‘Cumhuriyetin kübist çocukları’
d Grubu yeniden aramızda...
Yapı
Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi yeni bir dönem sergisine ev sahipliği
yapıyor.
“d Grubu (1933-51)” başlıklı sergide Türk resim sanatının en çok
tartışılan kesitlerinden biri olan ‘d Grubu’nun öyküsü ve yirmi kadar
sanatçının yirmi yıllık sanat üretiminden kesitler yer alıyor. Serginin
metin yazarlarından ve danışmanlarından “d Grubu” üzerine doktora tezi
de yakınlarda yine Yapı Kredi Yayınları arasında kitap olarak çıkacak Doç.Dr.Zeynep
Yasa Yaman’la “d Grubu” ve sergi üzerine konuştuk.
1933 yılında altı sanatçı arkadaş; Nurullah Cemal Berk, Zeki Faik İzer,
Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu’nun bir araya
gelerek oluşturdukları “d Grubu”, resim sanatı tarihimizde, resmî kimliği
olmadan bir araya gelen ilk grup etkinliğidir. Cihangir’de, Zeki Faik İzer’in
Yavuz Apartmanı’nın beşinci katındaki evinde buluşan ve memlekette sanatın
gelişmesi, yayılması için, sanatın ne olduğunu haykırmak tutkusu içinde
yanıp tutuşan altı arkadaş, sohbetin devamında harekete geçmek, çevreyi
uyandırmak amacıyla, birlikte sergiler açmayı ve yazılar yazmayı kararlaştırırlar;
8 Ekim l933’te de ilk desen sergilerini açarlar.
1950’lere kadar yirmi yıl Türk resminin öncülüğünü üstlenen “d
Grubu”nun neden bu kadar tartışılır olduğunu soruyoruz Zeynep Yasa
Yaman’a: “d Grubu” bir simge aslında. Sanat tarihçileri bugüne kadarki
çağdaş Türk sanatını gruplar tarihi olarak incelemiş ve birini diğerine
yeğleyerek veya bir gelişim evresi olarak göstermeye çalışmıştır. Ancak
ben, çağdaş Türk sanatı tarihini gruplar tarihi olarak anlamaya ve
aktarmaya karşıyım. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti (Güzel Sanatlar Birliği), Müstakil
Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, d Grubu… Sanki biri diğerinin üstüne
gelen tarihi değiştiren, ilerleten gruplar. ‘d Grubu’nu tez konusu olarak
aldığım zaman biraz yukarıdan bakmaya, d Grubu’nu, Müstakiller’in
sonrası veya daha iyisi gibi görmeye değil de “nedir?” diye bakmaya,
hakikaten anlamaya, bir analiz yapmaya çalıştım.”
d Grubu’nun çağdaş Türk sanatı içinde bu kadar önemsenmesini ise
grubun söylemi ile Cumhuriyet’in kültür ve sanat politikaları arasındaki
büyük çakışmaya ve zaman olarak da denk düşmesine bağlıyor Yaman.
Sonraki yıllarda sayıları yirmiyi bulan d Grubu sanatçılarının üslubu,
biçemi birbirine benzemese de aralarında bir grup ruhu oluşur. d Grubu, hükümet
ve devletle uyuşmak üzere bir söylem geliştirmez, ama fütürist (gelecekçi)
söylemler CHP’nin kültür ve sanat politikalarıyla uyuşur. O devrin kültür
politikalarına bakacak olursak “hepimizin bildiği şeyler aslında”
diyerek devam ediyor Zeynep Yasa Yaman: “Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan
sonra yeni bir cumhuriyet rejimi kuruluyor. Yeni devlet kendine yeni bir köken
arıyor, bir başka milliyetçilik söylemi ile Osmanlı’yı atlayarak Selçuklu
ile kendini kimliklendirmeye çalışıyor; ve kendini ifade edebilmek için geçmişe
bakmaktan çok geleceğe bakmayı daha önemli görüyor. O dönemin Avrupa’sına
baktığımızda da fütürist söylemlerin hâkim olduğunu görüyoruz. Bu uyuşmanın
bir uzantısı olarak, devlet tarafından Akademi’de istihdam ediliyorlar, bir
süre sonra yönetim erkine sahip olduklarında da onlarca öğrenci yetiştiriyorlar.
Bunun sonucu olarak da olumlu-olumsuz bir sürü eleştiri alıyorlar.”
“d Grubu”nun ardında kim var?
“d Grubu sanatçıları cumhuriyetin sanat ideolojisini kurmaya çalışmışlar
mıdır, onları cumhuriyetin sanat ideologları olarak görmemiz mümkün mü?”
sorumuza da açık bir cevap alıyoruz Yaman’dan: “d grubu sanatçıları
kendilerini doğrudan cumhuriyetin sanat ideologları olarak görmüyorlar. Ama
rejim onların, cumhuriyetin sanat ideologları olabileceklerini fark ediyor,
bence. Devlet erkine sahip kişiler bakıyorlar ki, bu çocuklar kendi söylemlerine
yakın şeyler söylüyorlar; sahip çıkıp, destek veriyorlar. Yoksa 6 kişi,
koskoca Türk sanatını bu kadar etkileyebilir, değiştirebilir mi; arkalarında
böyle bir ideoloji ve güç olmasa!.. Toplumun dinamikleri ile sanatın
dinamikleri birbirinden bağımsız gibi gözükse de burada görüldüğü gibi
çakıştığında başka bir enerji doğabiliyor. d Grubu sanatçıları,
kendilerini tanımlayabilmek için her sanatçının yaşayabileceği süreci yaşamışlardır.
Entelektüel ve snop bir tarafları da var aslında. Ucundan kıyısından bulaşmış
olsalar da Atatürk resimleri veya Ankara resimleri yapayım kaygıları olmamıştır.
Devlet-sanat ilişkisini organik bir bağ haline getirmemeye çalışmışlardır.
Ankara’da bir defa sergi açmışlar, daha çok İstanbul’da var olmaya çalışarak,
devlet erkine yaranmak gibi bir tavırdan uzak durmuşlardır.”
‘Kübizm, sahici bir seçimdir’
“d Grubu”nun kübizmi tercih etmelerinin sebebini ise grubun kurucularından
Nurullah Berk’in yazılarını hatırlatarak cevaplıyor Zeynep Yasa Yaman:
“Nurullah Berk’in yazılarında çok üzerinde durduğu bu fütürist söylem
-o bunu yaşayan sanat olarak adlandırıyor- ve devlet-sanat ilişkisi üzerine
yazılarında özet olarak; ‘Bu iş Atatürk veya Ankara resimleriyle olacak
bir şey değil, bizim yaptığımız yeni cumhuriyetin yeni sanatıdır.’
der. Bu söylemle kübizm-fütürizm çok örtüşüyor tabii, o dönemde Batı’da
sürrealizm de vardı, onu getirmiyorlar, çünkü o çok sahte bir şey olurdu.
Kübizmi Avrupa’dan bir moda gibi getirmiyorlar; yeni bir dil, yeni bir
cumhuriyet, yeni bir yaşantı peşindeki bir toplumun sanat dili olarak tercih
ediyorlar ki bana çok sahici ve doğru geliyor.”
Son olarak sergiyi nasıl bulduğuna dair sorumuzu, Zeynep Yasa Yaman, biraz
duraksayarak cevaplıyor: “Ben biraz zor beğenen biriyim. Bireysel olarak
tatmin olmadım, ama tabii ki önemli bir sergi. Ortadaki emeği yadsımıyorum;
ama daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Belki de çok işin içindeyim de
ondan. Türkiye’de böyle şeyler çok az yapılıyor. Yapı Kredi Kültür
Merkezi de bu sergiyi çok önemsedi, biliyorum. Bu bir sanatçı kişisel
sergisi değil, sanat tarihi sergisi. Bu tip sergilerin grafiği kadar bilimsel
sergileme mantığı da çok önemli. Söylemin doğru aktarılması,
analizlerinin yapılması gerekir diye düşünüyorum.”
Zaman
|