reklam

Uğur Tanyeli
Köşe Yazısı
> Uğur Tanyeli

07 Şubat 2005

Türkiye Dünyaya Mimarlık Öğretebilir mi?

Yazının başlığı Türkiye’de onyıllardır sürekli yeniden üretilen, dolayısıyla çok sevildiği besbelli bir düşünme yaklaşımını özetliyor. Yaklaşımın çok bildik özü şu: Üzerinde en azından sekiz bin yıldır mimarlık ürünleri verilen, nice önemli anıtsal yapıların konumlandığı, klişe deyişle, pek çok kültüre ev sahipliği yapmış bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir ülke elindeki birikimin zenginliğinden ötürü, güncel mimari yaratım alanında dünyanın aynı derecede şanslı olmayan toplumlarına yol gösterici olabilir ve olmalıdır. Çünkü, örneğin, Amerika sadece iki yüz yıllık bir tarihi bulunduğundan, aynı olanaktan yararlanamaz. Ama biz, sahibi olduğumuz bu mal varlığına bakmayı, ondan dersler çıkarmayı başarabilsek, çağdaş dünya mimarlığına ve şehirciliğine büyük katkılarda bulunabiliriz.

Hemen hemen her politik görüştekini kolay ikna eden, her mecrada sürekli dile getirilen ve o nedenle de altına kolayca imza atılabilen bu akıl yürütme biçimini ve önermelerini biraz kurcalamakta yarar var.

Tüm bu ifadeler bütünü, aslında belirli bir tarihyazım kavrayışıyla doğrudan bağlantılı. O kavrayış şöyle bir düşünme rotası içinde işlerlik kazanıyor: Tarih yazmak için tarihin verileri, belgeleri olarak kullanılabilecek “malzeme”ye ihtiyaç vardır. Çünkü, bu “malzeme”nin içinde, eski deyişle “kuvveden fiile çıkmamış halde” bilgiler gizlidir. Yani, tarihsel mimarlık yapıtlarının içinde potansiyel olarak saklı bilgiler bulunur. Düşünen, araştıran aydın insan (tarihçi, mimar, mimarlık kuramcısı vs.) çalışa çabalaya o gizli bilgileri açığa çıkarır, çıkarmalıdır. Ve ne ilginçtir ki, o bilgiler ne denli eski bir mimarlık yapıtının içinde saklanmış olurlarsa olsunlar, sonraki kuşaklar için de geçerli olmakta devam ederler. İçinde gizlendikleri yapı yüzyıllar önce harap olmuş, terkedilmiş, unutulmuş, hatta nefret edilmiş olsa bile, oradaki potansiyel varlığına emin olunan bilginin kullanım ömrü –nedense- hiç dolmaz. O orada hep kendisini keşfedecek çalışkan ve inançlı araştırmacıyı bekler. Sonra, araştırmacı onu bulur, güncel mimari üretime neden ve nasıl yol gösterici, yönlendirici olduğunu anlar ve bu anlayışını başkalarına yazıp çizip anlatarak aktarır. Onlar da kendilerine sunulan ve güncel geçerliliği apaçık besbelli (!) bu bilgileri yeni mimari üretimlerinde kullanırlar. Böylece tarihsel malvarlığında gizli bilgi yeni mimarlığın da temellerini atmış olur. Kuşkusuz, Türkiye’de o eski mimarlık ürünleri çok sayıda bulunduğu için, Türkler bir kez onlara bakmayı ve keşfetmeyi öğrenseler, dünyaya ne bilinmedik bilgiler sunacaklardır, inşallah.

Tarihte hiç ömrü dolmayan ve gelecek kuşakları aydınlatıcı dersler gizli olduğuna inanan bir dünya için yukarıda sunulan akıl yürütme biçimi anlamlıdır. Ancak, tarihe gizli hikmetler deposu olarak bakılmayalı çok oldu. Daha da önemlisi, uzun zamandır, bilginin bir yerlerde (yapılarda, bilgelerin zihinlerinde, kutsal metinlerde vs.) gizli olduğunu değil, sürekli üretilir ve yeniden üretilir olduğunu düşünmeye başlamış bir dünyada yaşıyoruz. Artık bilginin öznesinin insan zihni, nesnesinin de (ve malzemesinin de) yine bilgi olduğuna ikna olduk. Açık bir deyişle, o yapılar, o Antik kentler, o eski tapınaklar, o Osmanlı evleri orada sadece dururlar. Bu yazıda tartışılmayacak nedenlerle korunmaları, gelecek kuşaklara aktarılmaları doğal olarak gerekli ve zorunludur. Ne var ki, Türkiye’de durmaları ile Zimbabwe’de, ABD’de, Rusya’da durmaları arasında, çağdaş mimari üretim üzerine düşünme bağlamında hiç fark yoktur. Onlardan hiçbirine sahip olmayan bazı toplumların mimarları, tarihçileri, kuramcıları çağdaş dünyanın mimari kaderi konusunda çok daha yaratıcı olabilirler. Mimarlık üzerine düşünmek için (hatta, her şey üzerine düşünmek için) kişiye, ulusal sınırların içindeki yapı stoğuyla asla sınırlı olmayan, giderek ilgili bile olmayan bir ufuk genişliği ve inşa edilmiş binaların kurmadığı, başka bir altyapı gerekir.

O düşünce altyapısı ise, yine düşüncelerden oluşur. Bilgi, bilgiler aracılığıyla, başka bilgilerin, daha önce üretilmiş bilgilerin tanımladığı bağlamlarda üretilir. Barthes’ın yeni üretilmiş olanı “zaten yazılmış” diye nitelemesi bundandır. Kısacası, ister didişilerek, karşı çıkılarak ya da revize edilerek, ister additif bir biçimde birbirine eklemlene eklemlene üretilsin, yeni bilgi mevcut bilgilerden “mamul”dür. Türkiye sınırları içindeki o yapı stoğunun bilgisi de, yine o yapılar sayesinde değil, bilgiler sayesinde üretilir, üretilmektedir, üretilecektir. Demek ki, bilgi bir konstrüksiyondur.

“Türkiye dünyaya mimarlık öğretebilir mi” sorusunun sayısız komplikasyonu var. Biri, yukarıda çok kısaca özetlendiği gibi, köhne tarihyazım yaklaşımlarını çağrıştırıyor. Diğeri, epistemolojik nitelikte, yani bilginin doğasının ne olduğuna ve nasıl elde edileceğine ilişkin bir başka köhne yaklaşımla bağlantılı. Ancak, şu “mahut” sorunun onlardan da daha çarpıcı bir komplikasyonu şu: Çok eskimiş, hatta gerici bir ast-üst, hoca-öğrenci, yöneten-yönetilen ilişkisini ima ediyor. Mimarlık sözkonusu olduğunda, birilerinin öğrenmesi gerekenler, ötekilerin de öğretme yeterliliğinde bulunanlar olarak tanımlandığı bir dünya tahayyülü bu. Bu ülkenin insanlarının da kuşkusuz öğreten üst sınıftan olması gerekiyor. Soruyu soran ve anlamlı bulanların, öncelikle, dünyada artık ulusal ve ülkesel bağlamda öğretenin ve öğretilenin olup olmadığını kendilerine sormaları gerek. Olup bitenler, bilginin üretim ve yeniden üretimi, dolaşımı, mecra, kanal ve dil değiştirmesi, rekompozisyonu, dekompozisyonu (ya da rekonstrüksiyonu ve dekonstrüksiyonu) süreçleri şeklinde pekala tanımlanabilir. Dolayısıyla, Türkiye’nin (ve başka herhangi bir ülkenin) insanlarına bir öğreticilik rolü biçmek için, postkolonyel dünyanın entelektüel iklimi hiç uygun değil.

Ve nihayet son komplikasyon: Türkiye’nin dünyaya mimarlık öğretip öğretemeyeceği sorusu, bir tür toplumsal kompleksin ifadesi. Kendisini sürekli öğrenci konumunda gören ve hiç hoca konumuna “yükselemeyeceğinden” korkanların psikolojisi bu. Birkaç yüzyıldır hep Batı’dan bilgi transfer ettiğini düşünme ve dolayısıyla onun ezikliğini duyup, adeta öğrenmek yerine, başkalarına öğretmek için yanıp tutuşma psikozu bu. Neredeyse, ezildiği için ezmek ihtiyacında olanların mimari kompleksi. Oysa, böyle bir komplekse hiç kapılmamak da mümkün. Yukarıda da çok kısa anlatıldığı gibi, bilginin sürekli mecra, yer, araç, dil değiştirdiği, her durakta yeniden üretildiği bir epistemolojik tahayyül çağdaş dünyaya çok daha uygun bir kavrayış olurdu. Düşünmek ise, özellikle bu süreçler içinde üretilen bilgilerin yapısını çözmeye çalışmak, hatta onlara tahribe benzer dekonstrüktif bir ilgiyle yaklaşmak demek.

Başlıktaki soruyu “evet, tabii ki öğretebilir” biçiminde yanıtlayanlara olsa olsa şu söylenebilir: Bırakın dünyaya mimarlık öğretmeyi Mimarlık üzerine söyleyecek taze sözünüz, yapacak anlamlı tasarımınız, dışavuracak yeni bilginiz ve üretilmişlere yönelik dekonstrüktif bir habisliğiniz varsa, onları ortaya koyun. Bilgiler öğrenmek için değil, öğretim yaparak üstünlük kompleksini tatmin etmek için hiç değil, ama üzerlerinde yeni bilgiler inşa etmek içindir. Yeni bilgileri de ülkeler, uluslar, ulus-devletler, etnik gruplar değil, bireyler üretir.

Yazı hakkında görüşlerinizi yazarla paylaşmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz. 

Ad : *

Soyad : *

Email : *

Meslek :   

Mesaj :   *

   

 
  

Uğur Tanyeli ile ilgili detaylı bilgiye Diyalog sayfalarından ulaşabilirsiniz.

Köşe Yazısı

Diyaloğun üçüncü konuğu Uğur Tanyeli  20 Kasım 2001'de Diyalog bölümümüze konuk olarak soruları yanıtladı.

Uğur Tanyeli buluşmasının  soruları ve yanıtlarını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz