmak: Yapılar, mimarlık-dışı alanlar
hakkında değil, kendileri hakkında konuşuyorlarsa, onların o söylediklerini
öncelikle dikkate alalım. Yani, çok çok yalın bir gerçekten söz ediyorum:
Mimarlar ve metinler tabii ki konuşacaklar, ama yapıların da konuştuğunu
unutmayalım.
Şayet bu gerçeği unutmazsak, yapıların kendi mimari nitelikleri hakkında
söylediklerini de görmezden gelmemiş oluruz. İyi detaylandırmanın, temiz
yapımın, uzun söylem açıklamaları olmadan da beğenilebilen bir tasarımın
sözlerine kulak verelim diyorum. Yani, akmayan çatıların, doğru temel yalıtımlarının,
bacadibi detaylarının, Taşkışla'nın son tahribattan önceki eski ahşap
pencerelerinin, Beyazıt Meydanı'nın kadri bilinmemiş o şahane granit parke
kaplamasının, adabıyla örülmüş bir moloz taş duvarın, üzerinde ahşap
kalıp izleri okunan çıplak beton bir yüzeyin, ucuz bir yalıbaskısı
kaplamanın, Malaparte Evi'nin işlevsiz merdiveninin, Güzel Sanatlar
Akademisi'nin eski metal korkuluklarının, kısaca artık neredeyse hakir görülür
olan o mimarlık sözlerinin duyulmasını bekliyorum. En köhne, en içeriksiz
kağıttan sözleri duymaya fazlasıyla hevesli hale gelmiş bir meslek camiasının,
betondan, taştan, metalden sözlere kulak kabartmasının zamanı çoktan
geldi. Özetle, mimarlar daha az (ama daha öz), yapıları ise daha çok konuşmalıdır.
Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki
formu kullanabilirsiniz.
Uğur Tanyeli ile ilgili detaylı
bilgiye Diyalog sayfalarından
ulaşabilirsiniz.
|