reklam

Yazılar

Platform 2003 > Taklit Sorunu ve Mimarlık > Yazılar

Tarih: 15 Ocak 2004
Yer: Arkitera Forum

Eskimiş Bir Kavramı Yenileme Çağrısı
Prof.Dr.Uğur Tanyeli, Arredamento Mimarlık 2002/02, sayfa 61-62

Mimarlık tüketıcilerinin (ve/veya müştıerilerinin) zihinlerinde imgeler vardır. Bunlar aracılığıyla seçer, talep eder, beğenir, beğenmezler. Mimarların zihinlerinde de imgeler vardır. Bunları kullanarak tasarlarlar. Ancak, mimarların zihinlerinde imgelerden başka meslek etikleri, meslek ideolojileri, jargonları ve söylemleri de vardır. Onlar aracılığıyla düşünür, eleştirir, yargılar, mahkum ederler. Daha bu kadarıyla bile çağdaş dünyada tüketimle tasarım ve tüketiciyle tasarımcı arasında bir asimetri bulunduğu söylenebilir. Tüketici, imgelerden başkasından haberli değilken, mimarın imgelerle kurduğu ilişkiyi denerleyen ve adeta bir aitbenlik gibi işlev gören etik, ideolojik ve söylemsel "meslek vicdanı" vardır. Böyle olduğu İçin, mimar müşteriyi velinimet bilmekte zorlanır. Onun taleplerini kolayca kabul etmesini olanaksız kılan bariyerler her tür uzlaşmayı, ille de engellemeseler bile, denetlerler.

Ne var ki, mimarın sahip olduğıı bu ozdenerim mekanizmalarıyla çelişen bır diger gerçekten söz edilmelidir: İmgeler sayısız iletişim kanal ve aracını kullanarak serbestçe dolaşırlar. Onların dolaşımını engelleyebilecek hiçbir otorite yoktur, ta ki mimarın kapısına gelene dek…

Adorno'nun tanımladığı kültürün metalaşması1 çağı, mimarİ imgelere de alınır-satılırlık niteliği kazandırır ve onlara çagdaş kapitalist sistemdeki tiim metalar ve değerler gibi hareketlilik bahşeder. Onlar da bu metalar dünyasındaki metalardan bir gruptur sadece.

Modernite, artık iyi bilip kanıksadığımız gibi, geleneksel anlam yapılarını yerme yenilerini koymamak üzere tahrip eder. Mimari imgenin aklamının boşaltılması da bu degişimin bir parçasıdır. Sonuçta imge kültürel bağlarından azat edilmiştir. Kimseye hiçbirşey ifade etmediği için her yerde varolabilir, her işlev için kullanılabilir. Demek ki, anlam yitimiyle "dolaşım özgürlügü" birbirine sıkıca baglıdır. Başka bir deyişle, imgeler dolaştıkça anlamsızlaşırlar; anlamsızlaştıkça dolaşırlar. Bu süreçte ise medya merkezi bir rol oynar. Kültür endüstrisinin ya da kültürün metalaşmasının popüler medya organlarının belirişiyle eşzamanlı olarak gündeme geldiğinin düşünülmesi bundandır2. 19. yüzyılın ortalarından başlayarak Avrupa ve ABD burjuvası, önce kitlesel olarak üretilen baskı resimler, resimli dergiler ve ucuz resimli kitaplar aracılığıyla, daha sonra da sinema, televizyon ve geleneksel kültür ürünlerinin anlamını nihai olarak hiçleştiren kitle turizmi sayesinde (yani dogrudan görerek), geniş bir imgeler toplamını zihninin çöplüğüne dolduracaktır. Medya metadır. Turizm de aynı malı satar. Kracauer turizmin nasıl içeriksiz görüntüleme deneyimi olduğunu, amacının görmek için görmekten daha derinlikli olmadığını kapsamlı biçimde açıklar3. Sözkonusu görüntü parçacıklarını, imgeleri zihninde toplayan için ise, görsel olarak tanınabilirlikleri dışında hiçbir gerçek anlamlan yoktur. Sadece nominal olarak tanınırlar. Görsel bilginin yepyeni bir türü ortaya çıkmıştır. En cahil burjuva bile Parthenon'u, bir Mısır minaresini, Tac Mahal'i görür görmez tanıyıvermektedir artık. Onlara ilişkin tek bilgisi de tanımaktan ibarettir, Parthenon'un Antik Yunanlı'ya, minarenin Memluk'a, Tac Mahal'in 17. yüzyıl Agralı'sına ne anlam ifade ettiği sadece uzmanı ilgilendirir; ve sanat tarihinin İkonografik-ikonolojik çözümleme pratiklerinin icadı öncesinde onu bile pek ilgilendirmemekredir.

20. yüzyıl popüler olanların yanına, belirli bir alana özgü yeni medya organlarını katar. Dekorasyon ve sanat-tasarım dergileri imgelerin metalaşması sürecine yeni ve mimarlık özelinde dev katkılar yaparlar. 20. yüzyıl başında, Marcel Breuer'in Macaristan'ın Peç kentindeki baba evi İngiliz The Studio dergisine abonedir ve evde İngilizce bilen tek kişi yoktur4. Breuer ailesinin de milyonlarca Batılı henzeri gibi bu tür bir dergiyi görsellik deposu olmaktan başka birşey olarak düşünmediği açıktır.

Görüntü ve imge ticareti sadece "sokaktaki adam"a yönelik olarak yapılmaz. Meslek çevresİne yönelik daha titiz, daha kapsamh ve incelikli bir başka ticaret türü daha vardır. Uzmanlık medyası da sürekli olarak mimarlara imge satar. Bağlamlarından koparılmış, ulusal ve uluslararası dolaşıma çıkarılmış gorüntüler gerçek bir ticaret alanını tanımlarlar. Sadece meslek dergileri degil, çok önemli kesimi "pattern book" olarak kullanılmaktan başka hiçbir amacı olmayan kitaplar ve son yıllarda da internet bu ticaretle meşguldür.

Tüm görsel iletişim araçları imgelerin anlamlı, en azından iç tutarlılığı olan bütünler oluşturmasını engellemek zorundadırlar. Çünkü, görselleştirmek demek, görsellestirilen üçboyutlu gerçekliğin ait olduğu bütünden yalıtılması ve ikiboyutta yeniden üretilmesi demektir. Buysa, plan-kesit-görüniiş, perspektif ve tasarı geometri gibi temsiliyet tekniklerinin gelişmesi ve sonunda da fotoğrafın icadı ile imgenin metalaşmasının birbirine ne denli sıkı biçimde bağlı olduğunu ortaya koyar. Mimari gerçekliklerin geleneksel anlamlarını yitirmeleri onların alelade geometrik betiler haline getirilmeleriyle ilişkilidir. Geometrik izdüşüm tekniklerinin varettiği Modern temsiliyet araçları ve fotoğraf mimarlığın "büyüsünü bozarlar" (onu demistifiye ederler). Bir mimari gerçekliğe ilişkin bilginin sadece sözel araçlarla üretilip aktarıldığı Modernöncesi dünyada, o araçların biçim bilgisini aktarmakraki yetersizligi, hem alıcıyı hem de ileticiyi yalnızca biçimle uğraşmaktan alıkoyar. O durumda, ellerindeki araçlarla üretip aktarabilmeye yeterli oldukları kültürel anlamlar üzerinde yoğunlaşmaları kaçınılmazdır. Dolayısıyla, Modernöncesi insan için mimarlıktan sözetmek, yapıların biçimsel anlamlarından konuşmak demektir. Mimarlık böyle bir çağda hala büyülüdür.

Ne var ki, temsiliyet teknikleri mimarlığı sadece geometrik gçrçekliği çerçevesinde kavrayabilir ve yeniden üretebilirler. Ama, mimariyi toplumsallığından kopartan bu geometrikleştirme etkinliği, onları aynı zamanda da bağlamsız bırakmaktadır. Antik mimari biçimleri görselleştirerek "satan" ilk resimli Rönesans mimarlık risalelerindeıı başlayarak, medya mimari gerçekligi bu sayede dekompoze eder.

Örneğin, Antik Yunan ve Roma mimarı için üzerinde konumlandığı mimari bütünden ayrı düşünülebilecek bir Dor, İyon veya Korinth düzeni yoktur. Rönesans mimarlık yazını, tam aksine, bu düzenleri Ögelerine ayrıştırır. Giderek imge, ait olduğu aileden öylesine özerk bir yaşama kavuşur ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, fotoğrafçılar sadece mimarlara satılmak üzere eski yapıları ve ayrıntılarını fotoğraflamakta, paketler halinde pazarlamaktadır. Salt mimari biçimler evreni bağlamında bakılırsa, fotoğrafçının dekompoze ettiğini mimar rekompoze edecektir; işi de budur. Sonraki dönemlerde de imge ticaretinin içeriği pek az değişir. Fotoğraflananlara ilişkin tercihler değişmiştir yalnızca.

Dekompoze edilerek sürekli olarak yalın biçim-birimlere indirgenen mimari öğeler, bir yandan da tasarlama denilen süreçte rekompoze edilirler. En genelde Modernite'nin mimara kolaj yapmak dışında bir seçenek bırakmadığı söylenebilir. Her tür tasarlama etkinliği özünde, "serbest dolaşım"daki imgeler arasından bir seçme yapmak, onları aynen ve/veya deforme ederek yeni bütünler oluşturacak biçimde bir araya getirmek demektir. Insan zihninin sürekli olarak yeni biçimler üretebileceği savını, o kadim Modernist mitosu terkedeli çok oldu.

Ancak, mimarın mesleki kişiliğini tanımlayan ideolojisi, söylemleri ve etik ilkeleri, tasarımın bir kolaj üretimi, bir rekompozisyon işi olduğu gerçeği ile çelişir. Mimar rekompozisyonu ve kolajı kendi olağan gerçeklikleri içinde kabul etmekte zorlanır. Mimarlık etiği ve mimari söylemlerin bazıları (çoğu) imgelerin serbest dolaşımından yararlanıp yeni karışımlar üretmeyi meşrulaştırmaktan kaçınır. Imgelerin özgürce dolaşıp, alınıp satılması meşruyken, onlardan kökeni tanınabilir seçmeler yapmak gayrimeşrudur. Tüm o imgelerin sadece görülmekle kalması, bilinmesi, ama neredeyse asla yeni tasarımlara dahil edilmemesi beklenir. Mimarlık söylemlerinin önemli kesimi bu imge sağanağı altındaki mimarlara nasıl kuru kalacaklarını öğretmeye çabalarlar. Mimarlık düşüncesi alanından başka hiçbir alanda geçerliliği kalmamış eski ve ucuz öğütler yinelenir durur: "Mimar tarihten ders almalıdır; ama onu yinelememeli, oradan alıntılar yapmamalıdır"; "Mimar görsel kültürünü geliştirmeli, ancak çalmamalıdır"; "Mimarlık modalarından uzak durulmalıdır; çünkü, mimarlık bir moda konusu değildir".

Özgünlük, yaratıcılık, çağın ruhuna uygun biçimleri varetmek, taklitten kaçınmak gibi başlıklarda özetlenebilen koca bir Erken Modernist kavramlar dizgesi, imgenin serbest dolaşımı ve özgürce temellükü (mülk haline getirilişi) olgularını inkar etme çabasıyla bağlantılıdır. Ya da daha paradoksal bir biçimde, imgelerin serbest dolaşımının engellenemeyeceği bilindiğinden, yalnızca mimarlarca temellükü engellenmeye çalışılır. Yani, mimari imge öyle garip bir nesnedir ki, alımsatımı serbest, ama kullanımı yasaktır. Özetle esrar, marijuana gibi bir şeydir.

Bu durumda, her yasak gibi, bunu da aşmanın yolları aranır ve bulunur. Mimarlık trükleri, hileleri icat edilir, "hile-i şer'iyeler" yapılır. Temelde iki "hile-i şer'iye" türü var: Birincide, serbest dolaşımdaki imgeler alınır, kullanılır, ama tanınmalarını engelleyecek küçük maskelemelere girişilir. Ufak deformasyonlarla kökeninin kavranması zorlaştırılır, ya da ayrıntılarından o kadar temizlenir ki, çakıl taşı kadar "düzleştirilir". Çalıntı Mercedes'lerin motor-şasi numaralarının kazındığı gibi, mimarlık imgelerine de aynı işlem uygulanır; tanınmamak için başkalaştırıcı tedbirler alınır. Daha da iyisi, tek bir kaynaktan kökenlenmediği besbelli çoğul bir imge repertuarı kullanılır. Mimarlık dünyası bu bağlamda yaşamdakinin aksi doğrultuda çalışır: Tek bir yeri soyan hırsız hemen yakalanacaktır; çünkü mallarını herkes tanıyıverir; ama torbasındakileri iyice karıştıranın imgelerini teşhis etmek aynı oranda kolay olmadığmdan övülmesi bile mümkündür. İlkine taklitçi etiketi yapıştırılmaktan kaçınılmaz. Ötekiyse, yaptığı rekompozisyonun bileşenleri uzun uzun irdelenmeyi gerektirdiğinden neredeyse özgün yaratıcı bir mimardır. Dolaşımdaki imgelerden rekompozisyon yapmak, mesleki kamuoyunda her iki durumda farklı birer meşruiyet zemini bulur.

İkinci hile-i şer'iye yöntemiyse, o serbest dolaşımdaki imgelerden amaçlanan bir kesiminin kullanımını meşrulaştıracak söylemleri yaratmaktır. Kimi Postmodernistler'in tarihselciliğe kültüralist kılıflar bulan söylemleri böyledir. Özellikle azgelişmiş dünyada gündeme gelen kimlik koruma kaygılı gelenekselci söylemler de yaklaşık aynı amaca yönelir. Onlar sayesinde, havada uçuşan imgeler arasından seçilenlerin rekompozisyonuna giden yol meşru kılınmıştır artık. Birinci tutum, Charles Moore'un Piazza d'Italia'sındaki imgeler çorbasını meşrulaştırır. İkinciyse, "bizim kendi öz mimari değerlerimize sahip çıkmamız gerek" diyenlerin safiyane tarihselciliğinin zeminini hazırlar.

Bütün bu sıralananlar, Adorno'nun "kültürün metalaşması" dediği gelişmenin mimari sonuçları ve yanürünleri. Sorulması gereken nihai soru ise şu: Kültürün metalaşması ve imgelerin serbest dolaşımı çağında özgünlük, taklit, kopya, yaratıcılık vs. gibi kavramların gerçekten ikna edici, inanılır ve daha da önemlisi "kullanışlı" mimari tanımları yapılabilir mi? Bu kavramların alışılmış tanımları gerçekler dünyasının verileriyle irdelendiğinde, özgünlüğün artık bir düş, taklidin olağan bir pratik, kopyalamanın gündelik bir etkinlik, yaratıcılığın bir yanılsama ve hatta sahtekarlık olduğunu ortaya koymuyor mu?

Yanıtlarsa hiç kestirme değil. Ancak bir şey kesin: Mimarlık dünyasının söylemleri, ideolojileri ve ahlaki yargıları ile Modern dünyanın kültürel gerçekleri çelişiyor. Mimarlık pratikleri ise bu çelişkilerle baş etmenin kolaycı hileleriyle fazlasıyla meşgul. Bu ikilemden çıkmak için, bizim mesleki-düşünsel-söylemsel altyapımızın ve kavramlarının değişmesi, yenilenmesi dışında kurtuluş yok gibi.  --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1 Bunun için bkz. Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Dialectic of Enlightenment, çev.: J. Cumming, Verso Classics, Londra ve New York, 1997, s. 120-167'de "The Culture Industry: Enlightenment as Mass Deception" bölümü.

2 Örneğin bkz.: John Brenkman, "Mass Media: From Collective Experience to the Culture of Privatization", Social Text, 1, Kış 1979, s. 101.

3 Sigfried Kracauer, "Travel and Dance", S. Kracauer, The Mass Ornament: Weimar Essays, çev. ve ed.: T.Y. Levin, Harvard U. Press, Cambridge, Mass. ve Londra, s. 65 vd.

4 Christopher Wilk, Marcel Breuer: Furniture and Interiors, The Museum of Modern Art, New York, 1981, s. 15.

 

Taklit Sorunu ve Mimarlık

Platform 2003

Platform 2002

Taklit Sorunu ve Mimarlık

Forum

Yazılar

Fotoğraflar

Linkler

Toplantı Kayıtları

Video Görüntüleri

Toplantı Salonu

Katılımcılar

Aykut Köksal

Gökhan Avcıoğlu

Jale Erzen

Hasan Bülent Kahraman

Uğur Tanyeli

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz